Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Şubat '13

     
    Kategori
    Öykü
     

    Taş ev

    Taş ev
     

    Güneş sabahları dış kapının camına vurduğunda çocuklar dışarı çıkar, kapının eşiğine oturur, gözlerini kamaştırır, güne merhaba derdi. Daha ilk taşlar konulduğunda her şey düşünülmüştü; geniş bir avlu olacak, samanlık ahır ve tandır avluyu çevreleyecek. Bahçe ise derenin hemen yanında kuyunun yanında olacaktı. Henüz kanalizasyon şebekesi olmadığından tuvaletin yeri de derenin dibindeydi. Kışları avlunun ortasında karların arasında bir koridor açılarak gidilirdi. Akşamları ise korku tüneline dönüşürdü bu yol. Ama yazları… Yazın herkes toplanırdı. Çocuklar uyurken büyükler erkenden bahçeye tarlaya giderdi. Şehir hayatı gibi değildi mesai saatleri, sabah namazından sonra başlar akşam ezanında biterdi. Haftanın yedi günü mesai vardı, yazları tatil olmazdı bu evde. Kahvaltı ve öğle yemeği çoğu zaman iş arasında geçiştirilirdi ancak akşam yemeği hiç aksamazdı, hemen hemen her gün aynı saatte, bütün aile fertlerinin katılımıyla gerçekleşirdi.

    Ve nice akşam yemeği yendi taş duvarlarım arasında. Çocuklar büyüdü, gelenler azaldı, avluda otlar yeşermeye başladı. Önce evin reisi; sabaha karşı kalktı, camiye gitti, namazını kıldı,  girişin solundaki ilk odada her zaman yattığı tahta somyanın üstünde tekrar uykuya daldı. Bir daha da uyanmadı. Onun deyimiyle eşi “Gülbitti” yalnız kaldı. O gün herkes toplandı, hüzünlü bir şenlik vardı. Sonra herkes yine gitti. Diğer yaza kadar kimse gelmedi. Otlar avlunun her tarafına yayıldı.

    En çok o gelirdi. Evin büyük oğlu annesini de alıp kapılarımı yine açtı. Bu sevinç de kısa sürdü. Girişin solundaki ilk odada tahta somyanın üstünde Satı Hatun bir gece uyudu uyanmayıverdi. Bütün kardeşlerin son buluşmasıydı bu. Pencerelerim demirlendi, kapılarıma kilit takıldı. 10 yıldan fazla sürecekti bu sessizlik.

    Onca geçen sessiz yıl beni yıpratmış, sıvalarımı dökmüş, tuğlalarımı kırmış beni viraneye çevirmişti. Bu yaz Ankara’dakiler yine geldi. Yanlarında bir sürü şey getirmişlerdi; kapılar, dolaplar, fayanslar… Hemen başladı çalışmaya, önce evin içine su tesisatını döşedi, taşıma su devrini kapattı. Banyo, lavabo ve tuvalet de diğer yeniliklerdi. Evin içinden bahçedeki kanalizasyon borusuna uzanan 30 metreyi 10 gün boyunca kendisi kazdı. Çocuklar gelmeden bu işi bitirmek istiyordu. Öyle de yaptı Ramazan Bayramı’nın arifesinde genişçe bir çukur kazarak boruları ana boruya bağladı.

    Kimsesiz geçen günlerimin ardından evdeki bu sesler neşe kaynağımdı. Sadece kazma kürek gürültüsü değildi beni mutlu eden, her gün birileri gelip gidiyordu. İçimden ne çok seveni varmış diyordum hep. Önce çay demleniyor sonra geçmiş güzel günlerden konuşuluyor, nihayetinde laf dönüp dolaşıp yine boş evlere geliyordu, yıkılıp viran olan kimsesiz evlere…

    Çocuklar geldi, yaptıklarını bir bir anlattı. Evin bu hale gelmesine çocuklar bile şaşıp kalmıştı. Onu böyle mutlu görünce vazgeçtiler Ankara’ya götürmekten.  Bayram namazını beraber kıldılar, bayramlaştılar üç gün sonra da sarılıp vedalaştılar.

    Ara sıra tatsız hadiseler de yaşanmadı değil, bavulu toplayıp geri dönmeyi düşündü. Ama yapmadı, kolay kolay vazgeçmezdi emeğinden. Aksine daha da çok şey yapmaya başladı. Gelecek yıl bahçeyi ekmeyi planlıyordu. Yıkılmış taş duvarlardan başladı işe, ikişer metrelik duvarları tek tek eliyle ördü. Yeni eserini Kurban Bayramı için gelen çocuklara gösterdi. Onlar da yapılan işlere hayretle bakıyorlardı. Akşam oldu, büyük oğlu sordu:

    -kurbanı kim kesecek?

    -ben sabah köyü toplar gelirim. 

    dedi.

    Sabah namaz kılındı, kurban hazırlandı, yanında 8-10 kişi ile çıkageldi. Sözünü tutmuş muhtar dahil herkesi toplamıştı. Artık iyiden iyiye köyden biri olmuştu. Çocuklar ısrar etti ancak Ankara’ya gitmeyi yine istemedi. Çocuklara sarıldı onları yolcu etti.

    Ne olduysa dün gece oldu. Aslında sıradan bir gündü. Tan ağırmadan kalktı, sabah namazını kıldı, duvarda asılı Kur’anı indirip 1-2 sayfa daha okudu, kahvaltısını yaptı, ilaçlarını içti.  Gün boyu bahçedeydi, toprak yumuşakken her tarafını eşeledi. Bir işi daha vardı ama yarına erteledi. Kardeşinin mezarının başındaki armut ağacına aşılama yapacaktı. Sabah ilk işim bu olsun dedi küreği toprağın içinde bıraktı, camiye gitti. Akşam yoktular, geç vakit geldiler. Girişin solundaki ilk odaya girdi tahta somyanın üstüne uzandı, eline kumandayı aldı bir iki kanal değiştirdi sonra öylece kaldı. Dil altı hapını almaya fırsat bile olmadı. Gecenin sessizliğini çığlıklar ve ambulansın siren sesleri bozdu. Son kez baktı hayat arkadaşına, uyudu uyanmayıverdi.

    Dün gece ışık hiç sönmedi ama karanlıktı.  Nasıl söyleyeceklerini bilemediler. Hasta, çabuk gelin! dediklerinde çocukların hepsi anlamıştı. Kırgınlıkları vardı, telefondaki birçok numarayı silmişti, geriye kalan kim varsa arandı haber verildi. Üstünü çıkardırlar, yaptığı çeşmeden akan su ile yıkadılar, beyazlara sardılar. Herkes toplandı, çocukları son kez baktı. Aldılar dört kolluya koyup omuzlarda götürdüler. Sabah ilk işim dediği armut ağacının dibine gömdüler. 

    Avlunun kenarında açılmamış kutulardaki fayanslar içeriye konuldu, etraf toparlandı, dolabın fişi çekildi, çeşmeler sıkıca kapatıldı. Sobadaki son ateş söndüğünde her yer buz gibi oldu.  Son kez baktılar girişin solundaki ilk odaya. Usulca kapılar kapandı, birkaç tıkırtı ve yine sessizlik… Kendi gitti emek dolu hatırası kaldı yadigâr...

    s.h.

     
    Toplam blog
    : 1
    : 294
    Kayıt tarihi
    : 24.11.12
     
     

    Öğretmen, Öğrenci, Tarihçi, Edebiyatçı ve BEŞİKTAŞLI ..