Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Haziran '08

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Suriye günlüğüm

2 Nisan 2008

Saat: 21:59

22. 55’te Hatay uçağında olucam. Niye, ne işim var? Hatay’da hiçbir işim yok. Ama Suriye’ye gidip bir an önce Arapça öğrenip gelmem gerek. Yani aslında çıktığım yolculuğun ilk durağı Hatay, sadece. Oradan da Şam. Geçen yılki İran macerasından farklı olarak Şam’da kalacak yer ve kurs falan ayarlayabilmiş değilim. Oradan Türk bir öğrenci ile yazıştım sadece. Güllü. Bana yardımcı olmaya çalışacağını söyledi. 2 ay ordayım.

Bu gece Hatay’da Aynur’un anne-babasının evinde kalıcam. Herhalde 1 gün Hatay’ı gezerim.

Çok da heyecanlı değilim yahu. Alıştım mı ne? Gelecek yıl nere gitsem acep? Düşünelim…

4 Nisan 2008

Şam'dayım tabii. Ama henüz havasını soluyabilmiş değilim. “Öğrenci mizaçlı” biri olduğumdan yine öğrenci yurduna attım kapağı. Nasıl? Anlatıcam.

Hatay’da bir gece kaldım. Mevlüt Amca ve Nesibe Teyze’nin -ki Aynur’un anne-babası olurlar-, evinde. Bir ahbablarının Suriye’de okuyan yeğeni ile telefonda görüştüm: Fatma. Bana yardımcı olması için rica ettiler. Ama o da bugün Antakya’ya dönmek zorunda olduğu için yukarıda adı geçen Güllü ile tekrar bağlantı kurdum ve işte bu öğlen yola çıktım. Hatay- Şam arası otobüsle 5-7 saat sürüyor ve ücreti çok makul. 10ytl. Ama otobüs şirketi Mevlüt amcanın akrabası çıktığı için (bu hiç şaşırtıcı değil çünkü orda herkes akraba) misafir olarak geldim. Şam’da Güllü karşıladı beni ve kaldığı yurda getirdi. Kaçak öğrenciyim şu an. Burada Güllü’nün birçok Türk arkadaşı kalıyor. Şimdi onlarla çay içiyoruz. İranlılar da var burda ama gidip sohbet etmeğe cesaret edemedim. Farsçama güvenemiyorum. Burada İran Kültür Merkezi de varmış , Güllü derslerine katılıyor. Tabii ki bu fırsatı kaçırmam, ben de gidicem yarın, kaydolucam.

5 Nisan 08

20.10

Yatağıma (benim oldu hemen) oturmuş Kadıköy’den aldığım keçiboynuzlarını dişliyorum.

Gece çok zor uyudum, erken uyandım. 17’ye kadar yurtta vakit geçirdik ve kalacak yer ve vize uzatma konusunda hiçbir şey yapamadık. Sonra İran Kültür Merkezi’ne gittik. Aynı Ankara’daki gibi Yedullah Semere’nin kitabını okutuyorlar. Sınıfa girer girmez geçen geçen yıl İran’daki sınıf arkadaşım (Alman) Nadya ile karşılaştım. İlginç değil mi?

Farsçada çok gerilemişim moralim bozuldu. Arapçam da yok daha da moralim bozuldu. Kalacak yerim ve gidecek kursum yok, daha daha…. Neyse hoca ödev verdi bari ona çalışayım.

Çok pis burası yahu…

10 Nis. 08

00.47

Yeni evimdeyim. Bu sabah taşındım. Geçen gün internette üye olduğum bir forum sitesinden burada kursa gelen bir kızla tanıştım (Sümeyra). Dün buluştuk bu sabah ev arkadaşları oldum, en azından bir süreliğine. Ebunnur adında bir kurumda Arapça kursu görüyorlar ve Türklerin bolca bulunduğu Rükneddin mahallesinde oturuyorlar. Evde Özlem ve Sümeyra’dan başka iki de Arap kız öğrenci var. Ben de hemen kursa kayıt oldum. Burası İstanbul Fatih’e benziyor. Başı açık gezen tek bayan yok. Bazı Türk kızları gözlerini dahi göstermeyen peçeler takıyorlar. Erkeklerin bir çoğu takkeli ve sakallı. Türk erkekleri konuşurken bayanların yüzüne bakmıyorlar. Beraber görülmekten zinhar kaçıyorlar. Böylesini Türkiye’de hiç görmedim, hatta İran da bile görmedim. Çok şaşırıyorum..

Neyse ben de çevreye uyumlu olduğum için hemen Hamidiye Çarşısı’ndan buraya özgü bir başörtüsü satın aldım ve taktım. Kursta sadece kızlar olduğu halde (kızlarla erkekler ayrı binalarda) başı açık derse girmek yasak.

Benim aslında 1. kurun ortasından başlamam gerekiyordu ama Özlem ve Sümeyra’nın (2. kur) derslerine katıldım ve bana biraz çalışırsam yetişebilirim gibi geldi. Ben de 2. kura yazıldım yani. Özel ders de alıcam.

Gelelim Suriye’ye. İran’dan sonra bana çok ilginç gelmedi açıkcası. İnsanlar mahalle mahalle değişiyorlar. Kıyafetler bir garip. Altına daracık tayt giyip başını sımsıkı bağlayan kızlar, uzun elbiseli adamlar, simsiyah, her tarafı kapalı çarşafların yanı sıra gayet açık saçık sayılabilecek kıyafetler dolaşıyor ortalıkta.

İnsanları hakkında henüz bi izlenim oluşmadı ben de. Ama bugün Özlem’in başına gelen bir olay bu mahallede evlilik kurumu algısını sezmek açısından hayli ilginç geldi bana. Şöyle aktarayım: 2 kapalı kız (biri Özlem) yolda giderken teyzelerden biri yaklaşıp soruyor Özlem’in arkadaşına Özlem’i kastederek:

- Arkadaşının telefon numarası var mı? Versene.

- Teyze, nişanlı o (çokça istimal olunan kurtulma bahanesi ki Türkçesi “manyak mısın, ne verecem numarayı” olur).

- Hadi yaa. E peki kardeşi var mı? Pek güzelmiş maaşallah…

- Yok teyze. (Git başımdan)

- Hmm. Amca kızı, dayı, hala kızları, ne biliim uzak akraba da olur?

- Yok teyzecim hadi… İş güç yani, bak..

- Hee… Bak ne dicem. Tanıdığınız bildiğiniz bekar bi kız var mı o zaman, diyim ben?!

- ….

Teyzeee, bak sağda inişte merdivenin canibinde bi manav var, bi ona sor be. Hem koklarsın da almadan önce. Yallah!

Uyku vaktii.

13. Nisan 08

Evdeyim. Yani evdeyiz hep beraber. 6 kız. Nasıl sığıyoruz bilmiyorum. Dışarı çıkasım da yok günlerdir. Dışarda rahatsızlanıyorum. Cadde-sokak dinlemeden her tarafa, , üstüme başıma, son olarak burun deliklerimden sinirlerime nüfuz eden kesif mazot kokusuna- artık o koku değil başka bir şey oluyor, belki mai..- mutemadiyen maruz kalmak başımı ağrıtıyor. Yani beynimin kıvrımları bile mazot dolu şu an. Dizelim ben artık…

Oturduğum mahallenin Türklerle dolu olduğunu söylemiştim. Ne enteresan yer.. daha doğrusu durum enteresan; gurbette yakın mahallerde oturan soydaşlar birbirini sürekli gözleyip, onlardan kendilerini sorumlu hissediyorlar nedense. Bu her zaman iyi bir şey değil; yanlış yaptığınızı düşündüklerinde de müdahaleci olabiliyorlar. En azından takip altında olduğunuzu hissediyorsunuz. Onlar gibi olmadığınızda sizi ilk ayıplayacak olanlar yine soydaşlarınız oluyor diğerleri değil. Onlar gibi olmaya çalışıyorum. Başörtüsü satın aldım. İran’daki gibi bir kanun olmadığı halde bu mahallede sürekli takıyorum. Özgür irademle (!)… “Mahalle Baskısı” budur işte.

15 Nisan 08

Bu arada evimiz penceresinden aşağıya bakıldığında mezarlık görüyoruz. Özlem arada bir beni korkutmaya çalışıyor.

Biraz biraz dışarı çıkıyorum bu sıralar. Tekke Süleymaniye’ye gittim. Mimar Sinan’ın yaptığı bir Külliye burası, Osmanlıya ait olduğu çok belli. Arap camileri daha sert ve köşeli hatlara sahip sanki. Suriyeliler Osmanlı mirasından yararlanıyorlar ama Osmanlının hüküm sürdüğü 400 yılı işgal olarak adlandırıyorlar. İlginç..

Geçtim bu konuyu…Suriye hiç de ucuz bir ülke değil. Evet, Türkiye’de daha fazla para harcarsınız ama yaşam standardınız kesinlikle daha yüksektir orda. İmkanlar kısıtlı burda. Evler kötü ve kiralar hakikaten yüksek. Oturduğumuz ev 400 ytl’ye geliyor aşağı yukarı. Bir ailenin oturabileceği bir daire değil halbuki.

Hristiyan mahallesi Babtuma’yı da gördüm şöyle bir. Orda bir kadından özel derse başladım. Saati 300 suri (8.5 ytl kadar) Turistik olduğu için daha pahalıymış buralarda hayat. Surlarla kapanmış küçük bir şehre benziyor. Birkaç kapısı var muhtelif yönlerde.

Müzik dinliyorum. Bu Araplar hakkaten pek arabesk yahu. Sevemedim müziklerini.

16 Nisan 08

Babannem ölmüş dün. Geçen gün komaya girmişti. Şeker hastalığı bitirmiş kadıncağızı. 83 yaşındaydı sanırım. Her telefon edişimde bana öğüt verirken onunla gurur duyardım. Çok akıllı bir kadındı. Ölümü üzücü ama yaşlıydı işte. Yaşasaydı iyi olurdu; Her ölüm erken ölümdür.

20 Nisan 08

Bugün sınav oldu kursta. İyi geçti. Yetiştim diğerlerine sanıyorum.

21 Nisan 08

Günler çok çabuk geçiyor. 16 gün olmuş geleli. Dün siyahi vizesi aldım. 2 ay burda kalma iznim var artık. Bu işi yapabilmek için bir Türk gençten yardım aldık.

Bu ay sonu evden ayrılıyoruz. Özlem ve Sümeyra evin konumundan memnun değiller. Zaten 2 aylığına tutmuşlar evi ve 2 ay, 30 Nisan’da doluyor. Ev sahibesi dün tutturmuş 25’inde evi boşaltın diye. Gecenin bir yarısı da geldi tekrar tebliğ için. Arap kızlar sözleşmeyi gösterince ses çıkaramadı. Kadın burada sadece Türklerin oturduğunu sanıyordu ve onlara eziyet etmek de kolaydı ona göre. Arapça konuşabilmekten (o da ammice haa) başka erdemleri olmayan bi ton insan işte.

23 Nisan 08

Çocuk Bayramımız kutlu olsuun!!

Yeni bir özel ders hocası buldum. 6 saat ders 500 suri. Yani 13 ytl kadar. Harika değil mi? Suriye’nin en çok bu tarafını sevdim (bir de çayını) .

Yoksa öyle ahım şahım bir yer değil burası. Buraya Türkler dil ve din ilmini öğrenmek için geliyorlar. Arapçayı öğrenme istekleri de önemli ölçüde din kaynaklı. Şimdiye kadar tanıdığım Türk bayanların hemen hepsi kapalı. Suriye’yi Türkiye’den özgürlükçü buluyorlar. Üniversitelerde baş açma (ya da kapama) zorunluluğunun olmaması rahatlatıyor onları. Haklı buluyorum onları. Ama buranın özgür bil ülke olduğunu söylemek için yeterli değil bu. Burada tanıştıklarım (Türk-Arap- Dağıstanlı- Rus vs.) genellikle ilmi sadece İslam’ı bilmek ve ona göre hareket etmek olarak algılıyor. Kendileri gibi olmayanı da dönüştürmeye çalışıyorlar üstelik. Ev arkadaşım olan Münteha (Arap) neden hicaba girmediğimi sordu geçende. Ve cennete giden yolun kapkara kapanmaktan geçtiğini anlatmaya çalıştı. “Ben zaten orda olucam, seni karşılarım. “ dedim ben de. Geçen gün başımda eşarp vardı, bandana gibi takmıştım. Bir tezgahtar “Neden arkadaşın gibi kapatmıyorsun başını?” dedi. Merak ettiğinden değil, uyarıyor beni aklınca. “Ben kapalı değilim zaten kız kardeş, aha da bak sıyırıyorum bu eşarbı da. Sinir ettiniz zati.” Biraz daha saklansam niye daha fazla saklanmıyosun, diyecekler. Bunun sonu yok ey Türk gençliği! Hiçbir zaman yeteri kadar kapanamayacaksın, hep daha uygununu gösterecekler sana.

Burda bir de Esed’ler sorunsalı var malum. Hafız ve Beşer Esed.. Seçimle reis olmuşlar ama riyaset babadan oğula geçiyor nerdeyse. Muhalefet cılız, yok gibi. Hiç kimse haklarında tek kelime etmiyor. Beni de uyardılar başta. Müthiş bir korku ve bir o kadar dalkavukluk. Berber dükkanından eczaneye, arabalardan evlere kadar bütün camlarda Beşer Esed’in resimleri. Yahu siz hiç portakal kasasına başbakan resmi yapıştıran pazarcı görüp duydunuz mu? Bu ne sevgi ahh!! Biz de bu kadar Erdoğan resmi olsa kaçardım ülkeden dönmemecesine. Olmaz inşallah…

Gelecek hafta taşınıyoruz. Ev aramak lazım.

25 Nisan 08

Bizim kızlar bugün Yebrud’a gittiler. Şam’a 1 saat uzaklıkta bir kasaba. Halk bunlarla çok ilgilenmiş. Ama iletişim kurmakta çok zorlanmışlar; çünkü halkın büyük çoğunluğu fusha Arapça bilmiyor. Ammice konuşuyorlar. Fusha konuşmaya çalışanlara da istihzayla bakıyorlar.

1 Mayıs 08

Bugün İşçi Bayramı. Kutlanıp kutlanmadığını bilmiyorum ama resmi tatildi. Bizim içinse pek bayram olmadı. İki gün önce kira kontratında belirtilen süre bitti. Ev sahibi de sürekli bizi bu yüzden rahatsız ediyordu. Emlakçının bizim için bulduğu evi de kiracı çocuklar henüz boşaltmamıştı. Bugün tekrar emlakçıya gittik, ev sahipleri de geldi. Acayip bir kavga çıktı. Onları etkilemek umuduyla “Siz müslüman değilsiniz?” (Soru anlamı vermeye çalıştım ama…) deyince, kıyamet koptu. Aslında sanırım evlerinde birkaç gün daha beleşe (beleş, bilâ-şey’den geliyormuş bu arada) kalmamız ihtimali delirtti adamları. Ben de iyi tehdit salladım ama, anladığını sanmıyorum… Zira ben de onun hakkımızdaki iyi temennilerini anlamış değilim.

Neyse emlakçımız bizi başka bir eve götürdü. Hamam böceklerinin (“sarsur” burdaki adı) ölülü dirili raks ettikleri bir ev. Be ev sahibesi, bari lavabodaki 38 ölü sarsuru alıp çöpe ataydın!! Derhal, çocukların bugün boşaltması gereken, bahsi daha önce geçen eve döndük. Evde kimse yoktu. Ev sahibi anahtarıyla eve girmeye çalıştı; nasıl yani?! Kapı açılmıyordu, çünkü içerden kilitlenmişti. Şok! En sonunda eve açılan başka bir kapıdan girdiler. Haneye tecavüz!! Evde saklanmış olan öğrenciler. Adamların zorla evlerine girmeleri yetmiyormuş gibi bir de bir ton azarladılar onları. Efendim akit süreleri bitmiş (halbuki 1 gün daha varmış bitmesine), ne diye boşaltmıyorlarmış, bir de saklanıyorlarmış, yalancıymışlar. Çocuklar utanç içindeydiler. Moralimiz bozuldu.

Eşyaları topladık ve komşu kadının evine bıraktık sonunda. Bir arkadaşın kaldığı yurtta kalıyoruz bu gece. İnşallah yarın boşaltılar evi. Gergin bir işçi bayramıydı yani. (Türkiye’de feciymiş, öğrendim.)

6 Mayıs 08

Evdeyim. Ama hangi ev? Yukarıda bahsi geçen değil. O olmadı. Olamadı. Oldurmadılar. O sabah eve gittiğimizde gençler evi boşaltmamıştı. Ev sahibesi- emlakçı ve kiracı gençler arasında tekrar çıkan ateşli tartışmada biz sahibe-emlakçı cephesinde yer alıyorduk zira o eve hemen taşınmamız lazımdı. Neyse çocuklar ikna olup evi temizleyip(!) çıktılar, biz de muradımıza erdik(!) 1 oda 1 salon evde tekrar 3 kişi 3 saatlik yorucu bir temizlik performansından sonra etrafı kontrol edelim dedik. (Bu evin kirası yaklaşık 300 ytl, eşyalı bir ev. Tüm zaruri eşyalar var yani.)Gardrobun 3 kapısından biri kilitli, birinde sahibenin kıyafetleri.. Evin her köşesinde sahibenin özel eşyaları. Koltukların bazalarında bile.. Çamaşır makinesi bozuk. Klozet kırık. Tv uydusu çalışmıyor. Sahibemiz geldiğinde bunları dile getirdik; eşyalarını ve leş gibi halılarını almasını ve bozuk kırık eşyaları tamir ettirmesini istedik. Kabul etmedi. Buradaki ev sahiplerinin evi kiraladıktan sonra da evi kullanma hakkına sahip olduklarını zannettiklerini duymuştum. Bu da öyle bi manyak çıktı. Neyse yine tartışma çıktı, ertesi gün de ordan ayrıldık. Kızlar bütün gün ev aradılar ancak akşam bir ev buldular. İşte şimdi o evdeyim. Sümeyra bizden ayrıldı, Özlem’le ikimiz kalıyoruz.

Burada en sevdiğim yiyecek bakla içi (alternetifsizlik..). Ful diyorlar. Çiğ de yeniyor. Ful yiyorum, çiğ.

Geleli bir ay oldu 500 euro harcamışım.

3 gün önce BM Suriye’ye ambargo kararı almış. Başta mazot olmak üzere her şeyin fiyatı artmış. Dolmuşlar 5 liraydı 10 lira oldu. Fulun kilosu 35 liraydı 40 oldu:(

18-19 Mayıs 08

Gece yarısını geçti. Günlerdir yazmadım çünkü Arapça öğrenme çabaları dışında pek anlatılacak bir şey yok hayatımda. Haftanın 5 günü ikişer saat özel ders alıyorum yaşlı sayılabilecek bir hocadan; Yahya. Yahya hoca tanınmış, iyi bir hoca üstelik bize göre hizmetinin karşılığı inanılmaz az; bahsetmiştim. Bu fırsatı değerlendirmeye çalışıyorum. Ders verirken Arapça telaffuzum konusunda beni bazen fazla bunaltıyor. Buna hiç gerek olmadığını, Arapça konuşmayı düşünmediğimi (düşünemeyeceğimi), bunun üzerine çalışmanın zaman kaybı olduğunu defalarca anlatmaya çalıştım ama adam ayın’ları yeterince çatlatmadığım, hı’lar gereğince hırıldatmadığım, hemzelerde bilmem ne yapmadığım ve saire için mızırdanıp duruyor. Bir keresinde sert çıkmak zorunda kaldım. Enteresan adam. Osmanlıcı. Abdülhamit’i çok seviyor bazıları gibi. Onun “Müzekkirât”ından bir parça okuttu bana geçende. Osmanlıca. Zannımca Türkiye’de baskısı yok. İttihat ve Terakki Cemiyetinin Sultan’ı tahttan indirme sebebini, Filistin’i İsrail’e vermek istememesi olarak açıklıyor. İttihatçıları siyonist olmakla suçluyor. Hoca sanırım Atatürk’ü de İttihatçı sayıyor/sanıyor ve ondan nefret ediyor.

Farsça kursuna da devam. Suriye’ye ilk geldiğim günlerde Farsça bilen Araplarla oldukça iyi anlaşıyordum. Şu anda ise Farsça cümle kuramaz oldum. Arapça kelimeler dilime hücum ediyorlar konuşmaya başlar başlamaz. Ene uridu en harf be-zenem gibi Arabi-Farsi karışık cümleler utandırıyor beni, ağzımı açmıyorum…

Arapça kursu oldukça iyi. Yüksek notlarla 3. kura geçtim.

Halep’e gitmiştik bugün biraz önce döndük. Şam’dan daha güzel bir şehir. Sadece renkleri benziyor Şam’a; toprak rengi… Hükümet şehir içindeki binaların renkli olmasına izin vermiyor. Savaş halinde (muhtemel düşman İsrail elbet) kamu binalarının uydudan seçilememesi için böyle bir uygulama varmış, dendi ki saçma. Halep Kalesi, Zekeriya Cami ve Kapalı çarşıyı gezdik. Antep’e çok yakın olduğu için satıcıların çoğu alışveriş hali Türkçesi biliyorlar. “Gel madam, gel anne, çok ucuz, acele etme, bir milyon ver vs…” Pazarlık yapmana gerek yok, onlar kendi kendilerine yapıyorlar. Örneğin tespih 15 dolardı, arkanı döndün 10 dolara düştü, bir adım attın 5 dolar, bir daha 3, 2….. “1 dolaaar, geeel”! diye bağırışını duydum en son, mübalağasız.

Türkiye, İran, Suriye. Biraz biraz bildiğim yerler. Doğu yani… Ne acı.. Batı’da akıl, Doğu’da duygu yönetir dedi ya büyüklerimiz ve derler hala, doğu mistiktir, gönüldür dedik de hüviyetimizi belirledik, rahatlattık ya kendimizi… Burası Doğu işte, gel gör. Sokaklarda yediği cipsin paketi için çöp aramayan, yerlere tüküren, işaret parmağı burnunda dolaşan, hamam böcekleriyle yaşamaya, lokantalarında onları beslemeye alışmış, duygulu insan işte Doğulu. Çöplerinin suları sokaklarından akan insanlara mı vaad edildi Kevser Irmağı? Pazarda elleriyle çörek yapıp elleriyle satan adam yine o apdestli(!) elleriyle çıplak ayak parmakları aralarından temizliyor “mistik”lerini. Gönlü tanrı aşkıyla kavruluyor mutlak, otobüste terliklerini çıkarıp koca, kokulu ayaklarını koridorda serinleten Suudi’nin. Doğulu, seni uyarıyorlar, senden tiksiniyor Batı… Çook duygulusun, gönül gözün açık, sesin de güzel, süslü ve kıvraksın üstelik… de,

Kokuyorsun Doğulu, ne zaman yıkanacaksın!!?

23 Mayıs 08

Saat: 18.30

Gergin gergin oturuyorum evde. Annem ve Hatice abla şu an Suriye sınırları içindeler. Sabah İzmir’den uçakla Antep’e geldiler, vize almak için konsolosluğa gitmişler ama pasaport Kütahya’dan alındığı için sorun çıkarmışlar. 6 saat uğraşmışlar oradan bir ikametgah belgesi alıp vize çıkartmak için. Sonunda Halep’teler. Haberini aldım şimdi.

Geçen Halep’e gittiğimde üniversiteye de uğradım. Orada Türk Dili bölümü öğrencisi olan Ali ile tanıştık. Türkmen kendisi. Ondan kendi dilleri ile yazılmış eser istedim. Bana kendi defterinden birkaç Köroğlu, Karacaoğlan şiiri getirdi. Devamını da gönderirim, demişti. Onu aradım, devamını annem geldiğinde verebileceğini söyledim. Ben annenle ilgilenirim dedi ve hakikaten de garajda karşılamış onları, gezdirecekmiş biraz. Belki bir otele de yerleştirir geç oldu çünkü buraya gelmeleri için. İçim rahat şu anda. Geçen sefer Doğulular hakkında yazdıklarım biraz sert kaçtı gibi şimdi bakınca. Doğu insanının bu vefakâr tavrını da Batı’da bulmak pek kolay olmuyor. Teşekkürler Ali. Sana ve senin gibilere.

Özlem İstanbul’da şu anda. Benim de sınav tarihim belli oldu. Planladığımdan 15 gün önce ayrılıyorum burdan. Haziran başı yani. Deli gibi çalışmalıyım.

28 Mayıs 08

Saat: 10:10

Annemleri geçirdim garaja kadar. Öğleyin dersim var. Bir saat dinleneyim.

Annemler Halep’teyken Ali ve Arkadaşı hakikaten çok ilgilenmişler onlarla. Çarşıda iyi bir alışveriş yapmışlar ve Türk parası harcamışlar çoğunlukla. Tabii pazarcılar da daha önce anlattığım gibi Türkçe konuşmuşlar onlarla. Yabancı bir ülkede olduklarını idrak edememişler. Şam’a gelince de annem sanki Türkiye’nin daha önce gitmediği bir şehrindeymiş gibi davranmaya devam etti. Satıcıya, kumaşçıya, dondurmacıya“Oğlum bakar mısın buraya?” , “Fıstığı bol olsun?” “ Yüz lira mı dediniz, kaç dediniz?” gibi soru ve istek cümleleriyle yaklaşmakta ısrar etti bir süre. İlk gün bensiz dolaşabileceğini sanıyordu üstelik; “Sen dersine git, biz bi taksiye atlar, dolaşırız.”:)

Ben de öğrendiğim azıcık Arapçamla biraz biraz anlaşabildiğim için insanlarla, epey hava attım ona. Beni Arapça biliyor zannediyor annem artık. Halbuki kaç fırın Arapça-Türkçe sözlük tüketmem lazım daha.

Annem Arapları Türklerden daha pis ama daha sıcak ve yardımsever buldu. Buraya gelmeden önce onlara önyargıyla baktığını itiraf etti. Hakikaten biz “Arap” dendiğinde iyi şeyler hissetmedik hiç. Biraz küçümseyerek baktık onlara sanki. İçinde Arap sözcüğü geçen cümleler pek de övgü cümlesi olmadı. Karmakarışık, sıkıntılı durumlar için “Arap saçı”deriz. Osmanlıda Afrika’dan köle olarak getirilmiş cariyelere zenci kadın değil de “Arap bacı” demişiz. Hatta “Camdan bakan Arap kızı”nın bile dışarda diğer çocuklarla oynamasına izin olmayan zenci bir köle çocuğu olduğunu söyler Sunay Akın. Başka neler var? "Aman canım, hiçbirini istemem , benden uzak olsunlar" manasında “Ne Şam’ın şekeri ne Arab’ın yüzü (ki aslı zekeridir)” mesela. .“Arab’ın gazabından kork; çünkü fena kırmızıdır.” Yok, o ‘Şarabın’dı.

Niye böyle bu Araplar yahu? Anladıysam Arap olayım!!..

1 Haziran 08

Bu kadar olur mu yahu? Bu kadar gürültü yapılır mı? Zaten minnacık bir bina yapıp 4 daireyi sığdırmışsınız içine. Sanki yan odadan geliyor sesiniz. Duvarlar o derece. Yok sanki. Yanda öğrenciler var, çalışırlar, belki geceleri uyuyorlardır, denmez mi? Yook yok. Kaç kere uyardım. Kadını erkeği, çoluğu çocuğu hep yüksek volüm. “Uskutuu!”

Cumaya dönüyorum memlekete.

5 Haziran 08

Bugün kendimi azad edilmiş gibi hissediyorum. Saat 16.00 itibarıyla Arapça derslerim sona ermiş bulunuyor. Yarın gidiyorum malum.

Özlem yarın Ebunnur’un yurduna taşınacak. Kızlar ev bulmakta çok zorlanmaya başladılar. Kiralık ev bulmak çok zorlaştı. Bu aydan itibaren tatillerini Arapça öğrenmek için burada geçirmek isteyen binlerce ecnebi akacak Suriye’ye. Tam zamanında gidiyorum yani.

Tabii 2 ay yeterli olmadı Arapça öğrenmem için. Ama olsun, temel oldu. Gelecek yıl başka bir dilde buluşmak üzere…

 
Toplam blog
: 3
: 3512
Kayıt tarihi
: 01.03.08
 
 

Eski türk edb. alanında doktora yaptım. ..