Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Ağustos '09

 
Kategori
Edebiyat
 

Osmanlı Türkçesi ve Divan Şiiri

Osmanlı Türkçesi ve Divan Şiiri
 

“Beni cândan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı Felekler yandı ahumdan mur


Türkçenin DİL* Ustaları

Sunuş ve İzlenen Yol

“ Dîvan Şiiri’nde Türkçenin Kullanışı ve İncelikleri” ana temasını “edebiyat tarihi metodolojisi”nin ışığında ele alacağımı ve bir dilin ancak o dilin metinlerinden öğrenilebileceği esasına inandığımı vurgulamakla yetinmek istiyorum. Edebiyat Tarihini ve Türkçenin gelişimindeki rolünü ise aşağıdaki cümlelerle hatırda tutmanın yazımın iyi anlaşılmasına vesile olacağına inanıyorum:

“Edebiyat tarihi öncelikle metinler tarihidir. Metnin bize verdiği ise san’atkârın iç âlemidir. Bunu muasır ilmin hudutları (modern bilimlerin çerçevesi) içinde psikoloji, fizyoloji ve bilhassa psikopati bakımlarından inceleyip san’atkârın ruh portresini vücûda getirmeden bilgi, his, fikir, hayâl melekelerindeki kudretini muayyen usûllerle (çeşitli yöntemlerle) ortaya koymadan onu edebiyat tarihi içine oturtamayız. Bu tedkik (inceleme) insan denen problem üzerinde olduğu için çok şümûllüdür. ( kapsamlıdır.)( TARLAN;14 )

( Bilgi, his, hayâl melekelerinin gelişmesi ancak ve ancak dilin gelişmesi ile mümkündür.)

Osmanlı Türkçesi ve Dîvan Şiiri ( 700 Yılın Dili ve Şiiri )

“Osmanlı Devletinin hukuku, felsefesi, DİLİ, mimarisi, musıkîsi ( müziği), nasıl kendi kültürünün ürünleri ise şiiri de aynı medeniyet tecrübesinin birikiminden ilhâm alan aynı ekinin taneleridir.”( PALA, , Syf. 9 )

“Osmanlı toplumunda söze değer verilir, sözün güzel olması, uluorta harcanmaması gerektiği her fırsatta vurgulanırdı.”İnsanda dil bir, kulak ikidir.”sözünü uyduranlar da, bundan “İki dinle bir söyle” kuralını çıkaranlar da onlardır. Onlara göre söz nötr kabul edilir; üst derecesine kelâm (vahiy, söylev); alt derecesine de laf (değersiz, boş lakırdı) denilirdi. Şiir, sözün kelâm derecesinde güzelleştirilmesi, süslenmesi ve rafineleştirilmesi demekti. Bu yüzden şiir sanatların en soylusu kabul edilmişti. Osmanlı şairine göre sözü güzelleştirmedikten sonra, onu söylemenin ne anlamı olabilirdi ki? Osmanlı, tıp kitabından ansiklopedilere, sözlükten mistik eserlere varasıya kadar (Sözüm konudan dışarı: Edebiyat profesörünün kullandığı bu kelime bize ne kadar tanıdık ve sıcak geliyor değil mi?) her alanda şiiri kullandı.”

Osmanlı şiirini ve dolayısıyla Osmanlı şairlerini dîvan şairi, halk şairi, tekke şairi, saz şairi gibi kategorize etmek, İskender Pala’ya göre, Cumhuriyet döneminde ortaya konmuştur. Yine İskender Pala, o dönem şairlerini iki kısma ayırır: Yüksek bir kültür ile şiir yazanlar ile (medrese eğitimi almış, ilmiye mensupları ile şehirlerdeki rafine kültürün içinde bulunanlar) eğitimden uzak, yalnızca duyuş ve hissedişleriyle şiir söyleyenler. (yazanlar değil.) ”Osmanlının itibar gören şairleri, bu iki kategorinin birleşiminden süzülen elit şairler idiler. Hem şâirâne bir ruh ile yaratılmış olup hem de şiir kültürü edinenler…Onlar Fuzûlî oldular, Bâkî oldular, Nef’î, Nedîm veya Gâlib oldular ve gök kubbede bir medeniyetin en görkemli sesini çınlattılar.” (PALA, , Syf.12-13 )

Divan Şiirinde SÖZ:

Dîvan şiirinde sözün (kelimenin) seçimi hakkında sayfalar dolusu yazılır. Ben, Nevres’e ait (Ö.1762 ) bir beyitin yardımı ile bu şiirdeki sözün inceliklerini size aktaracağım:

“Önün ardın gözet, fikr-i dakîk et, onda bir söyle

Öğütme ağzına her ne gelirse âsiyâb-âsâ”

Açıklaması: Sözün önünü ardını gözet, ince düşün, onda bir söyle. Değirmen gibi ağzına her ne gelirse hemen öğütme!

Bu beyitle, biz öncelikle, Osmanlıya ait söz kurallarını buluruz:

1. Sözün önünü ardını gözetmek

2. Her sözü inceden inceye düşünmek

3. Çok susup az söylemek

4. Ağza gelen her sözü ( laf) dillendirmemek

Klasik şiirde (Dîvan Şiiri) bir beyitin anlamı kadar söz dizimi de önemlidir. Bazen bir beyitin süsü ve sanat boyutu, ifade edilen kurallardan daha önde görünebilmektedir. Nevres, bu beyitte bir “değirmen mazmunu” yaparken kelimeleri tek tek seçmiş, onları aruz ölçüsüne uygun olarak yerleştirmiştir: Beyitin içindeki sanatları ve her kelimeye birden fazla yüklenen anlamı öğrenmek için Bknz. ( PALA, İskender, Âh Mine’l-Aşk, syf.14- 15)

Dîvan şiiri deyince her yönüyle ve yukarıdaki kurallarına göre en iyi örnekleri vermiş, öncü bir isim sorarsanız bana, Fûzûlî derim.

Neden Fuzûlî?

Fuzûlî’yi seçmemin bir çok nedeni var: Her şeyden evvel, O bir şair. Bu özelliğinin yanında Fuzûlî, Dîvan şiirinin doruk noktasına ulaştığı bir dönemde, 16. yy.da yaşamış ve bulunduğu devre sadece şairliği ile değil, devrinin bütün ilimlerine vâkıf âlimliği ile de damgasını vurmuş bir şahsiyettir. İkincisi, Fuzûlî’nin Türkçe, Farsça ve Arapça olmak üzere üç Dîvanı vardır.(Dolayısıyla Fuzûlî üç dile ve üç kültüre hakimdir.) Bu üç Dîvanın içinde ise Türkçe Dîvan’ın yeri ayrıdır. Türkçe Dîvan, bir dil şaheseri olmasının yanında, Osmanlının duyuş, düşünüş, sanat ve bilim seviyesini gösteren Türk Edebiyatı’na olduğu kadar, Türk kültürüne de kaynaklık eden bir eserdir.Osmanlı Türkçesi ya da Dîvan şiiri deyince ilk akla gelen Fuzûlî olur. O, Osmanlıdaki söz söyleme sanatına vâkıftır. O, Osmanlıdaki tasavvuf anlayışını ve dolayısıyla aşk anlayışını büyük bir AŞKLA anlatandır.Bu sebeple, Dîvan şiiri ve Osmanlı Türkçesinin özelliklerini anlatan, en çarpıcı örnekler, O’nun Türkçe Dîvanı’ndaki gazeller olacaktır. Ne yazık ki, bu yazıda deryadan bir damlayı örneklendirebileceğim:

Fuzûlî ve “Mı redifli Gazel”i:

Gazelin tamamının açıklanması oldukça kapsamlı, müstakil, bir yazının konusudur. Ben sadece gazelin ilk beyiti ve açıklaması ile yetineceğim: (“Hani mazmunlar, Fuzûlî’nin iç âlemi, söz sanatları ve tasavvuf?” diyeceksiniz…)

“Beni cândan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı

Felekler yandı ahumdan murâdum şem’i yanmaz mı”

Açıklaması: Yârin ettiği cefa beni canımdan usandırdı. Sevgili artık bana cefa etmekten usanmaz mı?

“Sevgili, âşıka cefa eder, onu candan (maddeden) usandırmak ve kemâle eriştirmek için. Zahiren (görünüşte), cefadan âşık o derece bıkmış usanmış ki yaşayıp o cefaya katlanmaktansa ölmeyi istiyor. Ah, güneşin battığı zamanki kızıllıktır. Güneş batınca mumlar yanar. Tıpkı bunun gibi, içimdeki umut sönünce arzumun mumu yanmaz mı, diyor. Şair, o kadar ah ettim ki, felekler yanan gönlümün ateşi ile yandı ve ben hala muradıma eremedim der gibi görünse de aslında, ben candan (maddeden) bıktım, onu terk edecek hale geldim, demek istiyor. (Bir çok şairin baş vurduğu bir yolla hem hüsn-i ta’lîl, hem de tecahül-i ârif yapıyor?!) Bu aşk ızdırabı içinde- beşerî aşktan ilâhî aşka geçişle- felekleri de yaktım kül ettim, neden muradıma eremiyorum, şeklinde feryâd etmektedir. Candan usanmak aynı zamanda ölümü istemektir. İstediği ölüm gerçekleştiğinde, şair gerçek aşkına ulaşacaktır.” (TARLAN, , syf.157) ( Fuzûlî’yi anlamak ve anlatmak için, başka çalışmalarda sayfalarca kelâmı devşirebilmemiz dileği ile…)

Son Söz:

Derler ki, “Gök kubbenin altında söylenmedik hiç bir söz kalmamıştır.” Ancak bütün sözler yeniden yorumlanmaya muhtaçtır. Bu yorumları laf ile değil kelâm ile söylemek için yeni söz ustalarına muhtacız.” Geliniz, Osmanlı şiiri (Ve dolayısıyla Osmanlı Türkçesi deyince) bir tekerleme gibi yalnızca “fâilâtün, fâilâtün…”demekten vazgeçip bu şiiri tanımaya niyetlenelim. Korkmayınız, tanıştığınız zaman bu mısra’larla tarihin satır aralarına girecek, belki de büyük büyük dedelerinizden birine rastlayacaksınız ve diyeceksiniz ki “Gerçekten de bu şiir (ve bu dil ) bizi anlatıyormuş.”

Günümüzde her akla gelen ilk sözün boş laf oluşu (bir saniyeye ne kadar çok lakırdı sığdırdığı ile övünenlerin belâgat ustası! sayıldığı) ve bu sebeple, dilimize ve dil mirasımıza sahip çıkamayışımız sadece Edebiyat öğretmeni olarak değil, bir Türk olarak da beni derinden üzmektedir. Belki de ondan ola ki, Osmanlı Türkçesinin ve Dîvan şiirinin zenginliğini, inceliğini yazmak dileği ile başına oturduğum bu yazıda boş lakırdı söylerim korkusuyla; ya Dîvan şairlerinin bizzat kendilerine ya da onların kelâmlarını (beyitlerini) uzun yılların tecrübesi ile açma bahtiyarlığına erip kırkıncı kapıya ulaşmada en ön saflarda yer alan edebiyat tenkitçilerine baş vurdum. İstedim ki, bizimkisi lakırdı olmasın. Bunca ustanın yanında kelâm mertebesinde söz ise bize düşmez. Bizim için, güzel Türkçemizin en yüce seviyesine ulaştığı yedi asırlık upuzun ve derin anlamlı bir dönemin, gençlerimizde ilgi ve merak uyandıracak birkaç dokunaklı sözünü dillendirmek ve üstâdların aktarıcısı olmak bile kâfidir.

Ancak şunları söylemeliyim ki; sadece şimdi ve gelecek için öğrendiklerimiz değil, geçmişimizle ilgili öğrendiğimiz her şey ya şimdi ayakta sağlam ve kendine güvenli durmamızı sağlar ya da bizleri yüksek moralle gelecek zamana hazırlar. Bir insanın duygu, düşünce ve hayâl dünyasının zenginliği o insanın dünyaya kök salmasında ve dimdik ayakta durmasında büyük rol oynar. Bütün bu hazinelere sahip olabilmekse, ana dilimize hâkim olmaktan, dil ustalarını yüreğimizi koyarak anlamaya çalışmaktan ve çağımıza göre yeniden yorumlamaktan, onlara ve eserlerine içtenlikle sahip çıkmaktan geçer. Dîvan şiiri ve şairlerine bu anlayışla yaklaştığınızda ve Osmanlı Türkçesinin kelimelerini ve dil inceliklerini öğrenmeyi bir zevk haline getirdiğinizde hem ecdadınızı daha iyi tanıyacak hem de kendinizi yarınlara daha sağlam hazırlayacaksınız. (Hayatın hangi alanıyla ilgilenirseniz ilgilenin, birer Osmanlıca-Türkçe Sözlük sahibi olmaya ve hayatınız boyunca bu sözlüğü kullanmaya var mısınız? Böyle bir davranışın hayatınıza ve dilinizin gelişmesine yeni kapılar açacağını hayretle göreceksiniz.)

Hâsıl-ı kelâm Fuzûlî’nin:

Asırlara damgasını vuran bir söz ustasının hayatımıza rehber olacak bir nasihatıyla yazımıza son noktayı koyalım:

Yine Fuzûlî’nin dilinden yapılan şu itiraf, Dîvan şâirlerinin aşka (dolayısıyla ilme, hayata, öğrenmeye, bilime, dile) bakışını özetlemek bakımından önemlidir.

“İlm kesbiyle pâye-i rif’at

Bir hayâl-i muhâl imiş ancak

Aşk imiş her ne var âlemde

İlim bir kıyl ü kâl imiş ancak”

Açıklaması: İlim tahsil ederek yüksek mevki elde etmek, ancak olmayacak bir hayâl imiş. Âlemde her ne var ise aşk imiş; ilim sadece kuru laftan ibaretmiş.

(*Başlıktaki DİL, hem lisan hem de gönül anlamındadır.)


Kaynaklar:

1. TARLAN, Prof. Dr Ali Nihat, ” Fuzuli Divanı Şerhi I”

2. PALA, İskender, “Âh Mine’l-Aşk"

3.TARLAN , Prof. Dr. Ali Nihat, ” Fuzûlî Dîvanı Şerhi III”

Not:Bu yazı, Lise 10.sınıf “Dîvan Şiiri” ünitesine giriş için hazırlanan ve bu üniteye başlarken öğrencilerle paylaşılan bilgisayar destekli “sunu”nun çatı metnidir.

 
Toplam blog
: 191
: 769
Kayıt tarihi
: 21.07.09
 
 

“Yazı yazmak” bir Yürek Yolculuğudur. Okumak ve yazmak bana Edebiyat alanının kapılarını açtı… Ed..