Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Haziran '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Yaşam başka yerde

Yaşam başka yerde
 

Sonu gelmez bir yarıştasındır. Senden zenginlerle, senden yakışıklıklarla, güzellerle, senden gençlerle, senden uzunlarla, güçlülerle, asillerle, hızlı ve çevik olanlarla, senden daha sevimlilerle, hafızası daha kuvvetli olanlarla, donanımlılarla, daha şanslılarla... Her yarışı kazanmana imkân yok. Onların üstün yanları ya da senin zayıflarının çoğu doğuştan gelmiştir; değiştiremezsin. Her adımda kaybetmenin acısını yaşarsın.

Anadolu’nun herhangi bir köyünde dünyaya gelmiş bir kızsındır. Daha dünyayı tanımadan çocuk felcine yakalanıp sakat kalırsın. Ayağın topallar, elin tutmaz. Bu yüzden okula da gönderilmezsin. On beşinde senin gibi biriyle evlendirilirsin. Daha kendin çocukken çocukların olur. Aşılarına dikkat edersin en çok, hepsini zamanında yaptırırsın, senin gibi olmasınlar. Sağlıklı büyürler. Hayatın engellerle de mutlu olunabilecek bir tarafı bulunduğunu düşünürsün bir süre. Sonra bir akşam kocan eve gelmez. Gecikmez kötü haber: Ezilmiştir bir arabanın altında. Otuz beşinde dul kalırsın.

Bebeksindir. Bir ateşe yakalanırsın. Beynin vücudunun buharında haşlanıp sinirlerin erir. Artık hep o noktada kalacaksındır bir ömür boyu. Sallanıp duran, olmadık yerde gülüp olmadık yerde bağıran, saldıran, aklının gelişmesi bedeni büyümesinin bir çağ gerisinde kalan, kocaman bir bebek.

Ya da kusurlu gelmişsindir dünyaya. Hücrelerinde bir kromozom fazladır belki. Belki kalbin deliktir. Belki bağışıklık sistemin çalışmıyordur. Babandan önce hastalıkla, sütten önce ilaçla tanışırsın, hastanelerle, doktorlarla. Minik bedenin yaşamak için direnir ama baş etmen imkânsızdır. Uçup gidersin; rüzgâra karışır tozanların.

Bir gün biri çıkar karşına. Bir başkadır herkesten. Öteki yarın, eksik parçandır karşındaki. Aşk denen duyguyla yüzleşirsin. O ana kadar hissettiğin hiçbir şeyin onun kadar güçlü, onun kadar mutluluk verici olmadığını anlarsın. Artık hiçbir zaman eskisi gibi olamayacaksın. Onsuz senin varlığının bile bir anlamı yoktur. Hiçbir şeyini esirgemezsin. Zamanını, sağlığını, canını… Ama bunlar onun hiç de umurunda olmayabilir. Belki o da bir başkası için aynı şeyleri hissetmektedir. Şaşırırsın. Sen bu derecede severken o nasıl kayıtsız kalabilir; o nasıl bir başkasını sevebilir? Eksiğin ne? Yanlış olan ne? Onun da seni sevebileceği bir hayat var mı bir yerlerde?

Hücrelerin biraz orantısız dağılmıştır vücuduna. Kafatasın basıktır belki; belki burnun biraz kaba; belki gözlerin küçük ve birbirine yakın, dişlerin anarşik dizilmiştir belki, dudakların ince, çenen dar, saçların cılız. Ortalamadan fazla kilolusundur ya da daha az. Evde kalırsın. Akranların evlenir, sonra senden küçükler, sonra daha da küçükler. Çocuğun olacak yaştakiler evlenmeye başlar. Her evlilik haberi duyduğunda bir hüzün yerleşir içine, belli etmeye korkarsın. Düğünler kâbusun olur. Unutulmuş bir eşya gibi beklersin. Pazarda kasanın dibinde kalmış şanssız bir meyve gibi. Modası geçmiş bir giysi gibi. Gözlerin pencerede, çeyizin sandıkta eskir. Saçları naftalin kokulu bebekleri ninnilediğin düşler görürsün.

Ya da her şey mükemmel gitmektedir. Keyifli bir yolculuğa çıkmışsındır. Karşıdaki arabanın sürücüsünün dikkatsizliği, senin bir anlık dalgınlığın, yoldaki bir mühendislik hatası. Bir çatırtı. Gözlerini açtığında bir yataktasındır. Ne olduğunu hatırlamaya çalışırsın. En son ne yapıyordun? Bacaklarında bir uyuşukluk. Oynatıp o uyuşukluğu gidermek istersin. Ama sanki rüyadasındır. Hani rüyanda bir şeyden kaçarsın da ayakların bir türlü hareket etmez. Ömrünün sonuna kadar öyle kalacağını öğrenirsin. İnanamazsın. Gövden boynunda ağır bir prangadır artık. Henüz ölümü tercih edecek kadar uzaklaşmamışsındır hayattan. Zamanla sorarsın: Koca bir hayat sadece gözlerle yaşanır mı?

Savaşların bir türlü bitmediği bir ülkede askere alınıp cepheye sürülürsün. Göğsün namluların, ayağın mayınların hedefinde. Dikkatlisindir. Kurşun nereden gelebilir, nerede mayın tuzağı olabilir, tahmin edebilecek kadar tecrübe edinmişsindir. Patikadan senden önce geçen tim arkadaşlarının ayak izlerine basmaya çalışırsın. Ama onlar geçerken patlamayan sinsi mayın sen bastığında patlar. Bacakların ayrı, gövden ayrı yerlere fırlarken havada uçtuğun o kısacık anda kime ve neye lanet edeceğini bilemezsin. Kaderine mi? Düşmana mı? Seni oraya yollayanlara mı?

Bunların hiçbiri olmaz belki de. Şanslısındır. İyi bir genetik miras devralmışsındır atalarından. Kolun bacağın sağlamdır. İnsanın değerinin bilindiği bir ülkede açarsın gözlerini dünyaya. Geçimini sağlamakta hiç zorlanmazsın. Güzel ya da yakışıklısındır. Şansını iyi kullanırsın, hiçbir fırsatı geri tepmezsin, hep doğru atlara oynarsın, doğru zamanda doğru yerlerde bulunursun, her oyunu kuralına göre oynarsın, rakiplerini hep alt edersin. Gücünle, zekanla, çevikliğinle, öngörünle, hesap yeteneğinle.. Ta ki karşına “zaman” denen zorlu rakip çıkıncaya kadar. İlk hamle hep ondan gelir. Önceleri hiç umursamazsın; hep başkaları yaşlanır, başkaları ölür, sen o halinle kalacaksın gibi gelir.

Önceleri şakaklarında şık birer olgunluk işareti gibi duran beyazlar gittikçe yayılır. Oradan sakalına, bıyığına, oradan göğüs kıllarına, oradan da her yanına atlar. Ne kadar çabuk çoğaldıklarına şaşırırsın. Ayrıkotu gibidirler, birini koparsan yerine iki tane çıkar. Günden güne kendinin negatifine dönüşürsün. Kemiklerin erir, boyun kısalırken kulakların ve burnun büyümeye devam eder. Önceleri seni hayatta tutan, neslini sürdüren, zevk veren her organın birer saatli bomba haline gelir. Kalbin yorulur, damarların tıkanır, ciğerin kararır, eklemlerin kireçlenir. Bunları kabullenmekte belki o kadar zorlanmazsın. Ama üreme yeteneğini yitirmeyi kolay kolay içine sindiremezsin. Yumurtalıkların çalışmaya son verir. Testislerin sperm üretmekte zorlanır. Hayat denen oyunun bittiğini aslında o zaman anlarsın. Geri kalan ömrün uzatmalardan ibarettir. Bunun sezgisiyle çırpınır durursun. Soğukta ateşlere gömülürsün, güneşin sıcağında üşürsün.

Yokuş aşağı hızla kaymaya başlarsın; iki yanında, üzerinde “tansiyon”, “şeker”, “prostat”, “kalp krizi”, “kanser”, “alzheimer”, “felç” vs yazan flama çubuklarının arasından slalom yaparsın. İşin komik tarafı hedefe varsan da alacağın bir ödül yok. Varış noktasında ulaştığında belli belirsiz bir çarpma sesi yalnızca. İncecik bir dalın kırılırken çıkardığı ses gibi: “Çıt!”

Ne anladın? Bu muydu hayat? Güzeldi; niçin bu kadar kısa? Acıydı; niçin bu kadar uzun? “Adalet” diye bir şey vardı; nerede?

Ne oldu şimdi? O kadar hesap yaptın; elde kalan ne? Uzunca bir rüya mı gördün? Zahmetli bir yolculuk mu yaptın?Bir hayal perdesine mi baktın?

Var oldun mu gerçekten?

..........

Resim: http://igorlaptev.deviantart.com/art/Laces-of-His-Life-79228063

 
Toplam blog
: 431
: 3853
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

Anahtar kelimeler: Antep, İstanbul, Haziran, İkizler, Beşiktaş, MÜ İletişim Fakültesi, Gazetecilik. ..