Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Şubat '11

 
Kategori
Sinema
 

Biutiful

Biutiful
 

Filmin adı Biutiful.
İngilizce “Güzel” anlamına gelen “Beautiful”un, İspanyol oyuncunun yorumuyla okunduğu gibi yazılan hali; Biutiful.

Adının Biutiful olduğuna bakmayın, tam bir kara film,
karanlık bir film.

Filmi izleye giderken hakkında tek bildiğim Javier Bardem’in başrolde olduğuydu.
Güzel bir filmi izleme isteği içerisinde, koltuğa güzelce yerleşmeye çalışırken filmin tam da başladığı o anlarda ekranın köşesinde “Alejandro González” mi yazdı ne???
Uzağı okuyamayan ben, yüzyılda bir kullandığım gözlüğümü çantamdan çıkartana kadar yazı geçti gitti.
Alejandro González Iñárritu yeni bir film çekmiş ve ben uzun bir zaman bundan haberdar olmamakla birlikte, film Türkiye’de bir haftadır vizyona girmiş olmasına rağmen hâlâ duymamışım. Bunun sebebi uzun zamandır Darren Aronofsky’nin “Black Swan”ına kitlenmiş bir vaziyette vizyona girmesini bekliyor olmam olabilir. Ama yine de affı yoktu bunun! Zaten beni döverek acısını çıkarttı Biutiful. Filmi izledikten sonra dayak yemiş gibi bir etki bıraktı bünyemde.


Peki, kim mi Alejandro González Iñárritu?
Meksikalı yönetmen 2000 yılında çektiği Amores Perros(Paramparça Aşklar Köpekler) ile bizi paramparça etmişti. Arkasından 2003 yılında çektiği 21 Grams ile artık gönüllerin ya da en azından benim gönlümün sultanı olmayı hak etmişti.
Her iki film için de sayfalar dolusu yorum yazabilirim. Özet olarak iki filmin de çok sağlam bir kurgusu var. Farklı hayatların trajik bir olayla kesişmesi sonucu yaşanan dramları anlatıyor. Aynı kurguyu 2006 yılında çektiği Babel’de de izledik. Tarz olarak ilk iki filmiyle aynıydı. Tek farkı Babel’in benim için hayal kırıklığı ve beklentilerimin altında bir film olmasıydı. Bu yüzden Iñárritu'nun sıradaki filmini çok merak ediyordum. Babel’deki gibi beğenim düşüş olarak devam mı edecekti, yoksa Alejandro González Iñárritu bizim González’di, ne yapsa izlenirdi’ye mi dönecekti. Ama epey uzun bir ara olunca beklemeyi bırakmışım demek ki…

Velhasıl eski kadim bir dostla apansız karşılaşmış oldum sinema salonunda.

Bence filmin adının “Beautiful” değil de “Biutiful” olmasının tek bir sebebi var;
Film, Barcelona Barcelona şarkılarını söyleyip, izlediğimiz güzel filmlerden ve turizm şirketlerinin dolaştırdığı güzel sokaklardan bildiğimiz Barcelona’nın “Beautiful” sokaklarını değil de, kırık bir aksanla “Biutiful” olan arka sokaklarını gösteriyor bize.

27 Şubat 2011’de düzenlenecek 83. Oscar töreninde en iyi yabancı film oscarını alacağına %100 eminim. Javier Bardem’in de en iyi erkek oyuncu oscarını alabileceğini düşünüyorum. Ama oscar kazanacağı için değil, gerçekten çok etkileyici bir film olduğu için ve ister Barcelona’da yaşayın, ister İstanbul’da ya da Ankara’da, hiç fark etmez, evinizin birkaç sokak ötesindeki, yaşadığınız şehrin arka sokaklarında oturan insanların yaşadıklarını,
hep ötekileştirdiğimiz insanların hayatlarında, evlerinde neler olduğunu görmek için bu filmi izleyin derim.

Benim filmi çok beğenmemin bir sebebi de göçmenlik ve mültecilik konularına dikkat çekmek istemesidir. Üç yıl önce mülteciler ile ilgili olarak yazdığım bir yazıda ( http://blog.milliyet.com.tr/Ben_bir_multeciyim/Blog/?BlogNo=125192 ) insanlıktan iltica etmek istediğimi yazmıştım. Belki bir hayvan olmak bile daha anlamlı olabilir diye düşünmüştüm. Çünkü hayvanlar sadece aç olduklarında, hayata devam etmek için başka bir hayvana saldırırlar. Ama insanların birbirleriyle yüz bin türlü dertleri vardır ve durmaksızın savaşırlar doymak bilmeyen aç ruhlarıyla…
Biutiful’da da gönderme yaparak durumu hayvanlar ile gösterdiği iki sahne vardı. Yüzlerce kuşun farklı yönlerden uçarak gelip, iç içe geçip beraber uçmayı başardığı bir sahne,
bir de, Uxbal yolda yürürken arka fonda onlarca televizyonun olduğu bir vitrinde kıyıya vuran yunusları göstermesi çok etkileyici ve anlamlıydı…

http://www.youtube.com/watch?v=fdWz1IFEv4k

Film, başından sonuna kadar özellikle ikinci yarısında etkileyici sahnelerle dolu.
Yüksek tesirli bomba etkisinde bir dram izlemeye gücünüz varsa, sakın kaçırmayın.

Filmin bendeki etkisi;
İçimi sızlattı, dayak yemişim gibi canımı gerçekten çok acıttı.
Acılı her sahnede sanki demir bir leblebi yuttum ve mideme oturan o demir leblebilerin etkisi hala geçmedi.
Alejandro González Iñárritu en beğendiğim üç yönetmenden biri olup, her seferinde üzerimde Kemalettin Tuğcu etkisi yarattığını tekrar kanıtlamış oldu.
Javier Bardem’in oyunculuğunun önünde saygı duruşu ile durmamı sağladı.

Benim için pek çok şeyi yeniden sorgulamama neden oldu;
ne kadar önemsiz şeylere ne kadar büyük anlamlar yüklediğimizi,
çok önemli olan şeyler için pek çoğumuzun hiçbir şey yapmadığını,
mülteciler için birilerinin gerçekten bir şeyler yapması gerektiğini,
bir çocuğun hayallerinden ve bir çocuğun dünyasından daha değerli hiçbir şey olmayacağını,
anne baba olmanın ne demek olduğunu,
yaptığımız ufacık bir hatanın bazen geriye dönüşü olmayacak yaralar bırakabileceğini,
birini peşin hükümlerle yargılamak yerine onu anlamaya çalışmayı,
ölüme her zaman hazır olabilecek, pişmanlık duymayacak bir hayat yaşamamız gerektiğini,
af dilemeyi,
ve affetmeyi…

Biutiful okunduğu gibi yazılıyor filmde ama yazıldığı gibi yaşanmıyor her yerde…

http://www.imdb.com/title/tt1164999/ 

 
Toplam blog
: 73
: 5913
Kayıt tarihi
: 06.09.06
 
 

Yılın en uzun gecesinde doğmuşum. Bu yüzden midir bilinmez ruhlarımızın özgür kaldığı geceleri se..