Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Mayıs '08

 
Kategori
Kişisel Gelişim
 

Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen

Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen
 

İslâm Hukuku Profesörü Hayrettin KARAMAN’ın kaleminden kısa bir anlatımla başlayalım:

*********************************************
Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen

Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin (Şeyh Gâlib)

(Yani "kendine saygıyla bak, çünkü âlemin özü sensin. Sen, kâinatın göz bebeği olan insansın.")

Bir İslâm büyüğüne, mutasavvıf şâirine insanı böyle tarif ettiren, onu "kâinâtın süzülmüş özü, varlık ve oluşların gözbebeği" olarak anlattıran irfan (Allah tarafından doğruyu yanlışı ayırt etmek için verilmiş güç), İslâm irfanıdır.

Bu irfanın kaynağı Kur'ân-ı Kerim'dir ve en olgun insan örneği olan Peygamberdir. Bu kaynağa göre Allah, insanı, yapı ve oluşların en güzeli, en mükemmeli içinde yaratmıştır.

Ancak bu mükemmel yapı bir potansiyeldir, bir yetenektir, eskilerin deyişi ile bi'l-kuvvedir, onun eylem haline gelmesi, gerçekleşmesi insanın irade ve seçimine bırakılmıştır.

İnsandan başka bütün varlıkların olgunlaşması ilâhî kaderin çizdiği seyri takip eder, onu değiştirme iradesi ve çabası varlığın kendisinden gelemez.

İnsana ise muhtemelen "emanet" ile bu kastedilerek akıl ve irade verilmiştir, akıl ve irade ona bir yandan hürriyet, hür karar ve eylem alanı, diğer yandan yükümlülük ve sorumluluklar getirmiştir.

İnsan akıl ve iradesi ile;

doğru da yapar yanlış da,
günah da işler sevap da;
egosuna, nefsine, güdü ve heyecanlarına, şehvet, gadap ve hırsına... da kul olabilir Allah'a da;
meleklerden de üstün olur, hayvanlardan da aşağı...

İşte insanın yaratılış itibariyle yapı ve özelliği (fıtratı) budur; insan bu fıtratta yaratılmıştır.

Onu, fıtratı için mümkün olan en yüksek olgunluk mertebelerine ulaştıracak iki kanat; iman ve güzel ameldir.

İman gaybedir (Allah'a, peygamberliğe, âhirete, rûha, yaratılışa, dirilmeye, hesaba, mîzana, sırata, cennete, cehenneme...dir), sâlih amel ise dünya hayatını, hür bir seçim ve tercih sonucu olarak, Allah'ın irade ve rızası doğrultusunda yaşamaktır.

Allah'ın irade ve rızasının hangi konuda ne olduğunu öğrenmenin kaynağı Kur'an ve Sünnet, anlama ve yorumlama usûlü ictihaddır. Bilenler ictihad eder, bilmeyenler bilenlere sorar ve gereğini yerine getirirler.

Allah'a kul olmayan insanın hür olması mümkün değildir, hürriyetin ideal formülü "yalnız sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz" şeklinde Fâtiha sûresinde ifade edilmiştir.

Allah'tan başkasına itâat etmek ve başkasından yardım dilemek durumunda olan insan hür değildir; değişik şekillerde köledir.

İnsan hak ve hürriyetleri insanın kendinden ve mahiyetinden değil, misyonundan, yüklendiği emanetten kaynaklanır; emaneti tevdi eden Yaratıcı, Rab, onu taşıyabilmek ve amacına ulaştırabilmek için gerekli bulunan hak ve hürriyetleri de bahşetmiştir; bu sebeple insan hak ve hürriyetleri vazgeçilmezdir, elden alınamazdır.

İnsan hayat ve varoluşundan Allah'ı dışladığı, aşkın boyutu ile alâkasını kestiği an küçülür, düşer; et, kemik, beyin ve beyin fonksiyonlarından ibaret kalır, bu insan hayatının en büyük ziyanıdır. "Asra yemin olsun ki insan ziyandadır; ancak iman eden ve salih amel işleyenler müstesnâ...".

İnsanın maddî ve manevî donanımı, imkânları, kabiliyetleri "eşref-i mahlûkât" olduğunu kanıtlamak için, bu oluşu gerçekleştirsin diye verilmiştir; bu kabiliyet ve imkânlar fânî dünya için, biyolojik ve psikolojik hazlar uğruna sarfedilirse, uçmak için verilen uçakla tarla sürmeye kalkışmışcasına bir ziyan, israf ve savurganlık yapılmış olur. "Yemin olsun ki o gün, nimetlerden sorguya çekileceksiniz!"

İnsan değerini yalnızca insan olarak varoluşundan değil, varlığının amacını gerçekleştirme yolunda attığı adımlardan ve katettiği mesafeden alır.

*************************************************

Sn. Karaman’ın yazısı bu kadar. İzninizle biz kendi değerlendirmemizi yapalım şimdi:

Aklı ve iradeyi kullanmaktaki tutarlılığı veya yanlışa düşmesiyle insanın farkına vararak veya yanılsamayla aslında yepyeni dinler ürettiği ve onlara göre bir tapınma şekli geliştirdiğini görüyoruz. Bloğumuzdaki diğer bazı yazılarda yeterince açık ve etkili biçimde, bilimsel yöntemlerle ortaya koyduğumuz gibi, bu durum, bu tür yanlış inanış sahiplerinin kendilerini aydın ve Allah’ın bildirdiğini de karanlık düşünceler olarak nitelendirmesi sonucunu üretmektedir. Bu çok gülünç, hazin, acınası haller içinde kimi insanların öne çıkarak, bu kez Allah’ı kabül ama bildirdiğini geçersiz sayma girişimlerine şahit olmaktayız.

Özellikle doğunun sapmış ve değiştirilmiş kaynaklarıyla batının bilinçli olarak sistematize edilmiş bilinç bulandırıcı ürünlerinin servis edilmesindeki ustalığın bir tür kaosu tetiklediğini görüyoruz. Bu apaçık bir başkalaştırma operasyonudur ve insanın değer kodlarıyla oynandığı gerçeğinin gizlenmesi mümkün değildir.

Kimi bazı yazarların dine ve özellikle de İslâma saldırmayı bir tür entelektüel seviye olarak algılaması sadece cahillikle açıklanamaz. Bu düpedüz kasıtlı ve sistemlidir. Bir merkezden yönetildiği ve bu merkezin yepyeni bir din, kültür ve dil ile tasarlanmış bir toplum sonucunu üretmeye dönük uzun soluklu bir projeyi yürüttüğü kesindir.

Sevgiyi yaratanı reddedip sevgiye odaklı bir düşünce sistemi geliştirdiğini söyleyenlerin buldukları her fırsatta başkalarının mal ve canına vahşice saldırmasını nasıl açıklayabilirsiniz?

Ya Allah’ı kabül edip O’nun bildirdiklerini reddederek kendi gerçeğinin peşinde olduğunu söyleyenlere ne diyeceksiniz? Onların başkalarına tümüyle kapalı kapı ve pencerelerinin ötesinde çağımızın en acımasız hastalığı YALNIZLIĞIN pençesinde kıvrandığını nasıl duymazsınız?

Peki, İslâm’a küfretmeyi aydın olmak sanan onca “insanın” güven kelimesini hiç kullanmıyor olması? Hep saygı duyan, hep seven bu insanlar, madem samimiler, neden kimseye güvenmiyor? Güven olmadan saygı ve sevgi nasıl olabilir?

Tabi ki yalan söylüyor insan. Kendine ve başkasına.

Başkalarını kandırmak kolay!

Ama ya kendisini kandırması?

İşte o mümkün değil. O yüzden huzursuzluğun girdabında nefessiz kalan insanın akıl ve iradesini kullanmaktaki beceriksizliğinin bir sonucu olarak huzurun kaynağına saldırması, kendini iyi hissetmek uğruna kölesi olduğu egosunun tatmin edileceğini düşündüğü yolu seçmesi, yani değerleri değersiz kılmaya dönük serseri ve zalim tavırlar geliştirmesi son derece normal.

Ve yine bu insanların UMUTSUZ olması, gülerken bile içlerindeki soğukluğun bütün iticiliği ile yüzlerine yansıması da bundan.

Aklıi iradeyi, bilimi ve bilginin kaynaklarını değerlendirirken hata yapma yeteneği var insanın.

Ama hatada ısrar etme hakkı yok.

Mevlana, Allah'ın bütün kullarına şöyle seslenir:

"Gel, yine gel, yine gel,

Her kim olursan ol, yine gel.

İster Mecusi, ister putperest,

İster tövbeni yüz kere bozmuş ol,

Yine gel,

Bizim dergâhımız ümitsizlik dergâhı değildir."

Büyük veli Yunus Emre, bu engin anlayışı halk şiirinin kalıplarıyla dile getirmek suretiyle yaymış, manevi harcımızı halk katında güçlendirmiştir. Yunus Emre asırlarca milletimizin kalbinde yaşamış, sade, saf, ifadede basit ama idrakte çok yüksek bir iman, ilahiler halinde nesillerden nesillere intikal etmiştir.

Bir kez gönül yıktın ise

Bu kıldığın namaz değil

Yetmiş iki millet dahi

Elin yüzün yumaz değil....

…………….

Adımız miskindir bizim

Düşmanımız kindir bizim

Biz kimseye kin tutmayız

Kamu âlem birdir bize

İslam tasavvufunda bir kavram son derece önemlidir. "Kesrette vahdeti görmek", başka bir deyişle çoklukta birliği idrak etmek! Kâinatın milyonlarca, milyarlarca, sonsuz parçaları nasıl fizik bakımından olduğu kadar ilahi bir eser olarak da vahdet teşkil ediyorsa, vahdetin özü de rnaneviyattır.

İnsanlığın ufkunda yine iman çağı vardır: Engizisyonsuz, hür, adil, ileri, bilimin aydınlığına sahip bir iman çağı! Bu yeni arayış çağında biz millet olarak Rönesansımızın kaynaklarını Türk-İslam medeniyetinin klasik değerlerinde bulacağımıza inanıyoruz. Ancak bu değerlerin geliştirilmiş fikirler ve sanatlar halinde günümüze ve yarınlarımıza doğru tekâmül ettirilmesi gerekiyor.

 
Toplam blog
: 84
: 1808
Kayıt tarihi
: 28.04.08
 
 

Elektrik mühendisi, "öğretimci", 2 çocuk babası, aslen Kuzey Kafkasyalı, Türk ve Türk'e dair olan..