Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Kasım '19

 
Kategori
Kitap
 

Nar Tanesi Gülizar

Bir Aşk, Medeniyet ve Hoşgörü Romanı

Atilla Gülsar’ın Sokak Yayın Grubunda çıkan “Nar Tanesi Gülizar’ adlı romanı, bu yıl okuduğum edebi eserler içinde beni en çok etkileyen roman oldu. Konu tutkulu bir aşk öyküsü, hoşgörü medeniyetinden günlük yaşama yansıyanlar ve de bir İmparatorluğun parçalanmasına neden olan ayrılıkçı hareketler, savaşlar olunca okuyucuyu romanı elinden bırakmak istemiyor. Kamera tekniği ile olay ve olguları en ince ayrıntısına kadar anlatan yazar, böylece anlatılanlara okuyucusunu da ortak ediyor, onlara da aynısını yaşatıyor.

Gülsar, modern roman teknikleri ve anlatım biçimlerini çok iyi kullanmış olsa da,  “Nar Tanesi Gülizar”  klasik roman türüne daha çok yakın. Ünlü Fransız gerçekçi roman yazarı Stendhal, roman türünün içinden çıktığı toplumun gerçekliğini en iyi anlatan tür olduğuna vurgu yapmak için, “roman yola tutulan bir ayna gibidir”, der. Atilla Gülsar da, tıpkı Stendhal gibi, Ahlatlı Bekir’in 80 yıllık hayat hikâyesine gerçekçi bir anlatım biçimiyle ayna tutuyor. Aynada yörenin kültürü, yaşam biçimi, dili, değerleri, “yukarı mahalle halkı” dediği Ermeniler ile Türklerin ortak komşuluk ve dostluk ilişkileri yansıdığı gibi, Bekir ve Gülizar’ın Leyla ile Mecnunu aratmayacak tutkulu aşkı öyküsü de yasıyor. Bunun yanında Rus-Osmanlı Savaşı ve “millet-i sadika” denilen ve azınlıklar içinde askere alınan tek halk olan Ermeniler ’in, Rusların kışkırtmasıyla başkaldırmaları ve nihayetinde dramatik Tehcir olayı da Bekir’in aynasında okuyucuya yansıtılıyor.

Romana, bu haliyle aynı zamanda medeniyet, aşk ve savaş romanı özelliği ile geniş bir konu yelpazesine sahiptir.

 “Nar Tanesi Gülizar” romanında farklılıkları zenginlik olarak gören Osmanlının hoşgörü anlayış, Türk genci Bekir ile Ermeni kızın Gülüzar’ın tutkulu aşk öyküsü içinde anlatılıyor.   Her iki toplumun mahalleleri ayrı da olsa gönüllerinin bir biri için çarpması Gülizar ve Bekir’in iki beden tek yürek kalbi ile sembolleştiriliyor.  Bunun yanında; Bekir’in, yılanın ısırdığı Agop’u, hiç tereddüt etmeden hayatını tehlikeye atarak kurtarması, Etyan amcanın Ermeni komşularını alıp birlikte aşağı mahallede ev yapan bir Türk dostuna yardıma gelmesi veya  Rusların ateşe verdiği Garmuç köyünde yaşanan dramı ve oyunu iki toplumun birlikte atlatmaları gibi olaylar hoşgörü medeniyetinin dayanışma örnekleri olarak sunuluyor.

Roman, iki farklı dine ve ırka mensup toplumun farklılıklarını ötekileştirmeden, hoşgörü kültürü içinde anlatır.  Yöre halkı, sanki iki farklı toplum değil de, tek bir toplumun değişik görünümlerdeki bireyleri gibi yansıtılır okuyucuya. Örneğin sodalı olduğu için çamaşırların sabunsuz ve zahmetsiz yıkanmasını sağlayan Van Gölü’ne çamaşır yıkamaya giden kadınları,  Türk ve Ermeni kadınlarını diye ikiye ayırarak anlatmaz, şöyle tasvir eder:  “kadınların kimi başına tülbent bağlayıp örtmüş, kimisi kundak yapmış bağlamış, kimisinin başı açık, uzun saçları arkasından sallanıyor. Kimisi şalvarlı, kimisi etekli…kimisi renkli entari giymiş, kimisi siyah… Ama hepsi de düğüne gider gibi neşeli.” (G.s133) Yazar, burada aslında kadınların dinleri, kültürleri ve sosyo-ekonomik durumlarını okuyucuya duyumsatır,  ama tüm bunları  hayatın akışı içinde ve zihinlerde ötekileştirme mikrobunu aşılamadan yapar

Ermeni mahallesinden bir kadının ölümünü anlatırken, İslamiyet hamurundan yoğrulmuş Osmanlı medeniyetinin dine ve insana bakışı çok mükemmel yansıtılır. “Yukarı mahalleden çığırtkanın sesi geliyor(…) Mahallemiz eşrafından Aravan’ın hanımı Etyen Usta’nın ablası Nune’nın yıldızı sönmüştür. (…) Az yemeğini yemedim. (…) İçimden bir Fatiha okumak geldi. Gerçi onlar için “Toprağı bol olsun, Tanrı acısını dindirsin” demek de duaydı. Ama ben yine de inandığım cennete gitmesini arzulayarak Fatiha okumaya başladım” (G. 113)

Roman bu haliyle,  farklılıklara tahammülü olmayan günümüz toplumuna güzel bir medeniyet örneği sunar.

“Nar Tanesi Gülizar” aynı zamanda bir medeniyet romanı, çünkü Anadolu’nun tapusu olarak bilinen Ahlat örneğinde dönemin Türk toplumunun tarihi, kültürü ve medeniyetini anlatıyor. 1071 yılından beri bu topraklara hâkim olan medeniyetin ilk filizlerinin yeşerdiği yer olan Ahlat’ı ve tarihteki yerini, önemini çoğumuz ancak Diriliş Ertuğrul dizisi ile hatırladı. O dizide Ahlat’ın adı sık sık geçse de ancak Ahlat’ın, günümüz milli ve manevi değerlerine kazandırdıklarına değinilmedi. İşte Atilla Gülsar’ın “Gülüzar” adlı romanı o boşluğu  roman tadında ve aşkın kötülükleri görmeyen sevda havasında sunuyor, gönüllere ve beyinlere.

Dönemin Ahlat’ının tüm gelenek ve görenekleri, birlikte yaşama sanatları tek tek öykü tadında anlatılır okuyucuya. O döneme özgü gelenekler, mekânlar, alışkanlıklar, değerler mahalli kelimeler ve mekân adlarına sadık kalınarak veriliyor. Osmanlı medeniyetinin yapıcı, hayata ve olaylara pozitif bakan bakış açısı, hem kelime hem de olay örgüsü boyutunda anlatılır. Çocuklarının yaramazlığı veya haylazlığı, gençlerin hata ve günahları karşısında büyüklerin tepki ve kızgınlık davranışları ve sözleri buna güzel bir örnektir. Eve geç gelen oğluna sitem eden, öfkelenen baba, beddua ve lanet sözlerini değil de  “Allah seni bağışlaya, nerede kaldın? (G.s.132) gibi dua ve güzel temenni sözleriyle seslenir.

Gülsar, bu şekilde belki de unutulmaya yüz tutan güzel medeniyet ve kültür ögelerini gelecek nesillere aktarmanın en güzel yollarından birini seçiyor. 

O dönemin insanlarını; çocuklarını, kızlarını, gençlerini, analarını, babalarını  öylesine  gerçekçi bir biçimde çizmiş ki, bir Ahlat’lı olarak romanı okurken, bir anlamda çocukluğumu, gençliği, atamı ve kültürümü yeniden yaşadım.  Zaman zaman hüzünlendim, zaman zaman da gülümsedim. Romanın ana kahramanı Bekir; “leppuk” oynarken çocukluğum, “Düllür değnek” oynarken de gençliğime gittim, gülümsedim. Babası Yusuf amcanın mendiline sarılı leblebi ve kurum üzümleri her zaman “sevaptır” diye çocuklara dağıtığını anlatan paragrafı okuduğumda ise gözlerimde rahmetli babam canlandı. Nigar hanımın “Ayranaşı” pişirmesi, “şor balık” ve pilav ekleyerek tahta sofrayı hazırlamasını okurken de adı Nigar olan annemi gördüm ve hüzünlendim.

 
Toplam blog
: 81
: 623
Kayıt tarihi
: 18.10.17
 
 

1963 yılında dünyaya geldim. 1985 yılında Atatürk Üniversitesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde..