Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Mart '18

 
Kategori
Güncel
 

Bezginlik...

Bezginlik...
 

Ünlü düşünür, Pisagor ; “Ya susmak, ya da suskunluktan daha kıymetli söz söylemek gerekir" demiş. Peki, suskunluktan daha kıymetli bir söz var mıdır? Bilmiyorum desem, bunca bilen arasında çok mu tuhaf olurdu? Çünkü kova büyüklüğündeki başlara okyanuslar kadar bilgi döküldüğü için midir nedir, ağır gelir omuzlara başlar?
 
 Bazen, tüm bunları bilmemiz gerekli miydi, diyorum.  Bazen de aptallaştırır mı desem yoksa uyuşturur mu? Yorar mı, yahut üzer mi? Veya bezdirir mi? Bilgi, bilmek yüktür bazen. Atsan atılmaz!
 
 Söylenenlerle, yapılanlar gökyüzündeki zıt kutuplu bulutlar gibi, şimşekler çakıştırır.       
 
 –Yağan, pislik midir?
Yoksa Rahmet mi? Başımızdan aşağı...
 
Bilen var mı?
 
 Her defa daha iyi bir şey yapmak değil de, değişen dengelere aldırmadan menzilde kalmak mesele... 
 
Bol veri paylaşılıyor sınır yok tabi ki... Sürekli bir ülkeyi hedef almak veya bir toplumu birilerini parmakla oyar gibi göstermek…  Sadece bir şeyler söylemiş olmak için söylemek! Koca bedeni gölgesinin arkasına saklamaya çalışmak gibi…  
 
Sınırsız kelimesi insana büyük vaatler sunan bir anlam taşır... Sanki insan tabiatına, bir hayli bol gelen bir tanım ve bizler sanki içinde kaybolmuşuz. Sınırları, ‘yıkıyoruz!’ derken, sınırsızlık surlarının altında kalmak…
   
Sınırsızlık, özgürlük, hadsizlik, kanunsuzluk aldıkça alıyor kapkara bir kuyu. Yusuf gibi kardeşleri tarafından atılmadı  hiç kimse... Gönüllüce atlayıp, çıkarılmayı beklemek... Ama hep  birileri bize örnek olmuştu. Atlayanlarla beraber atladık.
Zaten hep onlar suçluydu! 
 
        Veya bir delinin kuyuya attığı taştık. 
        Kırk akıllı çıkaramadı kaldık!..
 
Bazen can sıkıcı gelse de, o gelişmemiş eski yaşantımızı özlediğim için kalemimden süzülür hasretim... Neden mi? Çünkü şimdiki hallerimize bin basan yaşanmışlıklar... Bazen tuz gibi aralarda serpiştiriyorum.
Unutmamalı. Bugünlerimizi, düne borçlu olduğumuzu... 
     
Öyle bir çağ yaşıyoruz ki, kış bize küsmüş... Kasımdan beri, ‘kış geldi’ geçiyor, ‘kar ne zaman yağacak?’ Ha şimdi geliyor şimdi gelecek… Derken, bizim bir karış otlakta ilk papatyaları da gördük... Ardından gelin olmuş kalan tek tük ağaçlar…
 
-Oysa, bir kere bile parmaklarımın ucu sızlamadan!
Hayat artık çok daha kolay… Kiminle konuşsam başım ağrıyor... Çılgınlarca bilgi paylaşımı... Yeni fikirler çıksa da, derhal milyonlarca insana ulaşıyor. Ulaşmazsa epey geri kalırız!
   
Ne var ki bunda, ne güzel! 
Bilinçleniyoruz…
Pazartesi iş başı sendrom filan derken, hop bir bakmışız Pazar akşamındayız..
İlk günler dün gibi aklımızda yaşanan güzel yahut hüzünlü anların gölgesinde hayata devam ederken, rengârenk gündemlerle rutin bir düzenek yumağında sıkıca sarmalanmış gidiyoruz...
 
Ağaca tırmanmayı kaç çocuk biliyor? Elindeki yemekten kaç çocuk kedilere veriyor. Kaç kişi yemek yemeye inen güvercinleri yanından geçerken korkutmaktan çekiniyor. Artık oyuncaklar da demode oldu. Bir kamyon oyuncak unutulmuş... En son kaç evli çift elinde olanların farkına vardı. Çimlere ayaklar ne zaman temas etti. Gözler bir an kapatılıp mis gibi bir kokunun götürdüğü huzur, en son ne zaman yüreklere işledi? En son sevgiyle kime gülümsedik? Veya teşekkür ettik? Birine sırf, ‘içimden geldi’ diyerek yapılan yardımın, yaydığı huzurun kanatlarını takıp uçarak geçildi yokuşlu tümsekli hayat koridorlarından…
 
Yokluklar… 
Sürekli, ne eksik, ne yok, ne yamuk, ne yanlış tek derdimiz bunlar...
Mükemmelliğin, hastalık halini almış bir çağ yaşıyoruz.  Tüm kendimize has olan özellikler kusur çarkının dişlerine takıldı...
Seri imalat gibi, simalar…
       
Dünya çapında yapılan bir araştırmaya göre, Türkiye ülkeler arası mutluluk sıralamasında gerilemiş. Hangi ölçüler kıstas alınıyor, bilemedim. Lakin Finlandiya eğitimde olduğu gibi, bu konuda da birinci sıradaymış… Yine bazı araştırmacılara göre, "Dünyamızda dalga, dalga bezginliğin yaygınlaştığı dile getiriliyor. Sebep olarak da, dünyada devrim gerçekleşeceğini, eski yaşanmışlıklara göre büyük değişimlerin öncesinde bezginlik dönemi geçiren insanlığı anlatıyorlar " uzun, uzun… 
 
Bana kalsa, bu bezginlik doyum ve amaçsızlıktan… Amaçlar hayaller hayal olmaktan çıktı artık. Her şeyi elde etmenin, bir değil pek çok yolu var… 
       
Aslında herkes aynı şeyin peşinde, huzurun... 
Hedeflenen miktar yakalanamayınca, bezmiş bir hal alıyoruz. Hatta bezmek ne demek?
Cinnet … 
 
Gece gündüz maruz bırakıldığımız, hatta zoraki diyeceğim veri yığılması bir kambur gibi omuzların üzerinde… Herkesin gücü kabiliyeti farklı, farklı iken, kaldıramayacağı yükün altına elini değil bedenin tamamını siper etmek. Duyarsızlaşan kaslar mı? Anlatanlar araştıran açıklayanlar denizde kum insanlarda uzman...
 
Bilmiyorum demek mi? Çok büyük ayıp!
Konuşmaktan, sürekli bir şeylere yorum yapmaktan neredeyse, ayağa kalkıp yaşamak beyhude...  Kendimizde olanların farkına varamadan geçti ömrün yarısı...
Dinleyemiyoruz...
Kendimizi, hayatı, kuşları, insanları, vapurları denizi rüzgârı… 
SESSİZLİĞİ…
 
Bir varmış bir yokmuş gibi hissetiren âlemler olmuş yeni mekânlar… Hep başka yerlere odaklı ölçüler,  belli bir standart…  
 
 
Zamanın elleri üstümüzde... 
 
Zamanın içinde kaybolmak veya her dokunuşunun tadına varmak… Mutluluk anlarda, anlar da zamanda gizlenir… 
 
Cümleten Selamlar...
 
MERYEM KADIOĞLU
 
 
Toplam blog
: 42
: 672
Kayıt tarihi
: 07.02.17
 
 

İstanbul'da doğdu. İstanbul'da yaşıyor. Evli, ev hanımı ve çocuklarının annesi. Aklına estikçe yaza..