Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Nisan '14

 
Kategori
Kültürler
 

Bize ne oldu?

Bize ne oldu?
 

‘Kabulün bana kazandırdığı şey, görüşümü genişletmiş olmasaydı, kültürümüzü takdir etme ve onu anlama görüşünü kazanamayacaktım. Bana kim olduğum hakkında esin verdi. Nereden gelmiş olduğum ve nereye gittiğim hakkında…’

Bir Aborjin Yerlisi

En az kırk bin yıldır dünyada varlığını sürdüren en eski insan toplulukları olan Aborjinler, insanın en eski geçmişini gözler önüne seren canlı bir tarih. Sırf bu nedenle şu an gelmiş olduğumuz noktada yaşadığımız kronik tıkanıklık bilincimizin nasıl da hastalanmış olduğunu gözler önüne seriyor. Cevaplar ise anlayışımızın ötesine uzanan bu gizemli ve büyülü dünya aracılığı ile insan doğasının, evrenin doğasının ve doğal yasaların buluştuğu mecra olarak bize kaynağını yeniden ve yeniden akıtabilir. Kadim gerçekler hiç değişmemiş ki... Yeter ki onlara önyargıyla bakmayalım!

İnsan olarak kendi doğamızla kurduğumuz ilişki, dış dünyada doğa ile kurduğumuz ilişkinin aynısıdır. Doğaya ne denli hoyrat isek kendimize karşı da öyleyiz. Ayarlarımız bozuk ve doğal denge de artık alarm veriyor. Aktarmak istediğim mesaj; atalarımız olan yerli halklar ile kendine ve doğaya yabancılaşmış insan arasındaki uçurumu hatırlatmayı hedeflemiştir. Bu karşılaştırma, insanlık tarihinin ataları olan ilk kadim yerli halklardan biri olan Aborjinler ile her yerde birbirinin benzeri olma yolunda sağlam adımlarla ilerleyen, kendini doğadan, evrenden ve diğer insanlardan ayrı gören günümüz insanı arasında yapılmıştır.

Eser Coşkun'un 'Düşzamanı' adlı kitabını okurken Aborjin yerli halkı ile günümüz sözümona uygar insanı arasındaki bakış açısı, yaşam ve inançsal farklılıkların yaşam biçimlerimizi ve aslında yaşamımızı ve doğal yaşamı zehirleyen etkilerini fark etmemek elimde değildi! Algımızın açılıp yaşam biçimlerimizi değiştirmesi ümidi ve dileği ile…

Yerli; doğa, evren ve insan arasındaki canlı ilişkiyi bilir ve yaptığı her edimin bir diğer zinciri etkilediğini, etkileyeceğini görür. Modern insanın evrenle, insanlarla, doğayla olan ilişkisi kopuktur. Edimlerini, zincirin diğer halkalarını düşünmeden yapar.

Yerli ancak simgelerle uyum içinde yaşayabilir. Simgeler dünyası onlar için düşünceler ağının, bilinçaltında sahip oldukları ilk imgelerle uyuşması anlayışıdır. Modern insan için simgeler dünyası, metafiziğin küçümsenen alanına terk edilmiş olup bu günümüz insanı için inanç ve bilgi sorunudur.

Yerli, doğal bir şekilde doğa tarafından eğitilir. Modern insan bilinci,sömürgeci yaklaşımla çöp tenekesine çevrilmiş olarak eğitildiği için önyargılarla doludur.

Yerli, doğayla uyum içinde yaşar. Modern insan için doğaya egemen olma,uygarlığın tanımıdır.

Yerli gelenekseldir. Modern insan ise kendine uygar derken arketip gelenekleri keskin bir şekilde bir kenara iter. Ve yuvarlandığı büyük bir metafizik boşluk içinde yaşadığını sanır.

Yerliler için bilgi, bilginin kaynağı ve onun aktarılması yaşayarak olur. Modern insan için bilgi ezberlenmesi ve konuşulması icap eden içselleştirilmemiş ve yaşanmamışlıklarla dolu bir halde havada asılı kalır.

Yerliler için 'Düşzamanı' vardır. Bu sürekli yeniden doğan, tazelenen, değişen 'lineer zaman algısı dışında bir zaman'dır. Her şeyin kendi zamanı olan bir zaman. Onlar için zaman, evrenin metafizik gizeminin mitolojik imgesidir. Düşzamanı içinde, şarkılar, öyküler, sanat, işaretler, simgeler, tüm ritüeller canlı bir şekilde yaşar. Düşzamanı, doğa ve insan arasındaki uyumu düzenler. O, doğanın ruhudur. Yeryüzü, düşzamanı için zengin bir bilgi kaynağıdır. Yerliler, yeryüzünde gerçekleştirilen her bir eylemin daha önce başkalarınca başlatılmış eylemler olduğuna inanır. Düşzamanı içerisinde bir başkası başlatılmış eylemleri devam ettirdiği, yeniden başlattığı ve tekrar ettiği ölçüde, varlığı anlam kazanır. Bu durumda gerçeklik, yalnızca tekrar ve katılma yoluyla kazanılır. Modern insan için klasik zaman vardır. Ve her şey zamanın içine sıkıştırılmıştır. Değişmesi, kendini yenilemesi, tazelenmesi engellenmişcesine ruh; geçmiş, gelecek içinde salınarak şimdiyi kaçırır. Öyküler, içinde taşıdığı gerçekliği tozlu kitap sayfalarında kalmışcasına yaşayamaz. Semboller ölüdür, yaşamın içinde kullanılmaz. Her şey göründüğü şekliyle bilinir, algılanır. Arketip izler sürülmez, kavrayış tıkalıdır. Modern insan her şeyi bilimin nesnel bakışıyla değerlendirdiğinden evrenin ruhuna arkasını dönmüştür. Mitolojiye kör ve sağırdır.

Yerli için Düşzamanı evreni algılayış biçimidir. Bir din değil, bir doğa inancıdır. Merkezinde bir insan yoktur ve temelleri tarihten gelmez. İnsanı yaratılışın tacı görmez. Evrendeki ve doğadaki her şey ayrıcalıksız, önceliksiz olarak eşit ve kutsaldır. Ruhsal bir üstünlük yoktur. Bu disiplinle beslenen anlayış, yerliyi doğanın ayrılmaz bir parçası haline getirir. Modern insan dünyaya dini inanç çerçevesinde bakar. Buna göre biçimlenen ve öngörülen kurallar içinde yaşamaya uğraşır. Ona göre insan, yaratılmışların en önceliklisidir!!! Diğer parçalar kendine sunulan nesnelerdir.

Düşzamanı evrenin her yerindedir ve yerli için insanın en geniş ailesi evrendir. Modern insan için aile kendi çıkar ve menfaatlerini ön planda tuttuğu anne, baba ve çocuklardan oluşur!

Yerli tüm doğa ile akraba olduğuna inanır. Bir yere ait olmak, yaratılan her şeye ait olmaktır. Doğa ile olan ruhsal bağı son derece güçlüdür. Yerli inancı bir ekoloji ve çevre koruma inancıdır. Doğayı tahrip etmekten kesinlikle kaçınır. Günümüz insanı ise akrabalığı insan bazında sınırlı görür ve algılar. Ruhsallık, tinsellik gibi kavramlar fiziksel olarak algılanan şeylerin karşısındaki önemini yitirmiş gibidir! Doğayı koruma ve onun verimliliğini devam ettirmek için insanın bizzat bundan sorumlu olduğu gerçeğine sırt çevirmiştir günümüz modern insanı!

Yiyeceklerin toplanması, avlanma, bir yere yerleşme ya da oradan ayrılma belirli zamanlarda yapılır. Bu zamanlar mevsimsel döngülere göre biçimlenmiş olup doğanın ve içerisinde yaşayan canlıların yaşam haklarına saygıyı baz alır. Yerli, yiyecekleri toplarken onun bir kısmını toprakta bırakır. Süt veren ve yavru olan hayvanlar kesinlikle öldürülmez. Avlanma kendi içinde yasalara bağlıdır. Zevk, spor için ve öylesine asla avlanılamaz. Kendine yetecek kadar av yapılır ve hayvanın acı çekmesinden kesinlikle kaçınılır. Öldürülen hayvanın her bir parçası kullanılır. Bir av hayvanı yerli için sadece yemekte değil, giyim ve eşyada da kullanılan ve simgesel önemi olan bir hediyedir. Yasaların her biri canlıları ve ekosistemi korumaya yönelik olup her canlıya kendini yenileyebilme süresi ve imkanı verir. Günümüz insanı üretmeden tükettiği için üretim kısmından zaten bihaberdir. Aldığı ve onun için ‘nesne’ gibi olan nimetleri boşa giderirken, çöpe atarken ya da doyduğu halde daha fazla yerken hayvanların nasıl öldürüldüğünü düşünmez!

Yerliler için ‘Totem’ önemlidir. Bir kara hayvanı, bir kuş veya bir balıkla simgelenen Ata ruhunun kutsal bir objede sergilenmesine ‘Totem’ denir. Totem, kutsal atanın Düşzamanı'ndan başlayan yaratıcı gücü temsil eder. Grup toteminin dışında her yerli de kişisel olarak bir toteme sahiptir. Bu aynı zamanda hayvanların birbirine benzemeyen güç ve kişisel özelliklerinin insana hatırlattığı ve aslında insandan ayrı olmadığı bilgisinden ileri gelir. Her canlının bir diğerine olan etkisi korunur ve gözetilir. İnsan bir ottan, bir hayvandan öğrenir. Günümüz insanında bu ruh kaybolmuş gibidir. Burçların yüzeysel dünyalarında aradığını da bulamaz. Kadim bilgilere erişememe ruhunda derin acılar bırakır. Anlamaya çalışır, anlayamaz. Geleceğinden haberler almaya çalışırken, rüyalarını anlamaya çalışırken eksik olduğunu hisseder. Unuttuğu şey ve aslında kendini kopardığı şey doğanın kendisidir. Ve kendi öz doğası ondan ayrı değildi, hiç olmadı! Hayvanların kendilerine ait dünyalarının, bitkilerin kendilerine ait dünyalarının, güneşin, ayın ve yıldızların kendilerine ait dünyalarının sessiz bir dili olduğunu bilmez. Zihni öylesine doludur ki işitemez! Bir bakıma günümüz insanı kör, sağır ve dilsiz gibidir!

Yerli, yaşam dizgesini ritüellerle birbirinden ayırır. Çocuklar, erginleşmiş kişiler ile yaşlılar bir aşamadan diğerine geçerken adına kabul töreni dedikleri bir öğrenim ve sınavlar bütününden geçerler. En önemli olay da çocukların yetişkinliğe geçişidir. Böylece erkek ‘tam erkek’ olurken, kızlar da ‘tam kadın’ olurlar. Ritüel sırasında çocuk sembolik olarak ölür ve yeniden doğar. Artık o yeni bir insandır ve yeni bir ad alır. Yeniden doğuş ile saf bir varoluş başlatılır. Saf bir varoluşun başlangıcı özgürlüktür. Diğer yandan ölüm ve yeniden doğuş insanla onun totemi arasındaki ruhların değiş tokuşunu da simgeler. Çocuk yeniden doğarken Düşzamanı'ndan gelen bir ata ruhun rehberliğini de taşımaktadır artık. Günümüzde çocuk dünyaya kendi saf bakışını getirir ama koruyamaz. Ebeveynler çocukluktan itibaren kendi yaşanmamışlıkların öfkesini, yaşadıklarının çıkarımlarını çocuktan alır gibidir. Kendi yanlışlarına düşsün istemezler. Kendi derslerini onunkiyle karıştırırlar. Her şey karman çorman olur. Çocuk kendini tanıyamaz, ne isteyip ne istemediğini bilmez. Kendini kendi olamadığı durumların içinde bulurken eksik hisseder! Ergenliğe geçişi çocukluğundaki bastırılmış duyguların etkisiyle sancılı olur ve ergenlikten itibaren yaşamı boyunca da içinde ağlayan bir çocukla dolaşır durur!

Totem hayvanı ile ortak ruh ve yaşama sahip olduğu için insanlarla hayvanlar ayrılmaz bir bütün oluştururlar. Var olan her şeyin kendinden ayrı bir hayatı vardır. İşte bu dış ruhun(Doğa ile olan ilişkinin) yok olması insanın ölümünü de beraberinde getirir. Bu gizemli gibi görünen bağ insan ile doğa arasındaki ayrılmaz bütünlüğün, sınırsız uyum ve dengenin simgesidir. Günümüz insanı için totem hayvanı ütopik bir bilgidir. Kendi ruhundaki totem hayvanını bilmek, onunla bağlantı kurmak ve yaşamını onun yaşamı ile ilişkilendirmek gibi yaşamsal öneme sahip bilgilerin saçma olduğuna inanır. Ve bilmez ki; vahşice öldürülen her hayvanın, yok edilen her bir ağacın, bozulan ekosisteme ait her bir parçanın, düşünmeden onursuzca yediği her bir yiyeceğin ata ruhu onun laneti olacaktır.

Doğada pek çok kutsal yer bulunur. Her biri fiziksel yapılarıyla yerli ve doğa arasındaki derin, karmaşık ilişkiyi simgeler. Bu kutsal yerler, yaşamlarının ve akıllarının özüdür. Her kutsal merkez dünyevi ortamdaki boşluğu dolduran bir güçtür. Onlar insanın kendisi ve çevresi ile olan bağı besleme sorumluluğunu gösterir ve anımsatırlar. Parçası oldukları doğayı korumak inancın ötesinde kutsal bir davranış şeklidir. Buralarda yapılan ritüellerle bu bağ beslenir ve korunur daha önce burada bulunan Ataruhlar ile bağlantıya geçilir. Bu yerler tehlikeye düşerse Kosmoz’un tüm işleyişi de tehlikeye girer. Doğasından ve Düşgörme yerlerinden mahrum olan biri hiçbirşey olur, canlılığı ve geleceği olmayan bir hiçliğe döner. Günümüz insanının kabul ettiği kutsallık Doğadan kopuk ve salt Yaratıcı ile kurulduğu düşünülen kutsallıktır. Atfolunan kutsal yerlerde ne Doğa ile, ne onun işleyişi ile ne de insanın doğa ile olan ilişkisinden söz edilir. Kişi sadece kendi yaşamı ve ölümden sonraki yaşamını düşündüğü bir bakış açısıyla kutsal bir yerde kutsal bir edimle yer aldığını düşünür ve buna inanır!

Bir çocuk doğduğunda anne ve çocuk arasında bulunan göbek bağı kesilir.Göbek bağı aynen anne ile çocuk arasındaki gerçek sevgi, gerçek dostluk ve gerçek şefkat gibi nitelikleri temsil eder. Ve bu bağ iyi bir eğitimle oluşturulmuş gelişkin kadın değerlerini simgelerken diğer yandan kendisini yaşamın büyük gelişimine sunan çocuk masumiyetinin ve saflığının bir parçasını kendinde taşır ve özel bir ritüelle muhafaza edilir. Günümüzde öylesine atılan göbek bağları anne ve çocuk arasındaki bu kutsal ilişkiyi daha en başında sekteye uğratır. Yaşamanın onuruna katılım eksik kalır. Hem anne hem de çocuk bunu yaşamları boyunca hisseder!

Yerliler kaynaklarını korumak, yaşam düzeylerini yükseltmek ve doğayla uyum ve denge içinde yaşamak için ‘doğum kontrolü’ uygularlar. Çeşitli bitki ve otlar bu amaçla kullanılırken yeni gebeliği azaltıcı etkisi olduğuna inanıldığı için çocuklar bazen 3 bazen de 6 yaşına  yaşına kadar emzirilir. Günümüzde çocuk dünyaya getirilirken doğadaki denge ve uyum en son düşünülen hatta hiç düşünülmeyen bir değer ve önemdedir!

Çocuklar için en önemli şey özgür, mutlu ve doğal yetişmeleridir. Büyüklerin hoşgörüsü sınırsızdır. Her çocuk şarkı, dans, mitolojik öykü, kum çizimi ve ip oyunlarını küçük yaşlarda öğrenir, koşar, yüzer, güreşir, kavga eder, çamurların üzerinden derelere kayar, ağaçlara tırmanır. Düşzamanı'na ilişkin öykü ve öğretiler sessiz ve sabırla dinlenir. Sosyal, kültürel ve ekonomik yaşamı küçük yaşlarda öğrenirler. Toplum ve doğa okul, kabile üyeleri ve akrabalar öğretmenlerdir. Ailenin hangi ferdi ile nasıl bir ilişki kurulacağı çocukken öğrenilmelidir. Böylece yerli çocuklar tüm yerli toplumunun yer aldığı bir akıl haritası ile büyürler. Akrabalık yasaları kendi soyları dışından kimselerle evlenmelerini gerektirir. Kabile kardeşi olan bir kız ve bir erkek kesinlikle evlenemez. Diğer soylar arasındaki ilişki önemsenir. Çünkü bu soylar çocuğun ilerdeki potansiyel eş ve ebeveynerini barındırır. En önemli eğitim olan Düşzamanı eğitimi ise erginlenmeyle başlar. Yine de her çocuk daha küçük yaşta doğa denilen kutsalın bir parçası olduğunu ve onunla uyum içinde yaşamanın HERŞEY anlamına geldiğini sezinler. Günümüz insanı için çocuk yetiştirmenin disiplin altında, sert şekilde kontrol edilmesi gereken, göz önünde bulundurulması icap eden, seslerinin ölçülü çıkması öngörülen bir kurallar bütününde olması gerektiğini düşünür. Çocuk özgür ve mutlu değildir. Zira ana ve babasının bu konudaki farklı görüşleri kendi arasında da çarpışmakta olabilir. Çocuğun nasıl yetiştirileceği konusunda fikir birliğine varamayan ana baba çocuğu da sürekli bir o tarafa bir bu tarafa çekiştirecektir. Ne aile ne toplum ne de doğa kuralları olması gerektiği yerdedir! Birbirini tamamlayan bir bütün olacağı yerde parçalar kendi içinde çelişkiye düşer! Okul eğitimi çocuğun içinde neler hissettiğine, yeteneklerinin aktığı yöne bakmaz. Oyun eğitimi, beden eğitimi, ruhsal disiplinler, sanat açılımları yetersizdir. Sürekli budanan ağaçlar gibi filizlenmez ruh. Neşesini, canlılığını gitgide yitiren para kazanma makinelerine böyle dönüşür insan!

Çocukluktan yetişkinliğe geçmek demek olan 'Erginlenme ritüelleri' aday için korkunun denetlenmesi, açlığın denetlenmesi, acının denetlenmesi gibi hem fiziksel hem de ruhsal güçlendirici sınav ve öğrenim toplamını içerir. Güç sınavlarından sonra sıra arınmaya gelir. Arınma genellikle su, ateş ve toprakla yapılır. Örneğin aday bir göl, ya da bir nehre sokulur.Bu yaşamın yenilenmesini, önceki yaşamın olumsuz etkilerinden kurtuluşu simgeler. Yeni ve erginleşmiş bir insan olabilmek için yeni ve temiz bir bilince sahip olmak gerekir. Yerliler için insan ve doğa arasındaki ilişkinin düzeni, bu düzenin yaşatılması, yenilenmesi ve korunması insanın ritüellerle beslenen ezoterik bilgiye sahip olmasından geçer. Bu bilgi ile yerlinin evrensel yasalara, yaşadığı topluma, doğaya, Düşzamanı'na ve kutsal atalara saygısı yenilenir. Günümüz insanı bu ritüellerden modern yaşam dizgesinde mahrumdur. Çocukluktan erginliğe geçiş hem fiziksel hem de ruhsal güçlülük açısından yarımdır, eksiktir. Yetişkin olarak addedilen bir insan toplumun kendisine yüklediği sorumluluk ve kurallar bütününün altında ezilirken psikolojik gereksinimlerini baskılar. Beden ve ruh arasındaki akort bozuktur, güçlü görünmek güçlü hissetmenin yerine koyulur. İnsan,zayıflıkları gereği enerjisel olarak birbirlerini tüketen bir döngüye böylelikle takılı kalır. Takılı kaldığı bu döngü içinde doğaya, onun yasalarına ve elbette kendi benliğine saygıyı koruyup besleyemez. İlgisizlik ve bencillik saygının yerini almıştır.

Ezoterik bilginin gerçek doğası onu genel bilgi olmaktan uzak tutar. Yerli, doğanın kendisinden gerekli bilgi kaynaklarını bulmaya çalışır. Bilgi onu koruyan, bütünün iyiliği için, uyumu için yaşayan insanın hakkıdır. Bu bilgi doğayla uyum içinde yaşamak için kullanılır. Modern insan için bilgi üst üste yığılan, kişiye ait olduğu addedilen bir biçime sokulmuş gibidir. Elde ettiği bilgi, doğa üstünde üstünlük kurmak için kullanılan bir araca dönüştürülmeye çalışılır. Bütünün iyiliği göz ardı edilir. İnsan, gerçek bilgiye böylelikle ulaşamaz, onu hak etmemiştir ki! Bu yüzden gözünün önündeki, burnunun dibindeki her şeyi saf ve yalın haliyle görmeyip ona saygı duymadığı sürece var olan her şeyin kendi bilgisini ona aktardığını göremez! Kendi üstünlüğünü bir kenara bırakmadığı sürece de göremeyecektir.

Yerli halklarda doğum, cinsiyet ve soya dayalı eşitsizlik yoktur. Aborjin toplumunda tek ayrıcalık yaş ve bilgidir. Bunlar içerisinde her zaman öne geçen ise bilgidir. Bilgilerin niteliği geleneklerin oluştuğu kutsal Düşzamanı'ndan gelir. Yerliler bir şef tarafından değil kutsal Düşzamanı’nın bilgilerine vakıf olan bilge yaşlılar tarafından yaratılıştan bu yana gelen ve yazılı olmayan yasalara uygun bir biçimde yönetilir. Modern insan dünyasında eşitsizliklerin bir kıstası yoktur. Bilgi ile yönetilen toplumlar yoktur. Güç karmaşası ve hiyerarşik karmaşa insan dünyasını ve bilincini çöpe dönüştürmüş gibidir. Kalabalıkların oluşturduğu güruh, gidişattaki karmaşayı görüp geri çekilen, bu karmaşadan kendini azletmek isteyen, aydınlanma isteyen, karışıklığa düşmüş aklı rahatlatmak için bilgiyi arayan insanlarla ayrı dünyalarda yaşıyor gibidir!

Müzik, yerli kültürünün en önemli parçalarından biridir. Duyarak öğrenilir, söylenerek aktarılır. Her yerli yüzlerce şarkıyı ezbere bilir. Genellikle şarkılar, doğa, hayvanlar, insanlar, efsaneler ve yaratıcı ruhsal varlıklarla ilgili öykünmelere dayanan danslar sırasında söylenir. Şarkı ve dansın birleşimi ritüeldir. Şarkılar uydurma değil esinlerle oluşturulmuş olup her yerdedir; doğum, ölüm, yas, erginlenme, aydınlanma törenlerinde.. Her türlü alet, müzik aleti gibi kullanılabilir. El çırpma, tempo tutma, elleri dizlere vurma gibi içeriden gelen ve katılımın çok çeşitli olduğu durumlar vardır. Müzikle yapılan törenlerin doğanın ve insanın yaşamına olumlu katkıda bulunduğuna inanılır. Buna yönelik bolluk ve bereket ritüelleri yapılır. Her seromoni Düşzamanı’na saygı dolu bir dramadır. Zamanı yeniler. Müzikle kavgalar yatıştırılır, dargınlar barıştırılır, evlilikler düzenlenir. Müzik yaşamın içindedir ve yaşamın çok özel bir düzenleyicisidir. Günümüz insanı müzikte çok farklı bir noktaya gelmiştir ancak müzik yaşamın içinde değildir. İnsan yaşanmışlıklarına müziği yeterince karıştıramamış gibidir. Onu ayrı bir yerde tutar gibi...

Yerliye göre tüm hastalıkların nedeni, hayret verecek derecede aynıdır. İlginç olan tüm hastalıkların tedavisi de aşağı yukarı aynıdır. Hasta olmak insanın kendi ayıbı kendi suçudur. Çünkü bedenine onu hastalıklardan koruyacak öyle mükemmel bir bağışıklık sistemi yerleştirilmiştir ki bu mekanizmayı tahrip etmek için 'uğraşmak' gerekir.Bütün hastalıklardan kurtulmak mümkündür. İnsanın bundan yararlanmayıp kendini tedavi etmemesi ya da şifayı yanlış yerlerde araması ikinci suçtur. Günümüz insanı hastalıklarda kendi kendisinin rolünü anlamaz, düşünmez, bununla ilgilenmeyi bir kenara atarak alacağı bir hapla iyileşeceğini bekleyecek kadar da kendisini duyarsızlaştırmıştır. Kendi bedeni ile olan bağlantısı kopuk olduğundan kendine bir bütün olarak bakmayı da beceremez. Geleneksel iyileştiricileri bir kenara bırakarak beden mekanizmasına bir bütün olarak değil yalnız hastaymış gibi görünen bir tek organ ile ilgilenmeli diye bakar. O organı iyileştirmek için kullandığı ilaçlarla bir tarafını iyileştirdiğini düşünürken, diğer organlarına verdiği zararlardan ise bihaberdir. Oysa insan bedeni birbiriyle içiçe geçmiş ve birbiriyle etkileşim halinde olan muazzam işleyişler bütünüdür. Modern tıp insan bedenini, branşlara ayırarak incelediği ve bu muazzam işleyişe bütünsel bir gözle bakmadığı için ne hastalığı doğru düzgün teşhis edebilmekte ne hastalığın sebebini teşhis edebilmekte ne de tedavi edebilmektedir. Günümüz ilaçları insanların bir yerini iyi ederken başka yerlerinin işleyişini bozar. Hastalık aslında bağışıklık sisteminin anormal tepkilere verdiği normal reaksiyonlardır. Bu reaksiyonların kendine dışa vurmasına izin vermek gerekir. Modern tıpta ise bu reaksiyon baskılanır. İnsan sağlığı ticaret için kullanılmakta ve insan bedeni ve ruh ve beden sağlığı umursanmamaktadır.

Yerli, tek tip yiyecekle beslenirken durağan olduğu zamanla hareketli olduğu zamanları dengelerdi. Doğal yaşam neyi ne zaman ve ne kadar yapacağını ona gösteren rehberdi ve bu rehberi dinleyecek kadar algısı açıktı. Zamane hastalıklarında yiyeceğin rolü, beslenmeden insanı çöp öğütme makineleri durumuna getiren bir sarmalda değişmiştir. Bu da değişik türlü türlü hastalıklara zemin hazırlamıştır. İnsan böylelikle kendisine verilen besin ve nimetlerin şifasını alamadığından onları hızlı, yoğun ve karışık tükettiği için zehrini almış olmaktadır. Günümüzde hastalıkların nedenleri; az çiğnemek, fazla yemek, karışık yemek, sık yemek, yeme ve içmede sıraya dikkat etmemek, bayat ve ısıtılmış yemekler,katkılı hazır yicecek ve içecekler, kimyasal maddeler, koruyucular, aromalar, tıbbi ilaçlar ve benzeri yapaylıklardır. Tüm bunlara ilaveten kullanılan deterjan, koku, aromalar, temizlik malzemeleri, vücut bakım ürünleri, parfüm, krem, hijyenik ped, saç jölesi, v.b şeyler de onlarla olan temas kadar zararlıdır. Cilt, bu maddelerin %60'ını emerek kan dolaşımını karıştırır ve kan kirlenmiş olur.

Yerli için her bitki tüm canlılar için bir şifa olarak yaratılmıştır. Bu bilgiye sahip olmak doğaya saygılı olmaktan geçer. Ölçüler yeteri kadardan fazlaya doğru giderken ölümcül olabilir. Bu ince çizgi doğanın dilinden anlayan insanın öteden beri gelen kutsal ata ruhlardan gelen tinsel yetkinliğe de sahip olmasını gerektirir. Doğadaki şifayı iyi amaçlar ve iyi sonuçlar için kullanmak bilgiyi doğru kullanmaktır; ki bu da bilgeliği gerektirir. Aksi takdirde günümüz modern tıbbın yaptığı gibi şifa yerini zehre terk eder.

Hastalığın geçmesi iç organların temizlenmesi sürecinden önce mümkün olmaz. Günümüz insanı yanlış beslenmeden kaynaklanan etkilerle organlarının işleyişini bozar. Kan dolaşımı kirlenir ve yoğunlaşır. Kireç ve gaz birikmeleri olur. Vücutta biriken toksinler iç organları kirletir. Basit bir şekilde alınan bir hap bu iyileşmeyi sağlamaz. İç organları temizlemek oruç tutmak, az yemek, sırasıyla yemek, karıştırmadan yemek ve çok çiğnemekten geçer. Sağlığa giden yol bu kadar basittir. İnsan psikolojisi her şeyi hızla tüketirken kendini de tüketmektedir. Hastalığın nedeni de bu kadar basittir.İşleyişi bozulan bağışıklık sistemini çalıştırmak en bütüncül çözümü getirecek adımı atmak demektir. Doğal bir şekilde oruç bunu yapar. Açlıktan önce hiçbir bitki, hiçbir ilaç kirlenen kanı ve bedeni iyileştiremez.

Yerlinin zihni temizdi. Üzerinde oynanacak kontrol mekanizmaları henüz o zamanlarda yoktu. Basit ve doğal bir hayatın içindeydi. Her şey sadeydi. Günümüz insanı zihninin kontrol edilmesini, yönlendirilmesini içinde bulunduğu yaşam biçimleri nedeniyle engelleyemediğinden davranışları da yönlendirilebilmektedir. Televizyon, bilgisayar gibi teknolojik aletlerle insan beynindeki elektromanyetik dalgalar bugün insanın haberi bile olmadan yönlendirilebilmekte ve değiştirilebilmektedir. Örneğin, her türlü Tv programı 24 kare resmin bir saniye içinde ardarda gelmesiyle hareketli hale gelir. Beyin 25.kareyi algılayamaz. İnsan algıladığı kareler hakkında yorum yapabilir, ondan etkilenmemeyi seçebilir. İnsan gözünün algılayamadığı 25. kare ise beyne girer ve kontrolsüz olarak insan bilincine yerleşir. Bu kare ise insanları yönlendirmede kullanılabilir. Bugün renklerle, kokularla, kimyasallarla insanın insana oynadığı soğuk savaş şiddeti gitgide artan bir şekilde hem fizyolojik hem de psikolojik sağlığı ciddi bir biçimde tehdit etmektedir.

Yerli dünyanın koruyucusu olarak kabul eder kendini. Yediği, barındığı, geçip gittiği yerlerde iz bırakmaz, değişime neden olmaz. Doğanın doğal işleyişini ve akışını asla bozmamak temel kuraldır. Günümüz modern insanı geçtiği, kaldığı, yaşadığı yerleri bozar. Onun için en temel olan rahatı ve konforudur. Yaptığı edimlerle doğadaki zinciri nasıl bozduğunu görmez. O doğanın koruyucusu değil ‘doğa bozucusudur’. Onun içindir ki yerli insanlar, modern insandan ‘Değişime uğramış olanlar’ diye bahseder. Bu doğrudur. Bizler değişime uğradık. Özümüzle olan; her şeyle olan evrenle olan, doğayla olan bağlantımız kopuk. Ayrıyız her şeyden, kendimizi ayrı görüyoruz.

Yerliye göre Yaşam bir Rüya Görme’dir. Herkes kendi rüyasını görür, kendi rüyasını yaratır. Hepsi budur. Rüyaların bir diğerinden farklı olması, yapıcı olması, yıkıcı olması, olumlu ve olumsuz olmasının nedeni budur. Her biri ‘hareket halindeki evrensel yasadır’. Ve yaratılan her insana rüya görme hakkı verilmiştir. Kendi rüyasını yaratma hakkı… Bunun için yerliler başlarına gelen onca kıyım, asimilasyon, katliam ve daha pek çok acı ve trajediye bu açıdan bakmış, insanın hareketlerini benimsemek, kabul etmek değil kesinlikle ama insanı yaradılıştaki haliyle kabul edebilmişler! Yerlilerin kendi yasaları farklıdır; rüya görmeleri farklıdır. Onu yaratabilecekleri alanlarla ve kendi Gerçek İnsanlarıyla yaşamayı yeğlerler. Böylesi doğrudur. İnsan gördüğü rüyayı gerçekleştirebileceği şartlarda ve insanlarla kalmalıdır. Diğer türlüsü yok olmaktır.

Değişime uğramış olanların dünyasında ‘çekişme’ vardır. Yalnızca bir kişi en yukarda olabilir, diğerleriyse altta ve en altlarda olmalıdır. Bir ana-babanın çocuğuna yalnızca birinin kazanacağını, diğerlerinin kaybedeceğini öğretmesi üzerinde düşünülmesi gereken büyük bir olumsuzluktur. Yaşamın kazanmak ya da kaybetmek olduğuna inanan bir çocuk sürekli olarak çekişmenin ortasında bulacaktır kendini. Yerlinin dünyasında her şey bir bulmacadır. Büyük bulmacanın neresine neyin ya da kimin konulacağı tamamen her birinin kendi yeteneklerine göre şekil alır. Herkes bir diğerinden farklıdır, onun için de görev ve faydaları da farklı olacaktır. Bu farklılıkların el ele tutuşmasıdır onların beraberliği. Kimse bir diğerinin önünde ya da arkasında olmaz. Biri diğerinden daha iyi daha kötü, daha başarılı ya da daha başarısız sayılmaz. Herkes olması gerektiği yerdedir. Herkes için bir yer ve zaman vardır.

Kaynaklar;  ‘Gerçek Tıp’ Dr. Aidin Salih

'İnsanın Yaşayan Geçmişi Avustralya yerlileri', Eser Coşkun

 
Toplam blog
: 118
: 631
Kayıt tarihi
: 07.10.13
 
 

İnsanın kendinden bahsetmesi meselesi benim için zor konuların başında gelir. Bu anlamda söyleneb..