Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Eylül '10

 
Kategori
Deneme
 

Yalnızlık üzerine

Yalnızlık üzerine
 

netten alıntı


Yalnızlığın üzerine ne koyarsan alır.Terkedilmişliği koy , terk etmeyi koy, gidip dönmemeleri koy, gelip görmemeleri, tercih edilmemeyi koy, tercih etmemeyi, sessizliği koy, izsizliği koy, çay bardağı şıkırtısını koy, sevinçsizliği koy, ıssız gözyaşlarını koy kendin sildiğin, kendi gölgenden başka gölgesizliği koy.. Uzaydaki bir kara delik gibi her şeyi üzerine koy , hepsini alır yutar ama hiç birini yok etmez. Bilinmez bir yerde öylece durur. Ağırlığı yoktur ama en küçük zerresi bile çoktur…

Orhan Veli,

Bilmezler yalnız yaşamayanlar,
Nasıl korku verir sessizlik insana;
İnsan nasıl konuşur kendisiyle;
Nasıl koşar aynalara,
Bir cana hasret,
Bilmezler.

Cemal Süreya, bir şiirinde *Sigara paketimi , masada unutmuşum. Sandalyede , tıpkı benim gibi oturuyor boşluğum. Bir eli alnında benim gibi. Ama biraz daha mı hüzünlü? Otururken de biraz daha mı çıkarıyor kamburunu?*

Hasan Ali Toptaş;*Yalnızlık alıp karşına kendini, öteki kendinlerle konuşmaktır. Bakışmaktır, öteki kendinlerle dövüşmektir. Kimi zamanda öldürmektir, içlerinden sana en çok benzeyeni, benzemiyor diye.*

Yalnızlık , bir çok yazıda , bir çok şiirde kimsesizlikle özdeş tutuluyor . Peki bu kadar kötü, bu kadar beter bir şey mi yalnızlık? Oysa Atilla İlhan’ın dediği gibi, *yalnızlığımdan kurtulup, yalnız kalmak isterim* sadece kendimizle olmamız mümkün değil mi? Kendimizle mutlu olamadığımızdan mı , yalnızlığımızı yanımıza alıp, zavallı, acınası, güçsüzmüşüz gibi görünüyoruz.

Peki kendimizle mutlu olmamız mümkün mü? Mutluluğun içimizdeki nedeni, nesnelerden oluşan nedenlerden daha büyük olan içsel zenginliğe bağlıdır. Peki içsel zenginlik? Nasıl geliştireceğiz iç dünyamızı? Bir kere öğrenmeye meraklı olacağız, hangi yaşta hangi çağda olursak olalım öğrenmenin tadına varacağız. Sokrates değil mi baldıran zehrini içmeye birkaç gün kala, müzik öğretmeninden lir çalmayı öğrenmek isteyen. Bir notayı çalmayı öğrensem öğrenmek öğrenmektir diyen. Ne kadar bilgiye ulaşırsak ulaşalım daha sonrasına ihtiyaç duyarız. Bu da hayatı algılamamızı kolaylaştıracak, yaşamda devinimi sağlayacaktır, yaşamı güzelleştirecektir.

Mutlu olmanın bir başka koşulu neşeli olmak. Güldüğümüzde yüzümüzde güller açarken dünyanın gülleri de açar etrafımızda. Babam gülerken göbeği hoplamayan insandan kork kızım derdi. Onlar hesaplı insanlardır, hesapçı insanlardır. Hesapçı insanlar asla mutlu olamazlar.Gülüşleri içten değildir. İçten bir gülüş, insanın kendisiyle barışıklığıdır.

Kendinle mutluluğun olmazsa olmaz koşullarındandır, üretmek. Ne üretirsen üret, işe yarar duygusunu uyandırır insanda. Ürettiğinden keyif almanın tadı hiçbir şeyde yoktur. 95 yaşında bir komşum vardı. Bahçesinde ebegümeçleri, fesleğenler yetiştirirdi. Her sabah onları okşayarak, konuşarak sulardı. Sonrada çiçeklerinden küçük bir demet yapar başına bağladığı çemberin sol yanına yerleştirdi. Annemin biber fidelerinin köklerindeki toprağı okşadığı gibi benim başımı okşadığına tanık olmadım. Öyle saf, öyle temiz, öyle gerçek, öyle mutlu…

Bütün bunların yanında, insan toplumsal bir varlık, bu nedenle insansız olamaz, insanla birlikte var olur. Beğenilmek , kabul görmek, onay almak en temel gereksinimlerinden. Peki insan ne zaman insansızlaşmaya ne zaman yalnız kalmaya başladı? Bu kadar içsel dünyası, düşsel dünyası zengin, şairler , yazarlar, bilim adamları neden yalnız kaldı, neden yalnızlıktan yakındı. İçsel dünyası zengin insan , aynı zamanda diğerlerine göre daha duyarlı, acıları en sonuna kadar hissedebilen insandır. Acıyı da tutkulu bir şekilde yaşarlar, hatta acıyı yüceltirler.

İçsel dünyasını geliştirmiş, gerçekleştirmiş insanlar; dışsal dünyada sadece nesnelerle mutlu olan insanlarla mutlu olamazlar artık. Kendi içsel dünyasını geliştiremeyen, yemek içmek , sevişmek, satın almak, tükenmek gibi şeylerle mutlu olan insanlardan yavaş yavaş uzaklaşmaya başlar ve giderek kendisiyle mutlu olmaya başlar. Bu nokta da çevresine kendinden bir yalıtım oluşturur ve yalnızlaşır. Duyarlılığı arttığından yalnızlıktan yakınır. Aslında bu yakınma dışsal dünyanın fakirliğinden yakınmaktan başka bir şey değildir.

Yalnızlığın üzerine ne koyarsan alır. Müzik dinlemeyi koy, sessizliğin sesini , kendine kahvaltı hazırlamayı koy , çaydanlık cızırtısını, kitap okumayı koy , gözlüklerin gözünde uyumayı , çoraplarını istediğin yere fırlatmayı koy, bulaşıkları yıkamamayı, denizde yüzmeyi koy, balıkların etrafında dolanışını, bir çiçeğin yaprak çıkarışını seyretmeyi koy, çiçeklerin gürültüsünü, bulutların üstüne çıkmayı koy, bir yağmur damlasıyla inmeyi, ve en yıldızlı gecede ayaklarını aya uzatmayı…

Yalnızlık…

Uzaydaki bir kara delik gibi her şeyi üzerine koy, hepsini alır yutar ama hiç birini yok etmez. Bilinmez bir yerde öylece durur. Ağırlığı çoktur ama en küçük zerresi bile yoktur…

Şimdi eteklerini topla

Saçlarını savur

Vur tenini dalgalara güzelim

BEN geldim…

Sevgiyle kalın..

Leylim.

05.09.2010

 
Toplam blog
: 105
: 670
Kayıt tarihi
: 18.10.07
 
 

Karlı bir kış günü, yaşam denilen bu yola düşmüşüm. Yürümüş yürümüş de bir arpa boyu yol alamamış..