Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Aralık '14

     
    Kategori
    Felsefe
     

    Yıldızlara bakmak

    Yıldızlara bakmak
     

    Yanlisim varsa duzeltin; sanirim ya Carl Sagan veya Richard Feynman, evrenin guzelligini farketme konusunda sanatcilara hinzirca bir dokundurma yapmisti:
     
    “Evrenin guzelligini bilim insani olmayanlar da farkedebilir.
    Hatta bazen sanatcilar bile farkedebilirler !”
     
    Yildizlara bakmak temasini islerken genelde sairane duygulari dile getirmek adettir. Her yildiz, sevgilimizin saclarindaki taca takilacak birer inci olarak dusunulur veya yildizlarin bizim halimize bakip agladiklari, bir insan oldugunde bir yildizin kaydigi seklinde cikarimlarda bulunulur.
     
    Oysa yildizlar bizim halimize bakmaz. Evlendikten sonra kavgaya baslayacagimiz bir sevgilinin saclarina takilmak gibi dertleri de yoktur.
     
    Astrologlara da pek aldirmayin derim. Eglenmek maksadi ile dinleyebilirsiniz ama onlari sakin fazla ciddiye almayin. Zamaninda, biraz dinsel biraz gizemli ogelerle suslenmis, sonradan yerini tamamen gokbilime (astronomiye) birakmis; koca derdindeki genc kizlarla, sinif atlamaya calisan insanlari avutmaya yarayan populer bir yalandir astroloji. Merkur gezegeninin 87 gunluk yorunge periyodundaki ufak bir hareket sizin patronunuzun zam konusundaki goruslerini degistirmez. Jupiter’in manyetosferindeki Gunes ruzgarlarinin ve kaotik kirmizi lekesinin de sizin sevgilinizin muayyen gunundeki tavri ile bir ilgisi olamaz.
     
    Bu ivir zivir lak lak inanclari, duygusal yaklasimlari bir kenara birakir ve evrenimize gercekci bir bakisla bakarsaniz; onda, hayal ettiginizden cok daha fazla guzelligi, aklinizi ve muhakemenizi calistirmanizi gerektirecek guc dengelerini, sizi de sarip kucaklayan evrensel bir ahengi gorebilirsiniz.
     
    Yildizlara bakmak, aslinda tarihe bakmaktir. Yalin bir tarihtir bu. Icinde siyasi entrika, gunubirlik Garb veya Sark cambazliklari barindirmayan, evrenin o muazzam fiskirisi ile muhtemelen bir denge durumuna ulasacagi ana kadar gececek sure icindeki enerji transferlerinin ipuclarini veren bir tarihtir. Onu, kafaniza gore yorumlayamazsiniz. “Ah falanca lider simdi ulkeyi yonetse dunyaya kafa tutardik” tarzindaki avuntularinizla evrensel tarihi anlayamazsiniz. Orda; bogdurulan pasalar, giyotine yollanan soylular yoktur. Bu devasa tarih icinde, bildigimiz tum madde ve enerji bicimleri surekli birbirlerine donusurler; yine bildigimiz kadari ile yuz milyarlarca galaksi ve trilyonlarca yildiz, gezegen ve diger gok cisimleri kendi sistemlerini olustururlar. Belki milyonlarca yil once olmus veya bir karadelik tarafindan yutulmus yildizlar, sizlere isiklarini gonderirler ve siz onlari kendi “simdi” alginiz icinde silik bir sekilde gorebilirsiniz.
     
    Yildizlara bakmak, bir yonu ile zihnimizi tum gundelik hesaplardan, kendi ucuz beklentilerimizden, hayal kirikliklarimizdan, hirslarimizdan kurtarmak ve onlar araciligi ile kendimizi asmak, oldugumuzu zannettigimiz seyden daha buyuk bir sey olmaktir.
     
    Her olayi kendimize yonttugumuz ve surekli menfaat, pohpohlanma, ayricalik kazanma beklentisi icinde oldugumuz bir hayat mucadelesinde, yildizlara bakmak, evrendeki o mutevazi yerimizi hatirlamaktir ayni zamanda.
     
    Caplari yuzbinlerce isik yili ile olculen galaksilerin sadece bir tanesinde, tipik bir sari cuce olan Gunes’imizin cekim alaninda, yaklasik 6,378 kilometrelik ekvatoral yari capa sahip bir gezegende yasadigimizi ve bu gezegenin, galaksimiz icinde gorulemeyecek kadar kucuk bir gok cismi oldugunu idrak edebilmektir yildizlara bakmak. Eninde sonunda elinize gececek olan sey ise, gezegenin Litosfer olarak bilinen distaki kabugunda acilacak 1,5 metrelik bir cukurdur. Oraya tum hayalleriniz, ofkeleriniz, sevincleriniz ve yalanlarinizla birlikte gomulursunuz. Hic supheniz olmasin, sizden sonra da yildizlar devinimine devam eder, cesitli gunesler radyoaktif cigliklar atarak patlar, zamanin termodinamik oku entropi denen canavarla birleserek buyuk cokusu hizlandirir ve yildizlar bile bir gun karanliklara, bilinmeyene karisir.
     
    Fakat, umutsuz bir yazi yazmak istemiyorum.
    Kisaca, “her sey bos” tarzinda ve yozlastirilmis bir Dogu kaderciligini andiran kotumserlige saplanmak istemiyorum.
     
    Evrenimizde bir bilinc bulunur.
     
    Bunun canli ispati ise, sizin su anda bu yaziyi okumakta olmanizdir. Yazi icerigi ister dogru, ister yanlis, isterse dupeduz zirvalik olsun; neticede sizin bilinciniz, okumaya devam etme ile etmeme arasindaki iradeniz meydandadir.
     
    Sorun surda ki, o sinirsiz evrensel bilinc, insani hayran birakan o devinim ve varolusun yasalari, sizin ilahiyatcilarinizin anlattiklari ile pek uyusmaz. Ilahiyatcilar, gocer avci toplumlar halinde yasadigimiz gunlerden, cok tanrili kabile ve site yasantilarina, sonra da millet anlayisina varan tek tanrili medeniyetimize kadar uzanan sureci sizlere kendi bakis acilarindan anlatirlar. Iste, siz soyle ayricaliklisiniz, Tanri’nin halifesisiniz, ozelsiniz, canim cicimsiniz diyerek bol bol pohpohlarlar insanlari.
     
    Pratikte ise, ancak ozel mikroskoplarla gorulebilecek bir RNA veya DNA virusu, proteinlere baglanip hucre icinde yerlestiginde ve viral protein cevirisine baslayip hucrenizi parcaladiklarinda, kisa bir sure icinde yataga dusebilir ve yasayan bir pirasaya donusebilirsiniz. O zaman, ilahiyatcilarin anlattiklarini da anlayamaz olursunuz. Varolusun dongusu icinde, en az sizin kadar, bir bakteri de kendi yasam savasini verir ve bunu yaparken sizin vali, devlet adami, mumin veya kafir olmaniza aldirmaz.
     
    Ama tum bunlara ragmen, insan yine de degerlidir. Ve bence, onun gercek degeri, kendisine bir aldanma duygusu icinde kattigi suni unvanlarda degil; varolus macerasi icindeki yerini anlayabildikten sonra baslamaktadir.
     
    Sagan’in Kozmoz calismasinda dedigi gibi:
    “Kelimenin tam anlami ile hepimiz yildiz tozuyuz.”
     
    Bunda utanacak bir sey yok. Bunun kafirlikle de bir alakasi yok.
     
    Aksine, varolus ve evren icindeki yerimizi anlayabilmek, bize benzeyen veya benzemeyen diger formlari ve onlarin yasam sureclerini incelemek, arastirmak, ardindaki yasalari bir bir kesfetmek, bizim de hayatimizi degistirir ve suursuzca kabul edilen inanclardan, bilgi ile ozumsenen yeni bir varolus sevincine sicrama yapilir.
     
    Belki de, gercek dindarlik ancak bu noktadan sonra baslayabilir.
     
    Yildizlara bakmak … tarihe bakmaktir.
    Kimbilir, belki de milyon yillar sonra cok farkli bir bilinc kendi yildizlarina bakacak ve orda bizim artik bitmis olan tarihimizi gorecektir.
     
    Kisisel inancim, bu varolusumuz icindeki bilincimizin, sayisiz carpisma ve transferle birlikte kademe kademe yukseldigi ve evren bilincine biraz da aci cekerek yaklastigi seklindedir.
     
    Belki, orda, yildizlarda, bir zamanlar dunyamiza canliligin tohumlarini tasiyan kendi koklerimiz olabilir. “Sekerim, haminnem sultan palamut hazretlerinin bas ibriktari yagcioglu efendinin muhterem zevceleriymis” seklindeki ovunmelerin cok otesinde, evrensel koklerimizi aramak icin yildizlara acilmamiz gerekebilir. Gunes ruzgarlarinin, insanin derisini bir anda delip gecebilecek toz firtinalarinin, yuzlerce derecelik sicakliklar veya dondurucu soguklugun, oldurucu gazlarin etkilerine ragmen, adina yasam dedigimiz o harikulade maceranin nasil basladigini belki bir gun anlayabiliriz.
     
    Ama once, her seyin sadece bizim icin yaratildigi gibi bir kuruntudan kurtulmamiz gerekir. 
    Veya artik bu dinsel aktarimlari cok farkli yorumlamamizin zamani gelmistir.
     
    Saygilar,
    Levent Ertürk
    levent.erturk.1961@gmail.com
     
    Toplam blog
    : 1
    : 264
    Kayıt tarihi
    : 08.12.14
     
     

    1961 İstanbul doğumluyum. Temel elektronik eğitimi aldım. Emekliyim. Bana yazmak için e-posta adr..