Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Ağustos '15

 
Kategori
Blog
 

Bir kitabın içinde olmak mutluluktur. (Acımadı ki)

Bir kitabın içinde olmak mutluluktur. (Acımadı ki)
 

Hiç kuşkusuz “yokluk, yoksunluk” değildir insanı mutsuz kılan. Barınmak, doymak, karşı cinsle “yıpratıcı” olmayan ilişkiler; yani efendim “temel gereksinimler” bir şekilde sağlanmışsa, insan şu orostopol yaşamda pek âlâ mutlu olabilir. Her türlü azgınlığın nedeni “bolluktur”!


Ve varsa biraz yeteneği; resme, heykele veya müziğe; yani efendim “üst düzey gereksinmelere” yönelir. “Yazı uğraşı” da “üst düzey” diye niteleyebileceğimiz gereksinimlerden biridir. Kafasını gözünü yarmadan bir sayfacık yazı karalayanla bunu aklından bile geçirmeyenin “dünyaları” elbette farklıdır.


Hele ki haftalık bir dergide, günlük bir gazetede veya internet ortamında çıkıyorsa yazılar; okunma oranları ne olursa olsun mutlu eder yazanı. “Antoloji” türünden de olsa bir kitapta yer almak ise başlı başına bir olaydır. Defalarca okur insan yazdığını, her seferinde de ilk defa okur gibi!


Değerli üye Sema Öztürk Hanımın emekleriyle ve bazı Milliyet Blog üyelerinin katkılarıyla ortaya çıkan “Acımadı ki” isimli kitabı da bu şekilde algılamak gerekir. “Kapak tasarımı, yayın kalitesi, pazarlaması, ikinci baskısı, fiyatı, geliri, gideri vs.” gibi konular ikinci plandadır.  “İmece “ usulü ortaya çıkarılmış bir kitabı bu yönden değerlendirmek pek uygun olmasa gerekir.


En fazladan kitabın “içeriğini” şöyle bir “eleştirmek ”de gerekir tabii. Çiçeğin suya, güneşe ihtiyacı olduğu gibi kitabın da eleştiriye ihtiyacı vardır. Olumlu veya olumsuz bu şarttır zira! Yeter ki “objektif” olalım!


İşin “tatlı” tarafından alırsak:


Değerli üye Tuncay Toka, “Büyümek dediğin şey” başlıklı yazısıyla liste başına kurulmuş. Bir yazıda “olmaması” gereken hiçbir şeye yer vermemiş ve “olması “gerekenlere de ziyadesiyle yer vermiş. İşin içine “şiirsellik” de katarak yazıyı kaymaklandırmış. Sanırım o da farkında; “ne anlattığım kadar, nasıl anlattığım da önemli” şiarının. Yazısında “acımadı ki” sözcüğünü kullanmıyor ama kitabın ismiyle en uyumlu yazı onunki!


Sevgili Ali Gülcü, çocukluğundan bir “enstantaneyi” sahnelemiş! (Yazıyı okurken o yapışkan Trakya sıcağını ben de hissetim zira.) Hiçbir amaç güttüğü yok! “Ben anlatırsam böyle anlatırım işte” diyor ama! Hem de üstüne basa basa! Onu farklı kılan da bu zaten… En güzel oyunların “Doğa” ile oynanan oyunlar olduğunu bize anlatıyor. Yapaylık yok; her şey sahici ve doğal. Zaten Ali, “Biz küçükken saklambaç ve körebe oynardık” diye ”GENEL” bir şeyler yazsaydı, inanın onun da hakkını verirdi. Ve bana göre Ali de liste başı!


“Hadi anlat bakalım” deyince “ıskaladığımız” bir şeyler var, sevgili yazı dostları!


Hani; “Herkes sakız çiğner amma; Ayşanım gibi çıtlatamaz” misali!


Eski üyelerden Gülname Gümüş Hanım bunun farkında…Yazıyı okurken o cenaze alayının peşinden ben de gittim; Hoca Efendinin o mahut sorusunu ben de “İyi bilirdik” diye yanıtladım ve ben de mezara bir kürek toprak attım! Üzerine yatak ve döşekler konulan o çeyiz sandığı ise işin çabası! Yazarlık bir yerde okuru “olay mahalline” çekmektir be dostlar! “Ben yaşadım, sen de yaşa” diyebilmektir sonuçta!


Lafı fazla uzatacak değilim. Muzaffer Cellek üstadım güzel bir yazıyla kitabı renklendirmiş. Değerli Arif Öğütçü arkadaşım (biraz abartmakla birlikte) güzel bir konuyu ele almış.


Benim “özel” ödülüm ise değerli büyüğüm İlyas Bayram’a…


Narlıdere’yi yazarken komşu ilçe Balçova’yı da yazıvermiş. (Belki de farkında olmadan.)


İki ilçe arasındaki rekabete de değinmemiş nedense!


Yaz geldi mi o doğru Sahil Evleri’ne, denize kaçarmış arkadaşlarıyla… Eh; ne var yani? Biz de Dalyan’a kaçardık o tozlu yollardan. Biz de İtalyan erikleri araklardık. Trataya el atmazdık ama biz de “moklu kabap” yapardık sardalyeden.(Hem de akşam evde dayak yeme pahasına.) Şimdilerde ne Narlıdere kaldı, ne de Balçova!


Hele o Narlıdere otobüsleri… Balçova’dan (Okula gitmek için.) el eden o koca kafalı çocuktan (adam yerine koyup) para bile almazlardı muavinleri. Oysa büyük paraydı 25 Kuruş!


Şöyle veya böyle…


Beton yığınlarının arasına sıkıştırılmış şimdiki kuşakların anlatabilecekleri “çocukluk” anıları olmayacak gibi görünüyor, dostlar. Hele bir de ellerine “akıllı telefonlar” tutuşturulmuşsa!
Yetişkinler bile, “Gel bir fincan kahve içelim” dedikleri halde… Ellerindeki o “akıllıyı” mıncıklayarak “konu mankeni” konumuna düşürüveriyorlar sizi!


Düşüncesizliği “teknoloji” mi yaratıyor, bilemiyorum.


Kırılmak, üzülmek kaçınılmaz oluyor.


Toparlarsak:


Hangi katmandan olursa olsun… Gülüşü dudaklarında söndürülmemiş, kalbi kırılmamış çocuk yoktur!


Ama “gurur” ağır basar!


“Acımadı ki” diye haykırmaları bu yüzdendir!


İnanın bu yüzden!  
 

 
Toplam blog
: 312
: 1658
Kayıt tarihi
: 10.02.07
 
 

Önceleri konuşurdu insanlar, "yazmak", sonraların işi... Duygu ve düşüncelerimizin yanı sıra gözl..