Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Temmuz '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Bir dağcının güncesi ve Nasuh Mahruki

Bir dağcının güncesi ve Nasuh Mahruki
 

Khan Tengri Zirvesi


Geçen yıl bir arkadaşım bana “Sen hep yüksek dağlara tırmanmaya çalışmışsın. Niye biraz da tepeleri denemiyorsun ? “ dedi (ifade mecazi olarak kullanılmıştı, henüz dağcılık yapmadım ama gelecek yılın planlarında var). Beni çok yakından tanımamasına rağmen, gözlemi doğruydu. Üstelik aşağıda belirli bir çerçeveden özetlemeye çalıştığım kitabı da bana o armağan etmişti.

Bu yazıda, Nasuh Mahruki’nin sanıyorum ilk kitabı olan “Bir Dağcının Güncesi”nden bir özet sunmaya çalışacağım (1).

Milliyet Blog’da aynı kitap ve Nasuh Mahruki hakkında (tamamıyla aynı fikirde olduğum) bir başka yazı uzun süre önce yayınlanmış. Sayın Ahmet Aydın’ın blogundaki diğer yazılar yanında “Bir Dağcının Güncesi”nin de okunmasını öneriyorum.

http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=1277

Kitabı okumaya başlamadan önce duyduğum –doğru- gözlemin etkisiyle mi, ifadelerini kendime yakın bulduğum için mi ya da yazarın ustalığı nedeniyle mi bilmiyorum, okurken adeta ben de bütün o dağlara tırmanıyormuş gibi hissettim.

“Bir Dağcının Güncesi “ çoğunlukla yazarın 9 Temmuz – 21 Ağustos 1992 arasındaki dağ tırmanışları sırasında tuttuğu günlüklerden oluşuyor. Özeti daha iyi anlayabilmek için Nasuh Mahruki’nin o tarihlerde Bilkent Üniversitesi’nden yeni mezun olduğu ve aslında dağcılığa üniversite sıralarında başlamış olmasına rağmen henüz Türkiye dışında yüksek dağ tırmanışları yapmamış olduğunu belirtmekte fayda var.

Kitapta, 1994 yılında yazılan giriş bölümünden sonra, asıl olarak yazarın Kazakistan’daki Khan Tengri zirvesine (7, 010 metre) yaptığı tırmanışa ait anılar ve düşünceler yeralıyor. Bunun ardından, Nasuh Mahruki’nin 1993 ve 1994 yıllarında yaptığı bu ve diğer tırmanışlarına ait çeşitli dergi-gazeteler için yazdığı yazılar yeralıyor.

Kitapta verilen en çarpıcı mesajlardan biri, dağcının tırmanış sırasında yaptığı yolculuğun aslında kendi içinde bir yolculuk olduğu. Sıradan bir tırmanış/macera günlüğü olmaktan öte, Nasuh Mahruki’nin bu çarpıcı kitabı aslında çok genç yaşta geliştirdiği bilgece düşüncelerinin, yaşam felsefesinin bir özeti bence.

Dağcılık, bütün güvenlik önlemlerine rağmen riskli bir spor, üstelik “seyircisi olmayan” bir spor. Yani, dağcı aslında kendiyle yarışıyor ve tırmanma eylemini başkası için değil, kendi için sadece kendi için yapıyor.

“Bilinçli bir doğa sporcusu, doğada girdiği bu mücadelede, mücadele ettiğinin doğa değil de kendisi olduğunu bilir. Doğayla savaşılmaz, onunla ancak bir uyum yakalanabilir, sizi sadece seyreden bir şeyle nasıl savaşabilirsiniz ki? Savaş kişinin kendi içinde, ruhunda, bedenindedir. Çünkü dağcının-kişinin- yenmesi gereken kendisidir. Dağcı, her zirveye ulaştığında kendini aşmış, geliştirmiş olur, bu gelişim sürecinde bir de dost kazanmıştır; o dağ” ( Sayfa 52).

Nasuh Mahruki’nin özellikle Khan Tengri ve Pobeda’ya yaptığı tırmanışlar son derece yüksek risk içeren çok zorlu aktiviteler. Öyle ki bazı dağlar için tırmanış sırasında ölüm oranı altıda bir, yani tırmanışı deneyen her 6 dağcıdan biri ölüyor ama yine de bazı insanlar akın akın dağlara gidiyor.

“Bazıları kendilerine mekan olarak bütün dünyayı seçmişler- bayrak olarak da özgürlüğü.

1924 yılında, Everest’e neden çıkmak istediklerini soranlara ‘Orada olduğu için’ diye cevap veren Mallory, belki de bütün bu soruların cevabını açıklamış oluyordu. Mallory ve Irvine, son kez zirveye yakın bir yerde görüldüler ve bir daha da onlardan haber alınmadı.

Yüzlerce yıldır dağlar, denizler, yollar binlerce insanı yuttu ama bu, yeni gelenleri durdurmaya yetmiyor. Tehlike, korku ve ölüm bazı ruhları durdurmak yerine daha da coşturuyor ve kendine çekiyor.

Gılgamış’ı, Odysseus’u, Marco Polo’yu, Magellan’ı, Colomb’u, Peary’yi, Amundsen’i, Hillary’yi ve daha binlercesini oradan buraya savuran şey hep özgürlüğe düşkün, coşkulu ruhlarının üzerine kurulmuş keşfetme ve bilme tutkusu ve doğaya/kendine meydan okumanın dayanılmaz çekiciliğidir.” (Sayfa 88).

“Bazı insanlar için mutluluğa ulaşmanın yolları çok daha zorlu, sarp ve çetin görülse de, onlar için doğal olan budur. Bazı ruhların tutkularının sınırları, bizim ölçülerimizin çok ötesinde....

....

Yaşam, büyük ve güvenli gemilerle sakin bir gezi mi, yoksa kendi teknenizle soluk soluğa bir yolculuk mu olmalı, bunun seçimi size kalmış...” (Sayfa 89).

Kitabın büyük bölümümü oluşturan güncede, yazar bir yandan hayata ait gözlemlerini bir yandan da tırmanış sırasında ve kamplarda yaşadıklarını anlatıyor.

“Buda, Dhammapada’sında şöyle der: ‘Bugün ne isek, dünkü düşüncelerimizin ürünüyüz ve bizim şu anki düşüncelerimiz yarınki hayatımızı oluşturur; hayatımız aklımızın yaratısıdır. Bir adam saf ve temiz bir aklın yönlendirmesiyle konuşur ve hareket ederse sevinç ve mutluluk onu gölgesi gibi izler.’ Aynı inanç, Hint felsefesindeki Karma (nedensellik enerjisi) düşüncesiyle de anlatılır. Varoluşçular da insanın kendi özünü kendisinin yarattığını söyler, buna göre insan kendisini nasıl yaparsa öyle olur. İnsan özgürdür ve istediğini seçer, bu seçme özgürlüğü de sorumluluğu getirir” (2) , (Sayfa 57).

“Arayan bulur, yeter ki bilgiyle, erdemle, kararlılıkla, cesaretle arasın.

Demokritos, Epikuros ve çoğu filozof mutlu ve huzurlu bir yaşam için ruhu korkulardan, özellikle ölüm korkusundan kurtarmak gerektiğini söylemiş, bunun kaçınılmaz olduğunu, bundan korkup ruhu huzursuz etrmenin anlamsız ve budalaca olduğunu savunmuşlar. Tabii tutup da dağlara tırmanın dememişler.... ...Benim dağcılığa yaklaşımım da böyle: Bilgi, tecrübe ve yeteneklerimden gelen kendime güvenle, bir de Hint felsefesindeki Karma düşüncesi ile, korkularımı yenip kendimi gerçekleştirebiliyorum. Bir anlamda vites değiştirmek gibi bir şey, vitesi bir yukarı alınca görüş de değişiyor yaklaşım da, bilgiden gelen güven korkuyu yenince sınırlar da genişliyor.” (Sayfa 125).

Nasuh Mahruki’nin kendi kimliği ve hayata dair yorumlarından sonra dostlarına ilişkin olarak aradığı özelliklere de değinmekte fayda var.

“<ı>Gözlem, analiz, yorum ve <ı>uygulama programı içinde normal bir zekaya sahip sıradan her insan, doğruyu bulabilecek, iyi davranışı seçebilecek kapasiteye sahiptir. Benim kabul edemediğim de, işte bu zeka ve seçme özgürlüğüne rağmen, kişisel çıkarlar uğruna kasıtlı olarak yapılan insan onuruna sığmayan davranışlar...

...Dostlarımı büyük bir titizlikle seçerim ve uzun zamandır dostlarımda aradığım özellikler, iyiliğin dürüstlüğün çok ötesinde. İnsan, zaten iyi, dürüst, açık olmak zorunda, bunlar birer meziyet değil, insan olmanın gereklerindendir. Benim aradığım insanlar ise daha üstün yeteneklere sahip olanlar, ne istediklerini bilenler, kendilerini tanıyanlar, kendi yeteneklerinin ve isteklerinin farkında olup yollarını buna göre çizenler, hep daha iyiyi, daha mükemmeli arayanlar... Bu üç farklı kişilikten (yazar burada en yakın arkadaşlarından bahsediyor) bu kadar etkilenmemin önemli bir sebebi, üçünün de yetenekli oldukları konularda, benim hep olmayı istediğim ama henüz olamadığım kadar iyi olmaları. Dostlarımın –hatta sevgililerimin- herhangi bir konuda benden daha iyi, daha üstün olmalarını istemişimdir hep ki onlara bakıp kendimi geliştireyim.” (Sayfa 46-47).

Nasuh Mahruki’nin güncesinden bu kısa özeti ve sadece hayata yaklaşımına ait kısmıyla sunduktan sonra, benim kişisel hayatımda da niye hep ulaşılması zor hedeflerin peşinde olduğumu açıklayabiliyorum.

En temelinde, aşk hayatımda beni hep benden üstün sevgililer çekmiştir, zor oldukları için değil. Her birinde farklı ama derin bir potansiyel olduğu, bildiklerimizi “paylaşma” ve onlarla birlikte “öğrenme/keşfetme” isteğim çok güçlü olduğu için.

Ancak bu süreçte yaptığım en önemli hatalardan biri, “dağ”a ulaşmaya çalışırken onun aslında “fethedilemez” olduğunu ihmal etmiş olmam. “Dağ” hep oradaydı ve ona ulaşsam da ulaşamasam da orada olacak. Onun zirvesine erişme çabası aslında kendi kendime yapmam gereken bir yolculuk ve bu süreçte dağın benim elimden tutması mümkün değil. Eğer ona ulaşamamış isem bu benim kendi yetersizliğim, dağın ne suçu var ?

“...Yine de bu fethetme sözü pek hoşuma gitmiyor, dağların fethedilmediklerini, yalnızca zirvelerine çıkıldığını düşünüyorum. Bir dağa tırmandığımda hiçbir zaman onu altetmiş, fethetmiş gibi bir düşünceye kapılmadım. Benim mücadelem hep kendimle oldu, dağ ise yalnızca sonunda dost olduğumuz bir seyirciydi. Bazı dostluklar çok emek istiyor ve zorlu dağlarla dostluk kurabilmek için önce onu hak etmeniz gerekiyor.” (Sayfa 126).

Kendilerine ulaşamadığım bütün eski sevgililerim: Ne olduysa olması gerektiği için oldu. Ulaşamadığım bütün dağlar, bundan sonra ulaşmak istediğim için bir deneydi sadece. Bütün o eski başarısızlıklar, dağlardan vazgeçip tepelere yönelmemi gerektirmiyor.

Ben hala en zor ve en yüksek zirveye sahip olanı, gerçek aşkı yaşayacağım insanı istiyorum. Bu çabaya ve sonuçlarına hazırım.

NOTLAR:

(1) Nasuh Mahruki, Bir Dağcının Güncesi, Yapı Kredi Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, Haziran 1996

(2) Konunun bütünlüğü açısıdan bu alıntının kalan ve önemli bir kısmına burada yer veriyorum: “Bu öğretiler detaylarında birbirleriyle çatışsa bile, ben ikisinden de aklıma uygun yerleri seçip, kötü kaderden korkmaktansa, iyiliğin iyiliği getireceğine inanarak, özgür seçimimin, -doğru_yanlış-, sonuçlarına katlanmayı daha doğru buluyorum. Bu durumda bana, kötü kaderim için Allah’I suçlamaktansa sebebi kendimde aramak ve bana verdikleri için ona teşekkür etmek kalıyor- daha huzurlu ve güvenli bir ruh hali de cabası…Allah’a inanıyorum, çünkü bugüne dek ne zaman ihtiyacım olsa hep yanımda oldu… ( Sayfa 57).


(3) Nasuh Mahruki'nin kendisine ait web sitesi: http://www.nasuhmahruki.com/?inc=giris.inc

 
Toplam blog
: 6
: 3635
Kayıt tarihi
: 01.02.08
 
 

Okumayı, düşünmeyi, yazmayı, seyahati ve yenilikleri seviyorum. Kendimi sadece yaşadığım yakın çevre..