Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Mayıs '16

     
    Kategori
    Deneme
     

    Teğelli sözcükler

    Teğelli sözcükler
     

    seher özkök


    Dil kırığıdır şiir 

    Anlam, dünyaya çarpmadıkça şiir varlığa gelmez. Sözcüklerin arasındaki boşluktadır şiirsel olan, bilincin çatlağından sızandır. Topluma dair tüm kodlamalara ve normalleştirmelere inat; dengede duran “özne”liğimizin altından çekiverir ipi. Her ne kadar Turgut Uyar “Benim dengemi bozmayınız” dese de bir denge bozmadır, hatta başlı başına “bozma”dır şiir. Bu açıdan devrime dairdir, devirir.

    Aynaya yahut aynaya ikame olana bakıp da “ben” demeye çalıştığımız an, ego inşa sürecindeyken nasıl da yanılmıştık bir hatırlansa keşke. 6-9 aylık bedenin yansımasından bir benlik çıkarmak herhalde sadece insana has olmalı. Yansımadaki bütünlük, o bütünlüklü imge üzerinden nasıl da kurarız “ben”i. Oysa elimize kolumuza sahip olamayan dağınık bir bedenizdir; psikomotor bütünlük hak getiredir.  Yanılsamaya kanarız ama; ilk yansıyışa, ilk imgeye kanarız. Kanmaya meyyalizdir vesselam.

    Yansıma, imge, beden ve yanılsama. Ego her şeyden önce bedenseldir der Freud. Ben ve beden… Lacan’ın ifadesiyle dile giriş, topluma giriştir. İlk önce söze maruz kalırız, emir cümlelerine. Kurallı dil yapısının hapishanesine tıkılırız. Yani aslında yansımadan edindiğimiz imgenin dilsel ifadesi “ben”, hapishaneye tıkılma sürecinin ilk merhalesidir. O hapishanede normalleşir, o hapishanede uyuşur, o hapishanede gözlenir ve kontrol ediliriz. Foucault’nun “büyük kapatması” aslında dille başlar. Koca anlatıların, geleneksel kıvrımların, kolektif geçmişin, o koca yığının taşıyıcısı dil, çöker üstümüze. Küçük bir oyunla yapar bunu. Bir yansımaya bakar ve kanarız. Artık iş işten geçmiştir. Nereye dönsek sözcüğün duvarına çarparız. Gramerin kapıları üstümüze kapanır. Özgürlük ise sadece eksiltili cümlelerde bir yanılsama, ünlemlerle kendi içine göçen sestir.

    Dile kapatılmışlıktan kurtulmak ne kadar mümkündür peki? İmkan için mekana ihtiyaç vardır. Kapatıldığımız bir mekan değil midir dil? İmkanını içinde saklar. Duvarları yıkılmak, kapıları kırılmak içindir. Doğaya doğru gidebileceğimiz yer, doğadan koparıldığımız yerin yıkıntısıdır.  Yıkmanın sesinden ve sesin darbesinden çıkar şiirin ritmi, sözcüğün bükülüp kırılmasından, gramerin alt üst olmasından. Sınırların oynamasındadır şiir, dengenin kaybolmasında. “Zamansız gelme elim kolum dağınıksa sarılamam” demez mi Uyar? İnsan ve eşya arasındaki sınırı ortadan kaldırır ve iç içe geçirir tüm ayrılmışlıkları.

    Peki yansımadaki imge, beni kuran imge ile şiir arasındaki ilişkiye ne demeli?  Ayna düz ise ve hasarsız ise yansıtan, yanılsama da kusursuz olacak, bir ömür boyu uyuşukça yaşayacaktır “ben”. Ya ayna kırıksa, iç  bükey yahut dış bükeyse o vakit bütünlüğün ve normalliğin sınırlarını sorgulayan ve kendi kendisi için bir tehdit olan “ben” çıkmaz mı ortaya? Kendine tehdit bir “ben”den, dağılıp toplanan bir beden ve bu bedene kazınmış zamandan çıkar şiir. Dilin mekanının bedenin zamanıyla savaşından çıkar. Dağılan ve toplanan ve bunu hep yapan bir benliğin ritmidir şiir, sözcük bu nedenle dünya ile aramızdaki mesafe olmaktan çıkmalı, ona çarpmalıdır. 

     
    Toplam blog
    : 1
    : 45
    Kayıt tarihi
    : 20.05.16
     
     

    Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı doktora öğrencisi Uludağ Üniversitesi Türk Dili okut..