Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Kasım '14

 
Kategori
Öykü
 

Bir Eylül gecesi; modern zengin adamlar

Bir Eylül gecesi; modern zengin adamlar
 

Sıkıcı bir Cuma günü, tempo yoğun bazen durağan. Hiçbir şey yok iş ve sabırdan başka. Her şey basit, çapında sıradan ve de alçak. Saatler zar zor geçiyor, mesai bügün de bitiyor.

Tatlı bir Cuma akşamı… Güzel bir yürüyüş yolu, hafif esen ılık rüzgarla. Bir hırçın şarkı aklıma geliyor “The Rasmus – in the shadows”. Kasıp kavurmuştu bir zamanlar. İçimin kasırgalarına bu şarkı çok iyi geldi…

Kendimi son üç gündür bulduğum yere attım. Biraz English Home sonrası filtre kahve. Sert ama çok etkili. Yüze vurulan gerçekler gibi. Alışveriş poşetlerinin ardına sığınmış, kahvemi yudumlayıp güçlü görünerek yazıyorum size şimdi. Kim okur ya da bilir şu anı bilmiyorum ama herkesin hikayesi kesinlikle dinlemeye değer.

Bu aralar her acı sonrası yaptığım gibi yalnız takılmaya, kendimle baş başa ve sessiz kalmaya özen gösteriyorum. Günlük işler ve monoton bir işim olmasa, evden dışarı çıkmak zorunda kalmasam, birkaç günlüğüne ıssız bir adaya düşsem ne iyi olur.

Etrafımda oturan çiftler artık yavaş yavaş kalkıyor. Yerlerini yakışıklı Casanova’lar dolduruyor. Sol çarprazımdaki yakışıklı olmayıp karizmatik olan bey arada beni kesiyor. Tam karşımdan, da ön masaya doğru gelen iki çapkın genç adamın parfüm kokuları ciğerlerime doluyor. Ve bu koku sonrasında burnum ve hafızam başka birinin kokusunu hatırlamaya çalışıyor.

Kızgınım fakat tek bir neden bulamıyorum. Tam teşhis koyamıyorum. Modern zengin adamların aşklarından hiç anlayamıyorum. Ve doğruluğa, hakikate olan olan düşkünlüğümü tamamiyle ve tabiatımın bütünüyle ileri ya da orta üzeri geliştirebildiğim feministlik yönümle özdeşleştirdiğim Simone de Beauvoir’e baglıyorum. Ve onun lise hayatım boyunca akranlarımın sevgili anlayış ve arayışları sırasında, benim ağır psikolojiye olan merakım sonrası kimliğimin oluşum sürecine genç yaşta bu denli derinden etki edebilecek kadar güçlü olduğunun yeni farkına varabiliyorum.

Hava kararmaya başlıyor. El ele yürüyen çiftler sinema çıkışından çifter çifter önümden geçiyor. Aklıma; dün gece tanımadığım ama benimle konuşması ve kısa ettiğimiz o derin sohpetiyle kimliği meçhul o adam geliyor. Starbucks’ta ki kahve kuyruğundaki yüzünü çok net hatırlayamadığım o meçhul adam. Sıcak kahvemi bana çarparak döken ve sonrasında yeni bir kahve alıp masama oturmak için izin isteyen o adam. Kuyruktaki telefon konuşmama şahit olup arkadaşlarımla Simone sözlerinden yaptığım bir alıntıyla tekrarladığım kelimeleri kahveyi masaya koyarken yinelemiş ve beni ilginç bir şekilde şaşırtmıştı. Ya çok iyi bir hafızaya sahipti ya da iyi bir okurdu.

Bana söylediği ikinci cümle şuydu:

“Sarte ile geçen bir ömür, 1980’de Sartre’nin ölümüyle biten beraberlik… Montpornesse’de yan yanalar yine.”

Şaşıp kaldığım, sevdiğim adamın “şapşirik” dediği o anlarımdan birini yaşıyordum.

Yakışıklı, güzel kokan o genç adam ya da orta yaşlı şu an pek bir ayrım yapamayacağım, karşıma oturmuş benim şapşirikliğimin geçip birkaç kelimenin ağzımdan çıkmasını bekliyor gibiydi. Öyle bir şey söylemeliydim ki şapşirikliğimi unutması ve bu diyaloğun biraz daha sürmesi gerekiyordu. Adeta karşımda beni düelloya davet eden bir adam vardı.

Kahvemden bir yudum aldım ve o iri ve aman Tanrım yeşil yine yeşil. Yeşil kocaman gözleri ile hala heyecan ve birazda gerginleşmiş sessizlikte ısrarla bekliyordu. Kahvesini önüne doğru ittim. Eline alıp yudumlarken o sırada şapşirik havamdan sıyrılarak şunları söyledim:

“Jean Paul (Sartre) ile yarım asra yakın bir ilişkimiz oldu. Ama ben bir kere bile orgazmı yaşamadım. Hep başka erkeklerle oldum, o da başka kadınlarla. Ama birbirimizden asla vazgeçemedik.” Dedim. Simonun gerçekçi cümlesiyle.

İkimizde gülümsemiş, ikimizde sohbetin bundan sonraki akışının gerilimsiz olacağını garanti altına almıştık. O sırada söylediğim bu sözün üzerine “Neden?“ diye sordum. Gerçekten de bu sözün nedenini, altında yatan gerçeği bilmiyor ya da hatırlamıyordum. Demiştim ya lise yıllarımda ki Simone ve feministlik damarlarımdan gelen birikimdi bu. Kahvelerimizi yudumlarken ağzından kelimeler dökülmeye başladı. Bana hakikati anlattı.

“Sartre amfetamin kullanırdı da ondan. Cinselliği bitiren bir uyuşturucudur, hayatı boyunca kullandı.”

Sözünü “Peki neden vazgeçemediler?” diye böldüm “Madem başkalarıyla oluyorlardı neden vazgeçemediler?”

Etrafına bakıp, elindeki kahveyi masaya koyup biraz yaklaştı “Birbirlerine aşıklardı da ondan, aşk bedende değildir. İkisi de varoluşçuydu, Sartre’nin dediği gibi insan ne ise odur.”

Bu sözlerle içimde bir deprem meydana geldi. Simone saygı duyup ilham aldığım, gücünden haz duyduğum bir kadın ve en önemlisi aşık bir kadın nasıl olurda böyle düşünebilirdi?

Aşık olduğu adamı bir başkasıyla nasıl düşünüp en kötüsü de bilebilirdi? Ve kendisi nasıl, aşık olduğu adamın, ona olan hislerini bile bile, aşkın yüce bir lütuf olduğunu bile bile, başka erkeklerle birlikte olup nasıl ama nasıl yakın bir ilişki içerisine girebilirdi? Simone ya da başka bir kadın bunu nasıl yapabilirdi? Bozguna uğradığım, karşımdaki yabancı adamın bu sözlerinin yalan olduğuna bir an bile ihtimal vermediğim bu algının bende adeta bir çarpıklık ve çelişki havuzu yaratmasına engel olamamıştım.

Kahvemi bitirmeden orayı bir an önce terk etmek için müsaade istemiş alışveriş poşetlerini toparlayıp çantamı alıp kalkmıştım. İyi Akşamlar dileyip tam bir adım atacaktım ki kolumdan tutup şapşirik suratıma uzun uzun baka baka “Aşk bir devrimdir, duygu değil” dedi. O an o kadar çok şey düşünmüştüm ki yüzümde sadece çatık bir gerilmiş bakış vardı. Sahte bir gülümseyiş yapamayacak kadar çok fazla şey düşünüyordum. Ve geçmek bilmeyen bu saniyeler sırasında o masa etrafındaki alandan ayrılmayı zor bela başarabılmiştim.

Aşk mıydı? Neydi? Bir sürü anlamlı, manasız; zıt sorular. Cevapları hiç bilemeyecek ve sıfırı çekecek bir öğrenci gibi hissediyordum kendimi, klasik bir sınavdaymışçasına. Yine tutulmuştum düşünmek hastalığına. Sartre ve Cüneyt’i eşleştiriyor ama benim bir Simone olmadığıma inandırmaya çalışıyordum kendimi. Kısa bir zaman sonra konunun aslında Sartre ve Simone değilde, o ve ben olduğumun farkına varmıştım. Düşünme hastalığımın yüzüme damlayan yağmur tanecikleriyle akıp gitmesine izin veriyordum. Ve yine bu mevzudan kaçıyordum. Saatin kaç olduğundan emin değildim ve eve varıp bir an önce uyumayı düşleyen sehirler arası bir yolcu gibiydim. Ve öyle de yaptım.

Ve sabah olduğunda olanları hatırlamıyordum. Her zamanki gibi geç kalmış, bir an önce yola koyulmak için acele ediyorken saate bakmak için telefonu elime aldığımda gördüğüm bir sms vardı. “Günaydın :-) Nasılsın?”

Nasıl oluyordu da bir sms beni çileden çıkarmaya yetiyor ve de bir o kadar üzüyordu? Ve nasıl bu kadar hissiz bir adam yaratılabilmişti. Sonu yine “46”…

İşte bu sabah böyle bir sabahtı dünden bugüne bakıp anlatıldığında. Ve şu an yine bir sms geldi. Modern zengin adam yine bir sms ile beni bozguna uğrattı. “Seni o kadar çok ama o kadar çok seviyorum ki düşünmediğim bir an bile yok seni, bunu bil.”

Ne kadarı doğru ya da değil idrak edemeyeceğim bir tavırla yazmaya devam ediyorum. Yine susup kalacağım çünkü, inanmak dürtüsü ve hakikate olan düşkünlüğüm duygularımın önüne geçip, ortadaki yanlış ve yalnızlıkları görmezden gelemiyor. Tahammül edemediğim hisler bu tatlı cuma akşamını hoyrat bir cuma gecesine çevirmek üzere…

Cevap vermemekte direniyorum ki susmak net bir cevap olmuyor bu ve benzeri anlarda. Sms’lerin devamı gelirse söylemeden edemeyeceğim bir cümle kuruyorum hafızamda.

“Sana ihtiyacım olduğu zamanlarda sen, başka bir kadınlaydın”

Çok zorda kalırsam bu cümleyi yazacağım. Dediğim gibi ben Simone değilim o da Sartre… Ve eminim ki bu bir aşk değil. Başlı başına kurmaca bir rezillik. Baştan aşağı acı dolu.

Artık kalkmam gerekiyor ve bu yazıyı burada bitiriyorum. Yarım saat sonra Hilal bana kahveye gelecek. Ve onunla olup bu dandirik, saçma Cücü’ye ait aşk zırvalıklarını düşünmek istemiyor, mutlu konuşmalar yapmak istiyorum.

 
Toplam blog
: 7
: 161
Kayıt tarihi
: 12.11.14
 
 

Bir sabah uyandım ve 30'lu yaşlara yaklaşırken hayatı erteleyerek neler kaçırdığımı düşündüm. Hay..