Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Haziran '08

 
Kategori
Ekonomi - Finans
 

İktisadi Aklın Akılsızlıkları !

İktisadi Aklın Akılsızlıkları !
 

Onca yol, onca tırmanma, onca seçenek! Ya insan?


100 yılı aşkın tarihleri olan iki büyük futbol kulübümüzün artık televizyon kanalları da var. Bu durum; " Futbolun asla sadece futbol olmadığı " (Simon Kuper), endüstrileştiği bir çağın gereklerine uygun iktisadi atılımlar arasında yer alıyor. Neyi bekler normal, saf bir vatandaş ya da akıllı bir çocuk bu kanaldan? Tabii ki, tuttuğu takımın futbol maçlarının naklen yayınını bekler! İşte tek o yayın yok fakat onun dışında her türlü yayın var!

Bir işadamı, özel bir eğitim kurumu ve bir de hastane kurup işletiyor. Organizasyon yeteneği yanısıra, büyük reklâmlar, tanıtımlar vasıtasıyla işleri de çok iyi gidiyor, kazancı yerinde. Normal, saf bir vatandaş ya da akıllı bir çocuk bu işadamımızın ailesinin ve yakınlarının da bu kurumlardan öncelikle yararlandığını düşünür. Hayır, öyle olmuyor. Kendi çocukları ve ailesi eğitimlerini yurt dışında yapıyorlar ve önemli sağlık sorunlarında yurtdışındaki belirli, önde gelen sağlık merkezlere gidiyorlar!

Genç, eğitimli, iki küçük çocuk sahibi bir anne ve bu annenin mesleği de kreş öğretmenliği. İki çocuğunu (günümüzün yaklaşık ortalama fiyatlarıyla), ayda 800 YTL’ye bir bakıcının ellerine teslim ederek şehrin 30 km. dışından, 1600 YTL’lık maaş için (bakıcı parasının sadece iki katı için), iki yıl taksiti olan ve litresi üç buçuk YTL’yi geçen benzinle işleyen özel otosuyla, özel bir kreşe geliyor ve orada çalışıyor. Diğer velilerin "ayrımcılık yapar" uyarıları nedeniyle kendi çocuklarını o kreşe getiremiyor. Normal, saf bir vatandaşın genel beklentisi, bir annenin, belli bir dönem ücretsiz izin alarak, önceliği kendi çocuklarının bakım ve eğitimine vermesi yönündedir. Oysa o, “aşırı yüceltilmiş bir çalışma mantığı“ ve ekonomik açıdan ters işleyen bir kazanç-harcama mantığına tutsak olarak, kendi çocukları yerine başkalarının çocuklarına bakıyor. Böylesi erdemli, özgün tercihler de olabilir yaşamda. Fakat bal gibi biliyoruz ki bu örnek öyle değil!

Ya da örneğin, İstanbul'un muhteşem mekânlarından birinde denize nazır, 100 masalık iyi donanımlı ve tefriş edilmiş, yetişmiş personeli olan bir restoran sahibi. 50 kişilik rezervasyon dolunca, arayanlara “ …maalesef yerimiz kalmadı efendim…” diyor her gün. Gelenleri ise, iki-üç katı fiyatla uğurluyor. Hem müşteriler özel, seçkin olduklarını hissettikleri için hoşnutlar hem de bu yolla marka değeri ve kazancı daha da artan restoran sahibi memnun. Amacı, tüm isteyenlere hoş bir mekânda, ucuz, sağlıklı ve leziz bir ziyafet vermek değil ki zaten!

Bir bankaya vadesinde öden(e)memiş 10.000 YTL tutarında borcunuz varsa, size karşı her türlü yasal yaptırım tereddütsüzce ve anında uygulanır. Bankanın kölesi konumuna düşersiniz. Oysa öden(e)memiş borcunuz bu tutarın on bin katı, 100 Milyon YTL ise, banka bilançosu etkilenebileceği, yöneticiler ağır yaptırımlarla karşılaşabileceği için erteleme ve yeni ödeme planları kabul ettirme konusunda çok daha rahatsınızdır. Bu durumda adeta banka sizin kölenizdir! Oysa kabahatiniz önceki tutara göre on bin kat daha fazladır.

Bir ülkede onca genç ve nitelikli işsiz ve onca yoksulluk varken, tekelciliğin bir sonucu olarak, artan ortalama maliyetler ve düşen kar hadleri sonucu mevcut yetenekli ve istekli işsizler işe alınmadığı gibi, var olan çalışanlar da ( kamu kesimi dahil ) fazla mesai yapmak durumunda kalırlar!

Bu çarpıcı örnekleri hiç kuşkusuz ki daha da çoğaltabiliriz. Sorun, buradan hareketle ormanı görebilmek!

İktisat bilimi, iktisadi yaşamın mekanizmasını araştıran ve inceleyen bir bilim dalıdır.Bir insan topluluğunda, değerlerin üretim, fiyatlama, bölüşüm (dağılım) ve tüketimi ile ilgili etkinliklerin tümünü açıklamaya çalışır.Bu bilim dalında eğitime ilk başlayanlara en kısa ve etkileyici tanım olarak, kıt kaynaklarla sonsuz insan ihtiyaçlarının karşılanması sorunu dile getirilir yıllardır. Efendim, insanların temel ihtiyaçları zaten belli değil midir? Önem sırasına göre beslenme, barınma, güvenlik, eğitim, sağlık ve sonrasında kültürel ihtiyaçlar. Bunları eldeki kaynakların etkin bir planlaması ile, herkese ihtiyacına göre ve üretime katkısı oranında, bir adalet yaklaşımı içinde dağıtacak bir sistem ihtiyaca cevap veremiyor mu ? Bir de bu bilimin kısmen karikatüristik ama tüm varsayımları o olmaksızın bir arada tutmanın olanaksız olduğu bir baş aktörü vardır: ” homo economicus ; yani her durumda çıkarını en çoklamaya çalışan birey. Akıllı olmanın yanı sıra bir ölçüde de duygusal, özverili, yardımsever biriyseniz size oldukça yabancı, dahası itici gelebilecek bir insandır bu birey. (1)

Modern iktisat biliminin kurucusu olarak kabul edilenUlusların Zenginliğiadlı eseri ile ünlü, kamu ve özel çıkarı piyasalar yoluyla bir arada düzenleyen ” görünmez el ”in mucidi Adam Smith, itibarının yayılmasını sağlayan eseri Ahlaki Duygular Kuramı” (The Theory of Moral Sentiments) ile, insan ilişkilerinin verici ve alıcılar ( yani birey ve toplumun diğer üyeleri) arasındaki sempatiye ve anlayışa ne denli bağlı olduğu teması üzerinde ilginç örnekler vermiştir. Örneğin diyor ki “…İnsanların çabaları, sosyal konumlarının gerektirdiği gibi yaşamayı sürdürerek ve bu konumu aşarak başkalarının onlara duyduğu sempatiyi korumaya ve artırmaya yöneliktir. İnsanların istekleri kendilerinden daha çok, sahip olduğu şeylerin başkaları tarafından istenilir bulunmalarından kaynaklanır. A.Smith bu gözlemine devamla “…gözlemcinin neden zenginlerin ve büyük adamların durumunu büyük bir hayranlıkla diğerlerinden ayırdığını incelediğimizde, bunun, onların sahip oldukları rahatlık ve mutluluktan çok, rahatlık ve mutluluk sağlamaya yarayan sayısız yapay ve şık araçlarla ilgili olduğunu görürüz. Gözlemci, bu insanların diğerlerinden daha mutlu olduklarını dahi düşünemez, yalnızca daha çok mutluluk aracına sahip olduklarını düşünür…” demiştir. Smithe göre bu apaçık bir yanılgıdır. İnsanların amaçlarla araçları birbirine karıştırmasından doğan, bu yüzden de onları ancak oyuncaklar kadar değeri olan ıvır zıvırı elde etmek için uğraşıp didinmekle harcamaya iten de işte bu yanılgıdır (2)

İktisadi bireyin bu boyutu bir yana, olaya sistem açısından yaklaştığımızda ise; “Rekabetçi kapitalizm “in, kapitalist sistemin doğası gereği kapitalist toplumsal biçimlenimin yapıcısı olduğu fakat sürdürücüsü olamadığını görüyoruz. İşte bu durum kapitalizminin en önemli sorunu ve çelişkisidir. Bu yapı içerisinde, başta temel mallar olmak üzere insanın yaşaması için güncel mallar da “kıt” olur ve fiyatları artar. Çünkü kar oranlarının giderek düşme eğilimi, tekelleri yüksek fiyat mekanizması ile ayakta kalmaya zorlar. Tekelci yapı bunun için şimdiye kadar bilgiyi ve teknolojiyi de denetleyerek bunu başarabildi. Ama günümüzün sanal alanı da içeren an'lık ve hızlı ortamında kapitalizmi bunu başarabilmekte çok ciddi ölçüde zorlanmakktadır.

Kapitalizmin iktisadi anlatısını geliştiren neoklasik iktisatçılar, onun bir kıtlık ekonomisini olduğunu söylerler ki bu, “kapitalist iktisadi sistemin kıtlık yaratması“ anlamında doğrudur ve ana nedeni meta üretimidir. Metaların kullanım değerlerinin değil de, değişim değerlerinin geçerli olması ve bunun üzerinden fiyatlandırılması bolluk değil kıtlık yaratır. O halde, akılcı bir iktisadi yaşam konusunda ilk temel nokta; en azından temel ihtiyaç mallarında bir bolluk ekonomisi oluşturmak olmalıdır. Yiyecek, içecek, barınma, güvenlik, sağlık, eğitim ve benzeri temel insani mal ve hizmetler meta değil, birer ihtiyaç maddesi olarak kabul edilmeli ve ekonomi de yerlerini bu kabul doğrultusunda almalıdırlar. Sürekli artan nüfus, talep ve nitelikler karşısında bunlar salt piyasa mantığı içerisinde, " kullanım değerleri "ni göz ardı eder şekilde fiyatlandırılmamalıdır. Çalışan, çalışmayan herkes bunlara uygun olanaklarla ulaşabilmelidir. Bu temel mallardan hareket ederek giderek genişleyen ( üretim araçlarının gelişmesine paralel olarak) bir meta üretimi tasfiyesi hedef alınmalıdır.

Burada önemli olan nokta, bölüşüm ilişkilerinin piyasa mekanizmasından soyutlanmasıdır. Üretken birimlerin küresel ekonomideki piyasa aktörleriyle paralel davranması, dünya teknolojisi ve verimliliği düzeyinde rekabet etmesi ancak buralardaki başarıların bireysel fiili gelir akımlarına, ayrı bir sınıfsal kategori yaratacak düzey ve biçimlenmelere dönüşmemesi temel ilke olmalıdır. Her şeyi piyasaya bırakan anlayışın ve bu yapının üretim araçlarının gelişmesine paralel olarak, aşamalı olarak tasfiyesi, siyasal bağlantıları da önemli olan bir süreçtir.(3)

Böyle bir hedef, bolluk ekonomisi anlayışıyla birleştiği zaman piyasa aleyhine giderek genişleyen bir kamusal alanı da yaratacaktır. Bu anlayış geleneksel öğretiler gibi devleti ve planlamayı merkeze oturtmadığı için, özgürlükçü yeni bir anlayışı da temsil edebilecektir. Böylesi bir yapı, ulusal ve yerel dengeleri öncelikle gözettiği kadar, uluslararası dayanışma ve örgütlenme boyutu da çok önemlidir.

İlk kez 1944`te -kapitalizmin kalesi- Amerika`da yayımlanan “Büyük Dönüşüm“ adlı eseriyle; emek, toprak ve parayı metalar haline getiren ve insan toplumlarını uluslararası düzeyde eşi görülmemiş bir kurumsal tekdüzeleşme içinde kendine kayıtsız şartsız bağımlı kılan piyasa sistemini `insan doğasına aykırı` bulan Karl Polanyi, kapitalizmin yarattığı liberalizmle müdahaleciliğin aslında birbirleriyle kardeş olduklarının da altını çizer. Hatta daha da ileri giderek, Avrupa faşizmini anlamamız için " 19. yüzyılın liberal ekonomisi "ne bakmamız gerektiğini söyler. Bu 50–60 yıllık kısa dönem sonunda kapitalist birikim, doğası gereği ilk önce sermayenin yoğunlaşmasını sonra da merkezileşmesini ve devletin ekonominin bir parçası olmasını gerektirmiştir.

Polanyi'ye göre; emek, toprak ve paranın meta işlevi görmeye başlaması piyasanın doğal işleyişinin bozulmasının ilk adımıdır. Bu, Ricardo ’nun serbest piyasasından giderek uzaklaşmak anlamına da gelir. Büyük Dönüşüm 'ün Türkçe baskısına Prof. Ayşe Buğra’nın yazdığı anlamlı önsöz Polanyi’ yi çok özlü olarak anlatır: “ Piyasa ekonomisi, Polanyi’ye göre, bir “meta efsanesi” üzerine kuruluyor. Yani, emek, toprak ve para için, sanki bunlar satılmak üzere üretilmiş mallarmış gibi, serbest piyasalar kurulmasını gerektirir. Oysa emek, toprak ve para meta değillerdir. Emek insan faaliyetlerine verilen addır, toprak insanın içinde yaşadığı doğa, paraysa merkezi güçlerin üretim ve değişime sosyal amaçlar doğrultusunda işlerlik kazandırmak için yarattıkları satın alma gücüdür. Bunları bir meta gibi örgütlemeye kalkmak insana, insanın içindeki doğaya ve insanın üretim düzenine hiç de doğal olmayan bir saldırı oluşturur.” (4) İşte Polanyi’ye göre bu saldırının biçimleri faşizme kadar uzanır.

Not: Bu konuda yeni bir öneri için, yine Milliyet Blog'daki aşağıdaki aşağıda yer alan link'ten yararlanılabilirsiniz.
http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=115806

Yararlanılan Kaynaklar:

(1) İ.Ersin Kaboğlu, " İktisat ve psikoloji (1)- Gerçek ihtiyaçlar ve yanılsamalar üzerine değinmeler-

Milliyet Blog, 24 / 12 / 2007 ,
http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=82309

(2) Adam Smith, “Ahlaki Duygular Kuramı” (The Theory of Moral Sentiments)

(3) Cemil Ertem, “ Alternatif İktisat Notları “, Kişisel web sitesi,

http://www.cemilertem.com/2008/06/alternatif-iktisat-notlari/

(4) Karl Polanyi, “ Büyük Dönüşüm “, Çev. Ayşe Buğra, İletişim Yayınları, I.Baskı, 2003, İst.

(5) Prof. Dr. Ayşe Buğra, “ İktisatçılar ve İnsanlar “, Remzi Kitapevi, ı. Baskı, 1989, İst.

 
Toplam blog
: 366
: 2333
Kayıt tarihi
: 05.10.07
 
 

Samsun/Ladik doğumluyum. Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım babamın görevi gereği ülkemizin Orta ..