Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Nisan '14

 
Kategori
Öykü
 

Bir uzun hikaye; onun hikayesi (Onuncu bölüm- devam edecek)

Bir uzun hikaye; onun hikayesi (Onuncu bölüm- devam edecek)
 

O çocuk


    Adam bunları görünce keyif olmuş, ‘Eee elinize sağlık baya bi şeye benzetmişsiniz, ev gibi olmuş valla. Bazar günü bi de fener aldım mı tam olucek.” dedi.
    Adamın bu sözlerine hem kadın hem Emine Yenge hem de çocuk gülümsedi. Emine Yenge “Gibisi yok, burası essahdan ev.” dedi. Onun bu sözüne de gülüştüler.
    Bu sırada çocuk “Eyvah” deyip kalktı. Oradaki herkes bir şey oldu diye telaşlandı. Adam “Oğlum n’oldu?” diye sorduğunda çocuk bir yandan duvar dibine koyduğu defterleri eline alırken diğer yandan “Okula geç galıyon” dedi. Ve hemen kapının dışına koyduğu yeni aldığı kunduraları giydi.
    Kadın “Abo aç mı gidcen sen?” diye telaşlandı. Yufka örtüsünü açıp oradan biraz ot ekmeği kopardı “Şuncağızı ye de öğlen gelince garnını bi güzel doyuram” diye ot ekmeğini zorla çocuğun eline tutuşturdu.
    Çocuk bu sırada şapkasını da başına geçirmiş, elinde kravat sallanıyordu. Kravatı gören babası “Bu n’olcek böyle? Daksana boynuna.” deyince çocuk “Buba nasıl dakılceni bilmeyon, okulda sorup öğrenicen.” dedi.
    Bir elinde defter ve kravat, öteki elinde ot ekmeği, ayağına hafif vuran yeni aldığı kunduralarla koştu.
    Babası oğlunun hafif topalladığını görünce çocuğa “Babıçla hâlâ vuryo mu?” diye bağırdı ama çocuk çoktan gitmişti. Adam “Babıçla az böyük halbuki, emme yine vuruyor.” dedi. Emine Yenge çokbilmiş gibi “Onna gaysar babıcı, az sert olur, ondan vuruyor, emme sağlam olur. Azcık böyük olduğu eyi, çocuk seneye de giyer.” dedi.
    Orada yapacak pek iş kalmamıştı. Adam odun çuvalını açtı, karısına çuvalın içindeki kesilmiş kökleri gösterip “Şunların birezini ocağın yanına goyalım” dedi. Kadın “Orda dursun varsın, yakıce zaman çıkarır çıkarır yaka” deyince adam, “Eyi o zaman. Şindi yapıcek bek bi şey yok. Oğlan herhal öğlen gelir. Ben o saata gadar garıyı bazara bi dolaşdıren, oralara bek merak ediyor” dedi. Emine Yenge “Tabii oğlum, kasabaya gelmişken bi bazaryerini görmek ilazım. Siz gidin, ben de işime baken” dedi.
    Kadın “Yenge yapıcek işin varısa ben yardım eden. Bazar gaçımyo, sonra giderin” deyince Emine Yenge “Hı ı gadın gızım, sen gelmiş iken gid, gez dolaş gel. Benim öyle çok işim yok. Ha öyle devedim ben.” dedi. Adam da karısına “Lafı bırak da yürü gidelim” der gibi bakıyordu. Karı koca birlikte yürüyüp gitti.
    Arkalarından bakan Emine Yenge dalıp gitti. O da kocası sağken kocası önde, o arkada pazaryerine giderken çok mutlu olurdu. İçinden ‘Garibim herhal kasabaya ilk geliyor. Nasıl da pır pır ediyo, uçuvecek gibi” diye kadına canı acımıştı.
    Kendisi kasabanın hemen dışında otursa da kasabada olduğu, oturduğu için şükrediyordu.
    Çünkü köylü kadınların çoğunun ölünceye kadar köyünden dışarı çıkmadığını biliyordu.
    Kasabanın bir köyüne gelin verdiği kızı aklına geldi. Onun da diğer köydeki kadınlarla aynı kaderi paylaşacağını düşünüp yüreği cız etti. “Benimki öyle olmaz. Hele bi doğursun, çocuk da azcık büyüsün, bu sefer her sene biraz yanımda dutarın.” diye düşündü.
    Kızının doğum yapacağı aklına geldi. Bu dördüncü çocuktu. Kaç kez “Gızım gorun gari, doğurma.” dediyse de kızı “Ana adam çocuk isdeyo, ben nasıl olmaz derin” diye cevap vermişti.
    Ama Emine Yenge şimdi biliyordu ki kızı evleneli yedi yıl olmuştu. Artık kocasının “höt hötlenmesine” direnebilirdi.
    Çünkü buralarda kadınlar evliliğin ilk on yılına kadar pek ses çıkaramazlar ama sonra yavaş yavaş direksiyona onlar geçerdi. Hele oğlan, kız yetişip evlenecek çağa geldi mi işte o zaman adamlar görüntüde söz sahibi olurdu.
    İçinden ‘Benim gızın da patron olmasına şunun şurasında ne galdı?’ diye geçirip sevindi. O iç rahatlığıyla odasına girdi. Yakında doğuracak kızının yanına giderken torunlarına ördüğü yün çorapları ve yeni doğacak torunu için ördüğü patiği eline alıp baktı. Birden “Eyvah! Gız doğurunca ben gidesem bu çocuk n’olcek burda?” diye hayıflandı.
    Çocuğu yanına almakla iyi etmemiş miydi acaba? Bunlar aklına geldi, çocuğu yanına kabul etmekle yanlış yaptığını düşündü. Ama şimdiden sonra vazgeçmek olmazdı. Aklına komşusu Kör Hacer geldi. “Ona teslim ederin” diye düşündü ama o kadının çok ters, lanet biri olduğu aklına geldi.
    Şimdi ne olursa olsun bu durumu adama ve kadına söyleyip onların iştahını kaçırmayacaktı. İçinden “Hacer ne gadar nalet olsu da ana. Belkim canı acır da ben gelene gadar çocuğu sahiplenir” diye düşünüp biraz rahatladı.
    Bu sırada adam ve iki üç adım arkasında karısı pazaryeri denen kasabanın dükkânlarının da toplandığı meydana giriyordu.
    Kadın yolda başı yerde olsa da gözünün kuyruğuyla etrafa bakıyor ve hayretler içinde kalıyordu. Çünkü burada gördüğü evler kendi evlerine hiç benzemiyordu. Büyük büyük binalar görüyordu. Aslında gördüğü büyük binaların hepsi ikişer katlıydı. Ama onlar kadının gözünde çok büyük gözüküyordu. Çatıları köydeki gibi değildi; üzerlerinde kırmızı kırmızı bir şey vardı.
    Gerçi aralarda köydeki gibi üzeri toprak evler vardı ama onlar da köydeki evlerden farklıydı. Hele önde direkte bayrak ve kapsında elinde tüfeği asker olan bir binanın önünden geçerken çok heyecanlanmıştı. İçinden ‘Burası eskeriye herhal’ diye geçirdi.
    Bu sırada önünden giden kocası sanki hep buralarda yaşıyormuş ve kasabanın her yerini biliyormuş gibi bir havada karısının önünde çok havalı yürüyordu.
    Kadın kocasının bu havalı hâlini gördükçe içinden ‘Bu burlara hep biliyo herhal.’ diye geçiriyordu.
    Bu şekilde adam önde, kadın biraz arkasında genişçe bir alana geldiler. Alanın ortasında bir havuz ve bir heykel vardı. Kadın içinden ‘Bu kim ki ya?’ diye geçirdi.
    Adam önden gitse de biraz fısıltıyla karısına geçtiği yerler hakkında bilgi veriyordu. Pazaryerine girince “İşde bazaryeri burası, o heykel de Atatürk’ün” dedi. Pazarın burada kurulduğunu söyledi. Ve kenarda sıralı dükkânlara doğru yürüdü.
    Kadın şaşkın şaşkın Atatürk heykeline bakıyordu. Bu ismi oğlundan çok duymuştu. Onun okuduğu kitaplarda resmi de vardı. İçinden ‘Bu şey o iresimlere heç benzemeyo.’ dedi. Kocasına bunu söyleyecekti. Kızar diye çekindi.
    Kocası önünde ayakkabılar olan bir dükkânın önünde durdu. İçerde bir adam vardı. Önlüğü vardı. Elinde de çekiç gibi bir şey vardı. Kadın içinden ‘Bu babıççı herhal.’ dedi.
    Adam içeri kafasını uzatıp adama bir şeyler söyledi. Sonra karısının ayağına baktı. Kadının ayağında lastik pabuçlar vardı. Ama kenarlarından hafif yırtıktı.
    Adam içinden ‘Garının babuçları eskimiş.’ diye geçirdi. Parasını hesap etti. Çocuğa kayıt için ayırdığı paradan hâlâ kalan vardı. İçinden ‘O gün her şey iyi giddi, epey kârlandım.’ dedi. Karısına oradan aldığı naylon pabuçlardan uzatıp “Gey bakam şunları.” dedi.
    Kadın çok şaşırmış ve sevinmişti. Usulca ayakkabısını çıkardı. Çorapların parmak ucu delikti. Onları saklayarak naylon pabucu giyip yere bastı.
    Bu sırada adam karısının ayakları görünmesin diye önüne perde oluyordu.
    Adam kadın ayağını yere basınca “Nasıl iyi mi, beğendin mi? Sene bunu alıveren mi?” dedi. Kadın fısıltıyla “alıve” deyince adam “Eyi alalım bakam” dedi.
    Dükkâna girdi, içerdeki adamla bir şeyler konuştu. Cebinden çıkardığı paradan sayıp verdi. Dışarı çıkınca kadına “Şindi hemen giyce min?” diye sordu. Kadın kafası yerde “evet” der gibi başını sallayınca, adam “Eyi ozman, gey bakam. Esgi babıçları da al ha…” dedi.
    Kadın yeni ayakkabının öteki tekini de giydi, eski ayakkabıları da eline aldı. Adam önde, kadın arkada yürüdüler. Dükkânların önünden geçip bir yere yöneldiler.
    Adam kadına “Sen şöyle gereltide dur” dedi. Sonra karşıya geçip oradaki kahveye girdi.
    Orası geçen gün oğluyla birlikte geldikleri asker arkadaşının kahvesiydi. Adam kahveye girince ocakta asker arkadaşını gördü. O da adamı gördü, ocaktan çıkıp yanına geldi. “Yavu gelip gidiyon, azcık beklimeyosun. Dün bizim oğlan söyledi, nettin oğlanın okul işini?” dedi. Adam ne yaptıysa anlattı.
    Asker arkadaşı Hasan Emmi’den onun oğluna Emine Yenge’nin evini kiraladığını falan öğrenmişti. Emine Yenge’nin iyi bir kadın olduğunu, çocuğa sahip çıkacağını söyledi. “Çocuğun bir şeye ihtiyacı olursa benim yanıma gelmesini söyledin değil mi?” diye sordu. Adam “Sağ ol arkıdeş, tabii tembih eddim. Burda senden başka kimimiz var? Sen de onun bubası sayılırsın. Tabii senin yanına gelicek” dedi ama içinden ‘benim oğlan arlıdır, ölse gelip bene şunu ver demez’ diye geçiriyordu.
    Tabii asker arkadaşına bunları söylemek icap etmezdi. Böyle düşünce içindeyken “biz bugün garıyla geldik. Oğlanın eve yerleşdirdik. Şindi garıyı bazaryerine gezdiriyodum, bi yanına uğreyen dedim” dedi.
    Asker arkadaşı “Şindi bu olmadı, yengeyle gelicen, bizim eve uğremecen. Şindi olmadı Deliağa, valla gücendim” dedi.
    “Cık cık” ederken,  “Yenge nerde şindi?” deyince adam biraz telaşlı “Yahu yanlış anlama, iş aceleye geldi de ondan uğrumadık. Senin yanına uğrumamın heç?” dedi ve karısının dışarıda ileride ‘gereltide’ beklediğini söyledi.
    Asker arkadaşı önlüğü çıkarıp kardeşine seslendi. “Bizim oğlan, ben az gidicen. Bizim Deliağa yengeyle gelmiş, onlara eve götürcen” dedi.
    Kardeşi çay dağıtıp gelmişti. Adama “Hoş geldin ağam” dedi. Ağabeysine “Tamam abe, ben bakarın, siz gidin.” dedi.
    Asker arkadaşı adama “Hadi bakam, gidiyoz hayırsız.” deyip önden yürüdü. Adam da onun arkasından “Ya yanlış anlama, valla öyle değil.” diyerek çıktı, ilerde bekleyen karısının yanına gitti. “Hadi bakam, gidiyoz.” dedi. Kadın nereye der gibi bakınca adam “Esger arkadaşın evine…” dedi, yürüdü.
    Kadın henüz ayağına alışmayan yeni ayakkabılarıyla hafif topallayarak yürüdü. Asker arkadaşı az ileride duraklayıp onları bekledi. Onlar yanına yaklaşınca kadına “Yenge hoş geldin” dedi, kadının cevap vermesini beklemeden evine doğru yürüdü.
    Asker arkadaşının evi, hemen yakında avlu içinde bir evdi. Üstü kiremit örtülüydü. Avlunun kapısından önde asker arkadaşı, arkada adam, onun arkasından kadın girdi. Avluda bir kadın, kazanın altını yıkıyordu. Onları görünce toplandı. “Hoş geldiniz” dedi. Kadın gülümseyerek “Hoş bulduk kardeş” derken asker arkadaşı adamla konuşarak, şakalaşarak evin içine girmişti.
    Ev sahibi kadın, “Hayırdır gardeş, sizi hangi rüzgâr addı böyle?” deyince o da oğlunu okutmak için burada ev tuttuklarını, bugün çocuğun eşyalarını alıp geldiklerini, evi yerleştirince kasabaya dolaşmak için çıktıklarını, kocasının kendine yeni ayakkabı alıverdiğini, ayakkabılarının zaten eskimiş olduğunu falan hep anlattı. Çocuğa tuttukları evin Emine Yenge diye bir kadının evi olduğunu söyledi. “Sizden eyi olmasın, eyi bir garıya benzeyo.” dedi.
    Asker arkadaşının karısı sıcak bir yüz ifadesiyle kadını dinliyordu. Emine Yenge’nin adı geçince onu tanıdığını, iyi bir kadın olduğunu, onun evini tutmakla iyi yaptıklarını söyledi. Sonra “Hadi biz de içeri girelim.” dedi. Birlikte eve girdiler.
    Bu sırada asker arkadaşı ve adam yere bağdaş kurup oturmuş, çoktan sohbeti koyulaştırmışlardı.
    Asker arkadaşı, karısı girince “Tanışdınız mı?” diye sordu. Karısı kadına bakıp “Tanışdık, birbirimizi de bek sevdik. Gardeşlik olucez.” deyince hem asker arkadaşı hem adam “Ooo bunla işi gıvratmış” diye gülüştüler.

 
Toplam blog
: 182
: 232
Kayıt tarihi
: 12.02.13
 
 

Sanat Enstitüsü yapı bölümünden 1967 yılında Denizli'den mezun oldum. Buca Mimar Mühendislik Özel..