Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Nisan '12

 
Kategori
İlişkiler
 

Unutursan iyileşirsin...

Nietzsche; Unutmak İyileşmektir demiş; bence de, insanlığa bahşedilen en büyük lütuflardan biri de unutmak olmalı..  Zihnimizin bir nevi koruma mekanizması olarak geliştirdiği bir kavramdır unutmak;  her şeyden çok kendimizden korur bizi aslına bakarsanız. Acılarımızdan, kırgınlıklarımızdan, kızgınlıklarımızdan ancak unutarak kurtulabiliyoruz gibi geliyor bana. Adeta görünmez bir elek, zihnimizdeki bazı kalıntıları süzüp çıkarıyor dışarıya. Ara sıra süzgeçten geçemeyecek kadar kalın olanlar kalıyor elbette eh artık onları yok etmek de bize düşüyor tabi.  Bazen çözümü imkânsız durumlarla karşılaşabiliyor ve ne kadar uğraşırsak uğraşalım sonuç alamıyoruz.  Bunun örneklerini yaşam sürecimiz içinde defalarca gözlemleme imkânımız olmuştur birçoğumuzun. Bu durumda tek çare yaşadığımız o süreci unutmaya çalışmak ve artık bu konuya kafa yormamaktır.  Bazen de istem dışı oluyor unutmalarımız, bir şeyleri tamamen siliyor hafızamız, müdahale edemiyoruz,  yüzler, sesler, olaylar sanki hiç yaşanmamış gibi,  hatta bir süre çok üzüldüğümüz, kızdığımız konuları bile hatırlamadığımız zamanlar oluyor.  

O günün koşullarında bizi kızdıran, üzen bir olay, ileriki zamanlarda önemsiz hatta komik bile gelebiliyor kimi zaman. Bu da zihnimizin bize oynadığı bir oyun sanki zamana yenik düşen anılar, süzülüp gidiyor aradan.  Gerçekten unuttuğumuz, hafızamızdan tamamen silinmiş olaylar olduğu gibi, unutmak istediğimiz pek çok durum, olay ve kişiler de var hayatlarımızda.  Hatırlamanın bize acı verdiği, pişmanlıklar, hatalar, yanlışlıklar yapmışızdır hepimiz zaman zaman. Onları yok saymaya çalışırız genellikle, ama bazen bir olay, ya da bir tetikçi tekrar hatırlamamızı sağlar acımasızca. Tabi bir de içimizde derin izler, onulmaz yaralar bırakan, unutmanın imkânsız olduğu durumlar vardır herkesin dünyasında.  Unutmak mümkün değildir bazı olayları,  hele hele bazı kişileri. Zaman sadece üstlerini örter, dozunu azaltır bir ölçüde.  Telafi etmeye, avunmaya çalışırız kendimizce. Büyük bir acı yaşadığımızda "Allah bu acıyı unutturmasın" derler, bunun anlamı, acıyı unut, sil at değildir, bundan daha acı bir olay yaşama demektir aslında, çelişkili gibi gözüken ne güzel bir dilek değil mi sizce de? Ama ne olursa olsun bazı acıların telafisi ve unutulma lüksü yoktur. Sadece gizlenmeyi öğrenebilirler yaşam içinde.

 Benim burada sözünü etmek istediğim, yitirdiklerimizi, güzel anılarımızı değil,  kırgınlık ve kızgınlıklarımızı unutabilmeyi başarabilmek. Kayıplarımızın ve güzel duygularımızın içimizde, aklımızda kalmasının bir zararı yoktur;  onlar eleğin üstündedir ve yaşam harcımıza katkı sağlarlar, bizi olgunlaştırır, büyütür ve güçlendirirler.  Önemli olan, kalbimizde tortu yaratacak duygulardan kurtulabilmektir bence. Aynı çamaşır makinalarının içinde biriken kireç tabakası gibi, bu olumsuz duygular da bizi işlemez hale getirebiliyor zaman içinde.  Yaşamımızı zorlaştıran, bize ağır yükler getiren, hatta nefes alışımızı bile engelleyen öfke, kin ve nefret kısaca tüm olumsuzluk içeren duygulardan kurtulabilmenin bir yolu var mı acaba? Makinalardaki "Calgon" etkisi gibi bizleri de bu tortulardan kurtulabilecek bir şeyler olsa keşke... Belki  "unutmak" aşağı yukarı aynı işlevi yapabilir. Tamamen söküp atmasa da hiç değilse bir süre bizi gereksiz sıkıntılardan kurtarmaya yarayabilir.  Çağımızın en sık rastlanılan hastalıklarından biri Alzheimer, belki de tüm hastalıklar içinde hasta olana acı vermeyen tek hastalık bu... Bir uzman ya da hekim değilim bilemem ama geçmişin acı hatıralarını unutmayı ve sanal da olsa mutlu bir dünyada yaşamayı sağlıyor gibi geliyor bana. Hasta yakınları için oldukça acı verici ve üzücü olan bu durum, hasta için derin bir boşluk hissi yaratıyor sanki... Acaba Tanrı bize unutmamız için bir mesaj mı veriyor diye düşünmüyor değilim bazen. Tüm yaşamı acılar, üzüntüler ve öfkelerle geçen bir insan için ödül gibi adeta.
Alzheimer olmayı beklemeden, unutmayı becerebilsek ne güzel olurdu öyle değil mi?  Belki affetmek iyi bir çözüm olabilir bu yolda. Biriktirmesek, üstünde durmasak ve atabilsek kafamızdan, takılı kalmasak detaylara, ya da aldırış etmesek hiçbir şeye belki çok daha kolay olacak yaşamak. Bazen acı ve öfkeler o kadar ağırlaşır ki, güzel duygular yaşamamıza bile engel olabilir. İçimizi karartan bu duygular yüzünden, aydınlıkları göremeyiz. Unutmak tıpkı bir kireç çözücü gibi, yüreğimizi tortulardan kurtarır, arındırır ve yeniler. Ancak o zaman aydınlıkların, güzelliklerin ve yeniliklerin farkına varabiliriz. Çevremizde pek çok insan var, hiç dikkat ettiniz mi, mutlu görünen insanların tek yaptığı şey sadece unutmak aslında. Yok, saymak, boş vermek. Onların da hayatlarında türlü çeşit olumsuzluklar var mutlaka, ama takılmadan yola devam etmeyi, kafa yormamayı, yok saymayı öğrenmişler bir şekilde. En önemlisi kendilerini sevmeyi öğrenmişler. “Teflon İnsan” diyorlar onlara, üstlerinde hiçbir sıkıntıyı barındırmıyorlar, kolayca kurtuluyorlar yüklerinden diye.  Unutmayan, dert eden, kendi kendini kuran insanlara bakın bir de, hayat tonlarca yük bindirmiş sırtlarına, üzgün, mutsuz dolanmaktalar ortalarda... Bencil olmak, kulağa pek hoş gelen bir kavram değil belki ama sanki günümüz insanına ve yaşadığımız çağa ayak uydurmanın ana prensibi gibi geliyor bana. "İnsanları sev ama önce kendini sev", yükselen bir değer oldu artık    .
Bizim gibi, birbirine bağlı hatta bağımlı gözüken toplumlar bile, zamana uyum sağlamaya başladı çoktan. Aile bağları, komşuluk gibi kavramlar silindi gitti. Çok zorunlu hissetmedikçe kimse kimseye destek olmak istemiyor. Odağında kendisinin bulunduğu ve sadece kendi seçimlerinden oluşan bir çevrede varlık göstermek istiyor insanlar. Olmazsa olmazlarının dışında, istemediği kimseyi alanına almıyor ve onlara karşı sorumluluk hissetmiyorlar. Dıştan gelen her sese, hele de bir sıkıntı içeriyorsa çare bulmak bir yana, olumlu-olumsuz yanıt bile veremeyecek kadar kapalılar diğerlerine karşı.  “Hadi bir şey yapamadın, çare olamadın, bari yanında ol, varlığınla güç ver”, o da yok,  o denli bir boş vermişlik hali anlayacağınız. Bu kişilerin derdi, düşene bir de sen vur değil elbette, “ görme geç, kokma, bulaşma, nasıl olsa biri bakar, biri görür”! Konfor alanını daraltmak, sorumluluk almak kimsenin işine gelmiyor artık.  Acımasız değil ama duyarsız demek daha doğru onlar için. Duyarsızlık selülit gibi, bir kez oluştuysa bir daha giderilemiyor ne yazık ki,  kesin bir çözüm bulunamadı henüz, bir kere oluşmaya görsün, salgın gibi hızla yayılıyor tüm topluma!! Biz ve diğerleri!  Kesin çizgilerle ayrı artık. Yakınlık göreceli oldu günümüzde. Belirteci ne kan bağı, ne evlilik, ne de hısımlık, sadece aynı kafa yapısı, aynı bakış açısı ve duygu birliği insanları yakınlaştırıyor. Diğerleri teferruat. Ve günümüz insanının teferruatlarla uğraşacak zamanı yok ne yazık ki. Nazım Hikmet'in "Kesemde Yoktu, Yüreğimden Verdim" sözü günümüz insanı için bir ütopya daha da ilerisi saçmalık adeta!  Ne böyle bir yaşam felsefesi  prim yapıyor günümüzde, ne de bu bakış açısı rağbet görüyor artık. Varsa yoksa ben!
Hayat, tüm olumsuzluklara rağmen güzel. Vakit ise dar. Olumsuzluklarla, kızgınlıklarla geçirecek kadar çok vaktimiz yok bu dünyada. Tanrı bizi uslandırmadan, biz bir yolunu bulmalı ve unutmalıyız bence.  Devir, takılıp kalanları istemiyor artık, önüne bakıp koşanlara yetişmek lazım bir şekilde. Unutmaktan, kalbimizi arındırmaktan ve yok saymaktan başka çare bırakmıyor koşullar bize. Unutalım ve iyileşelim bir an önce:) Çağ sana uymuyorsa, sen ona uy dedikleri gibi hayat boş, eğlen coş... O halde yeni sloganımız;
"Darda kaldığında yanında olmayanı Bar'a çağırma, haddini bilsin;
Herkese kafayı takıp, üzülme, boş ver gitsin!
Hiç bir şeyi saklama kafanda, Sahibinden. com ’da sat, olsun bitsin!"
 
 
 
 
 

 

 
Toplam blog
: 15
: 521
Kayıt tarihi
: 09.06.06
 
 

Kendimi bildim bileli yazmayı çok sevdim ben. Duygularımı en iyi ifade ediş şeklinin yazmak olduğ..