Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Temmuz '15

 
Kategori
Dünya
 

Batı kum denizinde, Doğu kan denizinde!

Batı kum denizinde, Doğu kan denizinde!
 

Twitter'dan...


Twitter’dan aldığım şu resim, dünyadaki “iki kesimli” yaşayışın, anlayışın, acıların ve hazların özeti gibi!

“Batı” deyince; Avrupa, Kuzey Amerika, Güney Kore ve Japonya, Avustralya ve Ortadoğu’nun ortasındaki İsrail aklımıza gelmeli…

“Doğu” deyince ise; aklımıza en başta Ortadoğu, Afganistan, Pakistan, Bangladeş, bütün Afrika, bilhassa, Kaide’nin, Boko Haram örgütünün etkin olduğu Müslüman ülkeler gelmeli…

2’nci Dünya Savaşı’nın sonu olan 1945’e kadar Batı, birbirini kırıyor, kan denizinde yüzüyordu. Büyük Savaş sonunda akılları başlarına geldi… “Anlaşma”yı, “uzlaşma”yı keşfettiler! O günden bu yana müthiş bir gelişme, muazzam bir refah içindeler… Batı’dan gelen haberler; spor müsabakaları, dünya rekorları, astronomik transfer ücretleri, teknik buluşlar, uzay araştırmaları ve dünyanın keyfini çıkardıklarını gösteren görüntüler: Deniz, plaj, kum, tribünlerdeki neşeli, coşkulu kalabalıklar…

“Doğu”dan gelen haberler ise; hep kan, gözyaşı, parçalanmış cesetler, gencecik “intihar eylemcileri”, kitlelerin sefaleti… “Doğu” kendi içinde kavgalı, kendi kendini yiyip bitiriyor, kan denizinde boğuluyor! Burada, “Batı’nın oyunu”ndan söz edilebilir ama “Doğu” oyuna niçin geliyor? Oyunu neden göremiyor?

Hadise; “Batı’nın oyunu” mu? “Yanlış din telakkisi” mi? Yoksa ikisi birden mi? Nasıl bakarsanız bakın, sonuç değişmiyor: “Doğu” kan denizinde debeleniyor! Boğuluyor!

Bu ayrımda Türkiye’nin yeri neresi?

Türkiye, iki dünyanın tam ortasında… Daha çok “Doğu”da, “Doğu”ya yakın!

Haddizatında, Türkiye’nin kendi içinde de bir “Doğu-Batı” var… Lâkin içteki Doğu-Batı ayrımını kesin çizgilerle yapamazsınız. Doğu’da can kaybı olduğu zaman, bakıyorsunuz, cenazelerin çoğu Batı illerine getiriliyor! Misal, Şanlıurfa’da katledilen gençlerin cenazeleri; İstanbul’a, Bursa’ya, Samsun’a gönderiliyor.

Öte yandan; Ortadoğu’da, Afrika’da kan gövdeyi götürürken, dünyanın Batı’sı bunun farkında bile olmayabilir… Fakat Urfa’daki, Adıyaman’daki dökülen kandan İzmir’in, Antalya’nın haberdar olmaması, Aydın’ın, Trabzon’un yanmaması düşünülebilir mi? Üstelik Türkiye’nin Batı’sı, sadece Şırnak’ta, Ağrı’da dökülen kandan değil, Suriye’de, Irak’ta, Mısır’da dökülen kandan da huzursuz olur, endişe duyar, oralardaki acıyı yüreğinde hisseder.

Allah, dünya nimetlerini önümüze sermiş… Batı, nimetlerden alabildiğine yararlanmayı tercih ederken, Doğu, “Allah’ın nimetleri”ne sırtını döndüğü gibi, bir de dünyayı “cehenneme”e çevirmeye çalışıyor!

Kim günahkâr!

x   x   x  

‘İNTİHAR EYLEMİ’ NASIL BİR RUH HALİYLE YAPILABİLİYOR?

14 Ocak 2014 tarih ve “Hasan Sabbah efsanesi, Haşhaşiler ve bugünküler” başlıklı yazımda (http://blog.milliyet.com.tr/hasan-sabbah-efsanesi---hashasin-ler-ve-bugunkuler-/Blog/?BlogNo=444806) Hasan Sabbah’ın, “fedaileri”ni ölüme nasıl gönderdiğini incelemiştik. “Fedaileri” ölüme götüren “güdü”nün, “bağnaz bir iman” olduğunu belirtmiş, bugünkülerin de Sabbah’ın fedailerine benzer olduğunu yazmıştık.

Eksik yazmışız… Daha doğrusu, bugünküleri Sabbah fedailerine benzetmekle, Sabbah’a haksızlık etmişiz!

Çünkü şimdikilerdeki“bağnaz iman”, Hasan Sabbah döneminden çok daha katmerli, çok daha tehlikeli, çok daha yıkıcı-kıyıcı!

Sabbah döneminde, bir fedai bir kişiye suikast düzenleyebiliyordu… Hâlbuki bugünün “fedai”si kendisiyle beraber, bir kitleyi paramparça edebiliyor.

Eskinin fedaisi, sadece, “ölümü göze alıyor”du… Bugünün “intihar eylemcisi” göze falan almıyor, doğrudan doğruya ölüme gidiyor ve etrafındaki kalabalığı da götürüyor.

“Eylemci”, bayramda, Irak’ta kendini gösterdi… 3 ton bombayla 120 kişinin ölümüne, yüzlerce kişinin de yaralanmasına, sakatlanmasına sebep oldu.

Bayram ertesi de Türkiye’de “eylem”e geçti: 31 ölü, 104 yaralı…

Bu rakamlara bakarak diyebiliriz ki; bugünün suikastçısı, Sabbah’ın suikastçısından 31, hatta 120 kat daha tehlikelidir… Yüzlerce yaralı ve sakat da cabası…

Böyle bir “iman” olabilir mi?

18 yaşındaki bir çocuk, bir kız, hangi ruh haliyle, hangi duygu ve düşüncelerle, kendisiyle birlikte yüzlerce insanı ölüme götürebiliyor?

Arslan Bulut, Yeniçağ’daki, 22 Temmuz tarihli yazısında, bu psikolojiyi inceliyor… Şunları söylüyor: “Batı ülkelerinde ezik yaşayan veya Türkiye gibi ülkelerde, köylere kadar yaygınlaşan yatılı kurslarda yedi yaşından itibaren  ‘İslam devleti’  hayaliyle yetiştirilen Müslüman gençlerin, IŞİD’in gösterdiği hedefler için hayatını ortaya koyması hatta canlı bomba olması çok kolay oluyor. Çünkü bu çocukların zihinleri daha küçük yaşlarda basit mantık oyunlarıyla köreltilmiş durumdadır. Tıpkı Afganistanlı ‘Taliban’  genç gibi dünyayı değiştirmeyi öngören bir azimle en doğru yolun kendi ideolojileri olduğuna inanmaktadırlar."

Bunun dinle-imanla alâkası olabilir mi?

Bu konuda “din âlimleri”nin, Diyanet’in söyleyeceği bişey yok mu?

Şöyle derinlemesine… İşin “kökenine” inecek biçimde… Hepimizi tatmin edecek, aklında “intihar eylemcisi” olma düşüncesi olanları vazgeçirecek şekilde…

O kuvvette!

O “İMAN”da!

x   x   x

BAHÇELİ’YE HAKSIZLIK MI EDİYORUZ?

Bahçeli’nin ve MHP üst yönetiminin tutumunu sorgulayan, “MHP’de hayal kırıklığı…” başlıklı yazımıza ciddi itirazlar geldi.

İstanbul’dan arayan bir yakınım, “MHP’nin HDP’ye mesafeli durmasını onayladığını, Bahçeli’nin, ne dediyse arkasında duran mert bir lider olduğunu” söyledikten sonra; “Bahçeli, hesap sormayan namerttir” diyordu! “Hesap soracak adam Meclis Başkanlığını AKP’ye hediye eder mi?” sualimize karşılık, “Seçmen, hesap sormasına yetecek kadar oy verdi mi ki hesap sorabilsin?” diye karşı çıkıyordu.

Sandıklı’da, yüz yüze görüştüğüm bir esnaf arkadaşım da, “Bahçeli’nin hataları olabilir fakat yaptıkları %85 nispetinde doğrudur… Onun yanındayız, desteğimiz sürüyor, sürecek.” şeklindeki görüşüyle yazdıklarıma katılmadığı bildirdi.

Bu karşı görüşler üzerine, ben de “Acaba, Bahçeli’ye haksızlık mı ediyorum?” diye düşündüm.

Bahçeli’nin tavrı, ilk bakışta, oy kaybettirecek gibi gözüküyorsa da, aldığım tepkilerden, bu tutumun oy kazandırabilme potansiyeli taşıdığı da anlaşılıyor.  

Sanırım, biraz daha sabırlı olmak, gelişmelere biraz daha sükûnetle yaklaşmak gerekiyor…

 

 
Toplam blog
: 1412
: 1241
Kayıt tarihi
: 04.06.10
 
 

Ücret karşılığı hiçbir yerde çalışmıyorum. Sandıklı'da doğdum. Kuleli Askerî Lisesi, Kara Harp Okul..