Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Ağustos '14

 
Kategori
Sağlıklı Yaşam
 

Bel fıtığı ile ilk tanışmam...

Bel fıtığı ile ilk tanışmam...
 

Hayal edin... Sene 2007...

Daha 30'larımın en başlarındayım ve çok istediğim bir şirkette Müdür Yardımcısı olarak daha yeni işe başlamışım.

Müdür olan hanım da hamileliğin son 3 ayında ve görünen o ki, o hamilelik iznine çıktığında bütün her şeyin sorumluluğu bana kalınca, şaşırıp kalmamam için, bu hiç tanımadığım şirketi ve işi çok kısa sürede öğrenmem ve sahiplenmem gerek...

Bu heyecanla bütün günüm koşuşturma ve toplantılar arasında fırtına gibi çalışarak geçiyor. Sorumluk sahibi, çalışkan ve işkolik birisi olarak bu durumdan çok mutluyum.

Derken bir sabah belim bükülmüş halde kilitlendi kaldı. Bu durumda üstü üste bir kaç toplantıya katıldım ama, bırakın oturup kalkmayı, yaptığım en ufak bir harekette bile belimden şiddetli sancılar çekiyordum.


Bir kaç hafta önce banyoda ıslak zeminde kayıp, düşmüştüm. Belim morarmış ve dokununca acıyordu. Gün geçtikçe iyileşeceğine, bir de bu durum ortaya çıkınca hemen annemi aradım.

"Ben daha da kötüleşiyorum, ne yapayım, hangi doktora gideyim" derken, tanıdığı bir hanımın "akrabam" diye bahsettiği ve o dönem televizyondaki programlara da sık sık katıldığını benim de bildiğim, arada sırada izlediğim bir Beyin ve Sinir Cerrahisi uzmanı geldi annemin aklına.


Doktorun telefonunu internetten bulup aradım, kimin referansıyla ulaştığımı söyledim ve durumumu kısaca anlattım. "Bir bel MR'ı çektirip, arkasından hastaneye gelmemi, ameliyatı sonrası fırsat bulduğunda benimle görüşeceğini" söyledi.

O kadar zor durumdaydım ki, işe başlayalı 2 hafta olmuştu ve ben daha şimdiden iki büklüm halde kalakalmıştım. Müdür olan hanım zaten sevimsizlik abidesi, asık suratlı biri. Çok mahçup bir şekilde doktora gitmek için izin istedim. Halimi görünce, o öğleden sonra çıkmamdan hoşlanmasa da, bir şey diyemedi.

Doktorun özel olarak sadece "orada" çektirmemi söylediği Nişantaşı'ndaki özel Emar merkezini aradım ve randevu istedim. Onun ismini verince araya alacaklarını söylediler. Belli ki komisyon anlaşması var. O dönem bir sağlık sigortam da olmadığı için yüklüce bir emar ücreti ödeyerek gerekli çekimi yaptırdım.


Emar sonucumu da alıp, hastaneye vardığımda, doktor hala ameliyattaydı. Bekleme odasında benden başka bir de tekerlekli sandalyede yaşlı bir teyze ile yakını vardı...

Bekle bekle... Bir kaç saat sonra, akşam saat 7:00 civarı doktor geldi ve önce diğer kişilerle biraz ayak üstü konuştu, sonra benim yanıma geldi.

Ben durumumu özetlemeye çalışırken, raporu eline alıp, ışığa doğru tuttu.


Daha bakar bakmaz bana dönüp, "şuradaki tekerlekli sandalyedeki teyzeyi görüyor musunuz?" dedi. "Yaşınız genç diye belki şu anda hala yürüyebiliyorsunuz ama sizin durumunuz aslında ondan çok daha vahim" dedi. Ben tabi şok geçirdim!

Söylediğine göre: Omurilikte L5'deki sinir patlamış, L4'de de fıtık söz konusu.. Diskler burdan böyle baskı yapıyor, onlar da iyice sıkışıyor. Acilen ameliyat olmalısınız" dedi.

Yahu bu adam, sabah akşam televizyona çıkıp, "bel fıtığında ameliyat, "en en ama en son" çaredir, aman ameliyat olmayın" diyen doktor değil miydi?

"Nasıl yani? Başka çaresi yok mu? Fizik tedavi filan görsem iyileşmez mi?" diye başka bir uzlaşma yolu aradım. Ama nafile....


"O aşamayı çoktaaaan geçmişsiniz. Hem biliyorsunuz ki kaybedilen sinir geri gelmez, işte o zaman yürüyemez, hatta tuvaletinizi bile tutamaz hale gelirsiniz" dedi . Bunu duyduğum anda, tahmin edeceğiniz üzere ben tek kelimeyle "bittim"...

Doktor öyle bir tablo çizerek, beni öylesine korkutmuştu ki, ağlamaya başladım. Doktor da "ameliyatın öyle korkacak bir şey olmadığını, eski bel fıtığı ameliyatları gibi, kocaman kesiklerin olduğu, aylarca ayağa kalkılamayan bir durum yaşamayacağımı, "mikrodiskektomi" denilen bir yöntemle, küçük bir kesiden girilerek, fıtıkların olduğu yere müdahale edip, temizleyeceğini, aynı gün ayağa kalkıp, bir kaç saat sonra yürütüleceğimi, hiç hastanede kalmama gerek olmadan aynı gün taburcu edileceğimi" ve 2 haftalık rapor aldıktan sonra işe dönebileceğimi söyledi.

O andan itibaren sağlığımı filan geçtim, "peki ya çalıştığım şirket ne olacak?" diye düşünmeye başladım. Evet deliyim...

Büyük ve zorlu kurumsal testlerden ve görüşmelerden yüksek başarı ile çıkarak kabul edildiğim bu firmada, Yardımcı Müdür olarak daha bismillah başlamış ve işleri o hamilelik iznine çıkmadan Müdürden devralacak aşamaya gelmeliydim güya. Ama şimdi nasıl olacaktı ki?

"Şu ameliyat olma konusunu biraz düşünmem lazım" dedim ve doktor da bana cep telefonunu vererek, "eğer istersen yarın sabah seni ameliyata alabilirim" dedi.

İçimden "Hadi ordan canım, ne ameliyatı?" diyerek ordan çıkıp, ağlaya zırlaya eve gittim. Sadece yarım saat, bilemediniz 1 saat kadar düşündüm taşındım.

Sonuçta her gün izin alıp, başka başka doktorlara gidip, onların da görüşünü alacak bir ortamım yoktu. İşyeri bundan hiç hoşlanmazdı tabiki...

Başka doktor demek, farklı farklı görüşler ve kafa karıştırma demekti... "Allahım ne yapsam etsem" derken, müdürün hamileliği daha da ilerlemeden, bir an önce olup, iyileşeyim düşüncesiyle, her zamanki gibi tezcanlı davranıp, ailemden kimselere pek müdahale etme imkanı bırakmadan, bu ameliyatı olmaya karar verdim.

Aynı akşam saat 8:30 civarı doktoru aradım ve ertesi sabah saat 6:00'da hastanede olmam konusunda sözleştik. Operasyonun kaça mal olacağını da sordum ve o zamanın parasıyla, anlaşmalı olduğu bir özel hastanede yapacağı bu ameliyat için benden oldukça yüksek bir meblağ talep etti.


Sabah hastanede, bir odaya alındım ve kan testleri filan yapıldı. Derken odaya doktor girdi ve parayı istedi. Hönk! Evet yanlış duymadınız. Koca doktor, ameliyat öncesi, elden parayı aldı, tek tek saydı ve cebine koydu. Of! Bir hasta, doktordan nasıl soğutulur? İşte böyle! Sanki bakkaldan yoğurt satın alıyoruz...

Neyse.. Derken ameliyata alındım...

Yazdıkça dün gibi hatırlıyor, hatırladıkça sinirleniyorum:)
O zaman bana biraz zaman tanıyın...

Biliyorum dizinin en heyecanlı yerinde giren gıcık reklam arası gibi oldu ama Arkası Yarın...:)

www.budagelirbudagecer.com
www.twitter.com/HepsiGelirGecer
www.facebook.com/budagelirbudagecercom
www.instagram.com/budagelirbudagecer 

 
Toplam blog
: 12
: 1454
Kayıt tarihi
: 15.08.14
 
 

"Ne ağlarsın, benim zülfü siyahım? Bu da gelir, bu da geçer, ağlama!" der Aşık Daimi... İşte ben ..