Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Mayıs '18

 
Kategori
Şiir
 

Sözcükleri Öpüştüren Şair: Özkan Mert

Sözcükleri Öpüştüren Şair: Özkan Mert
 

“Sözcükleri öpüştüren, dünyaya sataşan bir şairdir Özkan Mert. Cemal Süreya’ya göre her yönüyle gerçek bir şair; Salah Birsel’e göre kafadaki kan dolaşımını düzenleyen biri... Sıra dışı bir ezginin, düş gücü yüksek, coşkulu, içten, sıcak, cesur, çağrışımları zengin bir şiirin öncüsüdür Özkan Mert. Sözcüklerin seçimi, düzenli akışı, duyguların niteliği, şiirlerine öylesine işler ki, okurun alıştığı düşünce düzeni daha ilk dizelerden parçalanıp yok olur. Şiirlerinde ironik bir yan vardır, ancak yine de ironiyi aşan bir şeyler söz konusudur. Özkan Mert, şiirinde gülleri ve ırmakları gezdirir, onlara şarkı söylemesini öğreten ilk şairdir. Yüreği dünyanın ortasında bir menekşedir. Her üzüntüden bir avuç gökyüzü çıkartır. Hayatı bir ihtilaldir. İnsanı kucaklayan, insana koşan şiiri, maviden daha mavidir. Küçücük bombalar gibi dizer sözcüklerini. Bir ipe inci taneleri gibi geçirir özlemlerini. Kimi zaman çorak bir toprak gibi parçalansa da yüreği, caz ve tango onu iyileştirir, şiir ise kurtarır yaşamını.” (Orhan Tüleylioğlu)

Edebiyatın çeşitli sesleri böyle tanımlıyor şair Özkan Mert’i. 60’lı yılların başında şiir yazmaya İzmir’de başlayan şair, eğitim için geldiği Ankara’da 68 olaylarının en sıcak günlerini yaşadı. İlk şiir kitabı ‘Kuracağız Her Şeyi Yeniden’ adlı kitabıyla 60 kuşağının protestocu öncü şairlerinden birisi oldu. İkinci Yeni şairlerine karşı çıkarak onların şiiri altında ezilmemiş ve şiirini toplumsal açılımlara yönlendirmiştir. Protesto şiirleriyle devrimci kitlelerin ve şiirseverlerin en çok sevdiği şairler arasında yer aldı. Şiiirleri eylemlerde, mitinglerde üniversite gençliğinin dilinden düşmedi. Şiir kitapları birçok yabancı dile çevrildi. Yıllarca İsveç Devlet Tiyatrosu’nda, Uluslar arası Tiyatro ve Kültür Projeleri Yönetmeni olarak çalıştı. İsveç’te yaşayan Türkleri, İsveç Devlet Tiyatrosu çatısı altında topladı. Yıllarca İsveç’te yaşamasına karşın İsveçliler gibi değil, Türk usulü şiir yazdı. Geçtiğimiz günlerde İzmit’teki Kitap Pastası Kafe’de okurlarıyla bir araya gelen Özkan Mert, İşte kendi şiirini anlatıyor:

Ben asla kendime sansür koymadım
“Benim şiirlerim ironiktir, keskindir ama okuduğun zaman bir sevinç duyarsın. Bir denge, bir yapı vardır. Ben en umutsuz olduğum anlarda bile yazdığım şiirlerde bir sevinç olsun isterim. İnsanlar içlerindeki  umudu yitirmesinler isterim. Benim şiirim özgür bir şiirdir. Hiçbir şeyden korkmadan, hiçbir şeyden çekinmeden, yaratıcılığını en sonsuz boyutlara kadar kullanabilme gücüdür. Ben asla kendi kafama sansür koymadım. Hatta bazı şiirlerde çok erotik sözler geçer ve ‘Hocam, bunu nasıl yazarsın?’ derler. Ben yazmasam kim yazacak bunu? Politik anlamda da bu böyle. Bazı kişilere küfür etme hakkın yoktur belki ama onu şiirde öyle ince bir yerden yakalayabilirsin ki o küfürden daha büyük etki yaratır.

İnsanların üzerine bir şelale dökmeye çalışıyorum
Ben kendi şiirimi bir nehir gibi düşünüyorum. Sonsuza akan bir nehir düşünün. Bu nehir akıyor ve her gittiği yere bir şey bırakıyor. Oradan bir şey alıyor, kıvrılıyor, beşe bölünüyor. Ama onun kolu, değişik yerlerden ve değişik kültürlerden geçerek sonunda bir yerlere geliyor ve önünde de bir şelale var. Benim yaptığım budur. Bütün hepsini derleyip toparlamak, belli bir sentez içerisinde tokat atmak. Yapmaya çalıştığım, bir şelale de insanların üzerine dökmek.

Balık denizde ne ise, politikada şiir de odur
Şiirle politika arasında tıpkı yaşamla olduğu gibi bir ilişki var. Bu konuda pek çok yazı yazdım. Ben hep şunu söylemişimdir Balık denizde ne ise, politika da şiirin içinde olmalıdır. Hiç kimse bu denizde neden balık var diye sormaz. Politika da şiirin içerisine öylesine güzel ve mükemmel bir şekilde yerleştirilmelidir ki hiç kimse bunu fark etmemelidir. Bunu algılamalı ve bu aklında yıllarca kalmalıdır. Mesela benim ‘Ben Savaşçı Değil, Gül Yetiştiricisiyim’ şiirim tamamen politik bir şiirdir. Ben savaşçı değil, anti militaristim, barışçıyım demektir. Bunu nutukvari veya sloganvari de söyleyebilirdim. O zaman şiir olmazdı.

Şiirde sözcük fazla olmamalıdır
Şiirde hiçbir zaman tek bir sözcük bile fazla olmamalıdır. Her şiirin mutlaka bir anlamı ve konumu olmalıdır. Bunu sinemacılar iyi bilirler. Bir sahne çekileceği zaman yönetmen en küçük noktasına kadar hesaplar onu.   Sadece çekeceği sahne vardır. Şiirde de aynı şekilde tek bir sözcük fazla olmamalıdır.  Bazen 10 sayfalık bir şiir yazarsınız, hiçbir kelimesi fazla değildir. Bazen ise 5 dizelik bir şiir yazarsınız ancak 4 dizesi fazladır. Bunu da anlamak ince bir iştir.”

Başka bir ülkede kendi dilini yeniden kurmak zorundasın
Özkan Mert, İsveç’te yaşadığı yılların şiirine olan etkisini ise şöyle açıklıyor:  “Başka bir ülkede kendi koordinatlarını, kendi dilini yeniden kurmak durumundasın. Yurtdışına giden 10 yazardan 9’u başarısızlığa uğramıştır. Yurtdışına gidip yeni bir kültür altında olmak zor. Senin Türkçen orada 77 dilin etkisi altında. O zaman sen kendi dilini, kendi köklerini yeniden keşfetmek durumunda kalıyorsun. Nitekim o dönemde benin 4-5 yıl bir suskunluk dönemim oldu. Özkan Mert şiiri bıraktı diye yazılar yazıldı. Aslında ben şiiri bırakmamıştım. Sadece düşünüyordum nasıl bir şiir yazmalıyım diye. Bu benim için bir gelişim süreciydi.”

Özkan Mert, Cemal Süreya ile ilk tanışma anını şöyle anlatıyor: “Daha bir lise talebesiydim. Diren Ey Kalbim adlı şiirimi yazmıştım. Şiirimi aldım, Papirüs dergisinde Cemal Süreya’nın yazıhanesine götürdüm. Kapıyı çaldım. Cemal Süreya kapıyı açtı. ‘Ben Özkan Mert’ dedim. ‘Öyle mi? Gel gir bakalım’ dedi. Bir çay ısmarladı. ‘Ne istiyorsun, söyle bakalım’ dedi. ‘Hocam, bir şiir yazdım. Adı Diren Ey Kalbim. Bunu derginize vermek istiyorum’ dedim. Aldı şiirime baktı. ‘Güzel beğendim. Yalnız bu şiiri dergiye basarsak seni de içeri atarlar, beni de içeri atarlar, bu dergiyi de kapatırlar. Sen git bunu düşün gel’ dedi. Daha sonra bu olayı günlüklerinde yazar. Der ki ‘Özkan Mert geldi, şiirini getirdi. Git düşün dedim. Sonra gitti üç gün üç gece düşündü geldi’ der. Oysa ertesi gün gelmiştim. (Gülüyor) ‘Bas şiiri’ dedim. Basıldı. Dergi de toplatılmadı, onu da içeri atmadılar, beni de içeri atmadılar. Onunla ilk tanışma anım oydu.

En büyük eksikliğimiz tavır alamamak, tavır koyamamak
Avrupa’da insanlar birey olmasını öğrenmiş. Birey olmak demek, özgürce düşünmek demektir. Özgürce düşünmek fikir üretmek, özgürce fikir üretmek ise dünyaya karşı bir tavır koymaktır. Sürüden biri olmamaktır. Bizim en büyük eksikliğimiz tavır alamamak, tavır koyamamak. Bizim eğitim sistemimizde soru sormasını bilmiyor insanlar. Geçtiğimiz günlerde bir üniversiteye konuşmacı olarak gittim. Önümde profesörler ve öğrenciler vardı. Konuşmamı bitirince beni soru yağmuruna tutacaklarını düşündüm. Ama salonda çıt yoktu.”


 

 
Toplam blog
: 6
: 163
Kayıt tarihi
: 01.03.18
 
 

Bayan Rosa, umut verici insan hikayelerinin yer aldığı bir yaşam blogudur.  Eğer sizin de paylaşa..