Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Aralık '10

 
Kategori
Sinema
 

Av Mevsimi

Av Mevsimi
 

Viki kış geldiğinde avcı olduğunu hatırlıyor doğası gereği. - Yanlış anlaşılmasın kedimin ismi Viki:) - Evde yaşadığı için de beni avı farz ederek yarı şaka, yarı ciddi oyunlar oynuyor. Ben de “av” olarak onunla avcılık oyunu oynamaktan zevk alıyorum doğrusu. Tabii onun mutlu olmasından aldığım mutluluk ilk sırada. İkimiz de rollerimizi oynamaktan zevk alıyoruz.

İnsanlar ilk çağlardan itibaren açlık duygusunu giderebilmek için doğada avlanmaya başladı. Yaşadığımız yüzyılda “avcılık” bi spor olarak görülüyor. Ki modern çağda bu sporu anlamam mümkün değil. Entegre et tesislerinde elde edilen etleri yeterince yemeye doymamış olan insanoğlunun bazıları av sporunu! severek yapıyorlar. Bu gidişle doğada avlanacak hayvan kalmayacak. Modern hayatın kendisi kıran kırana geçen bi av ve avcılık öyküsü oysa ki.

Bunlar başka konular, yazarken yazarken başka konuya doğru sapmaya başlıyorum. Oysa niyetim dün izlediğim “Av Mevsimi”ni anlatmak daha doğrusu anlatmamak. Bana hissettirdiklerinden bahsetmek istiyorum.

Film ormanda sisler içersinde, gizemli bi dere kıyısında başlıyor. Cinayet filmi olduğu adından, afişteki oyuncuların gergin yüzlerinden, bakışlarından, belli oluyorsa da, film başladığında kesik kolun bulunmasıyla bunun cinayet filmi olduğu kesinleşiyor. Peki neden bedenin başka organı değil de, kesik kol? Elimiz kolumuzla bi şeylere işaret ederiz çoğu kez. Bi şeyler anlatırken el hareketlerimizle anlatıma güç katarız. Filmin başlangıç ve son sahnesi olan dere kıyısına dair bi işaret veriyor, artık kesik de olsa o kol.

Yavuz Turgul’a fazla yakıştırmadığım bi senaryo oldu benim için. Evet Türk sineması için farklı ve pek de denenmemiş bi tarz fakat bu onu haklı çıkarmıyor. Birinci seansın hareketliliği, olayların çözümü olan ikinci seans için bize daha fazla hareketlilik ve sürprizler vaad etse de, tam tersi yöne doğru bi ivme kazanıyor.

İkinci seansa dair öngörüm çok farklıydı halbuki. Hiç beklemediğim yöne doğru aktı. Bana filmde verilen mesaj “ava giden avlanır” atasözünün açılımı gibi geldi. Kendi kişisel çıkarlarınız için insanların kötülüğünü istediğinizde, hiçbişeyi gözünüz görmediğinizde, bencil olunduğunda, kötülüklerin fazlasıyla kişiye döneceği, göz çıkararak işlenmiş.

Evet atasözü doğrudur. Hayatta av kim, avcı kim hiçbi zaman belli olmaz. Avken avcı, avcı iken av konumuna kolaylıkla sürüklenir insan. Fakat filmde üst üste gelen öyle şeyler oldu ki, bu kadar da olmaz diyorsunuz. –filmin sonunu baz alarak bunu söylüyorum.-

Oyunculara gelirsem; Şener Şen Ferman -Avcı- lakaplı usta eski kuşak, mesleğinin ilkelerine bağlı, hakkaniyetli polis müdürünü canlandırıyor.

Çetin Tekindor’un oyunculuğu mükemmel. Özellikle Şener Şen ile birebir sahneleri sinema okullarında ders olarak verilmeli bence. Adanalı ağa-işadamı rolü çok başarılıydı.

Cem Yılmaz’sa –Deli İdris- lakabından da anlaşıldığı üzere deli fişek Karadeniz delikanlısı. Mesleğe alaylı olarak katılan bi polis. Özel hayatında sorunları olan, kendisin de bunun farkında olan ama bi türlü hayatına yön veremeyen biri.

Okan Yalabık -Çömez- antropoloji mezunu yeni bir polis. Bu anlamdan bakıldığında, üçünün de emniyetin üç farklı durumunu belirtiyor. Eski kuşak, adaletli ve işinin hakkını veren polis, alaylı ve akademisyen…

Cem Yılmaz’ı daha önce izlediğimiz komedi filmlerine alıştıysak da, dramın da hakkını oldukça iyi verdi. Bazı sahnelerde kendi karakterinden kaynaklanan mizaha biraz kaydıysa da, filmdeki karakterin deli fişek olmasından dolayı onun da film karakterine ustalıkla yedirdiğini söyleyebilirim. Şener Şen yılların Şener Şen’i. Artık oynadığı ustalıklı oyunculuk bizi şaşırtmıyor. Okan Yalabık oyunculuğunu çoktan kanıtladı. Bu filmde ise sanki yemeğin üzerine yenilen, kaymaklı ekmek kadayıfı gibiydi oyunculuğu.

Son olarak Melisa Sözen; Deli İdris’in tutkuyla bağlı olduğu eski eşi.

Kimbilir Deli İdris’in eski eşine, boşanmasına rağmen tutkuyla bağlı olmasının nedeni onun ürkek bi ceylan gibi eski kocasından kaçmasıdır. Deli İdris’in de onu hem avı hem de İstanbul denilen devasa ormanda koruması gerektiğini düşündüğünden de kaynaklanıyordur bu aşk. Ki başka avcıların eski eşinin etrafında pusuya yatmış dolandığını görünce, eşine hem kızgınlık, hem öldürme arzusu, hem de tutkuyu aynı anda yaşıyor. Belki de anlamadığı şey eski eşinin de çoktan avcı olduğudur. Sevgiden çok tutku hissettim bu aşkta.

Okan Yalabık –çömez- kariyer ve düzgün daha doğrusu şaşırtmayan bi hayata meyilli olması da özel hayatında onu av olmaktan kurtaramıyor. Evlenmek istemesine rağmen ortalama bi sevgi diyebileceğimiz, kariyerinin devamı gördüğü evlilik de sanki kariyerine dair bi sözleşme gibi. Üstelik de müstakbel eşinin lüks bi “et lokantası” müdiresi, babasınınsa asıl mesleğinin “kasaplık” olduğu düşünüldüğünde av ve avcılık devam ediyor.

Filmin en çok sevdiğim sahnesi ise; Deli İdris’in kahvede Kazım Koyuncu’nun “hayde hayde” şarkısını seslendirdiği ve daire arkadaşları ile birlikte coştukları sahneydi. Herkes için aynı şey geçerli sanırım ki, nette tıklanma rekorları kırıyor. Eve gelip bi kez de netten izlediğimde aynı tadı vermediğini gördüm. Filmin içinde bütün olarak izlendiğinde süper bi sahne bu. Şarkıdan, oyundan öte ritm, nabız gibi bişeydi. Mesai arkadaşlarınla birlikte takım ruhunu aksettirme, beraber çalışmanın verdiği dinamizmi anlatıyordu belki de.

Aslına hayat bi sürek avı. Av, avcı ne zaman, hangi şartlarda birbirinden ayrılır?

Bu filmdeki “av” da kazanan “avcı” lakaplı Şener Şen karakteri. O iç sesini dinlediği, bencil olmadığı hakkaniyeti sadece mesleğinde değil, özel hayatında da koruduğu için onun kazandığını ve iç huzuru ile başlarına gelen olumsuzlukları karı koca atlattıkları gibi, bi başka insana da hayat verdiklerini görüyoruz.

Söylemeden geçemeyeceğim Deli İdris’in film içindeki son sahnesinde eliyle yaptığı işaret, sadece filmdeki arkadaşlarına bi şifre değil, hepimiz biz izleyenlerine “bakış açınızı” değiştirin. Görünenin ardında başka gerçekler var, hep başka yerden bakın diyordu.

Bu cinayet filmi nedense bana geçtiğimiz sene manşetlerden inmeyen, şimdi aklımıza geldiğinde “haaa sahi yaa, ne oldu?” dediğimiz Münevver Karabulut cinayetini anımsattı. Özellikle filmde işlenen cinayetin “aşk” adına ve fakat ardından çok farklı bi gerçekle karşılaştığımız gibi, aslında Münevver Karabulut cinayetinin de aşk adına işlenmiş bi cinayet olmadığı buz gibi ortada. O da karlı bi güne uyandığımız avcıların vahşi mevsimi olan bi mart gününde gündemimize girmişti.

Filmin ikinci yarısının beklenenden daha düşük performans sergilemesine rağmen izlenebilir bi film. Biz filmden çıktıktan sonra uzun uzun yukardakileri konuştuk. Soğuk bir kış günü sinemada film izlemenin keyfi bi başka. Hele oyuncular Şener Şen, Cem Yılmaz, Çetin Tekindor, Okan Yalabık, Melisa Sözen gibi ustalar ve şimdiden ustalığa adım atmış genç kuşak oyuncularsa.

İyi seyirler...

 
Toplam blog
: 246
: 1012
Kayıt tarihi
: 15.02.08
 
 

..