Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Ekim '06

 
Kategori
Blog
 

Neler kattınız hayatıma, hepinize teşekkür ederim...

Bu yazıyı öncelikle Milliyet için yazmak istiyorum. Çünkü, farkında olmadan öyle bir iyilik yaptılar ki bana. Bu eski fotoğraftaki gibi gülüyor yine yüzüm şimdilerde...

İnsanın ruhuna bir kere sanat işlemeye görsün; o dalda ne kadar şey varsa hepsine el atası gelir. Ben, günlerimi beste yaparak geçiriyorum, hayatımı da bu şekilde kazanıyorum artık. Reklam müzikleri, albüm vokalleri, albüm besteleri derken şimdi bir de yazarlığa el attım. Kimin sayesinde? Tabii ki Milliyet Blog sayesinde...

Yıllarca, bir kitap yazma hayaliyle yanıp tutuşuyordum. Oturuyordum çalışma masama, sürekli bir şeyler yazmaya çalışıyordum. Sonra bir de bakıyordum, öyle aptalca şeyler çıkmış ki ortaya; bırak kitap olmayı, kese kağıdı bile olmaz. Saçmaladım değil mi; bir de yazar olacakmışım:)) Ne yapayım, içimdekileri dökmem lazım önce, bulamadım ne yazacağımı. Daha doğrusu buldum bir kaç şey de, şimdi sen ne demek istiyorsuncular türeyecek. Onun için en uygunu kese kağıdı oldu, en masumu. Herhalde hiçbir kese kağıdı üreticisi, sen ne demek istiyorsun demez.

Konumuza dönecek olursak, başımdan geçenleri yazmaya çalışırım, olmaz. Aklımdan hikayeler türetirim, olmaz. Bırakmıştım peşini ben de. Herhalde kabul etmeliyim ki, bu konudaki yaratıcılığım sıfır diye düşünürken...

Buraya nasıl geldim, hiç hatırlamıyorum. Ama galiba, Milliyet' in ana sayfasında bir başlık dikkatimi çekti ve ben de Milliyet yazarlarından birinin zannedip tıkladım. Sonra da bu cennet bahçesine girdim işte. Ne göreyim; sen de katıl diye bir buton var. Hiç durur muyum, tıkladım hemen. Merakla ve heyecanla karışık bir duyguydu ilk bloğumun onaylanmasını beklemek. Şimdi de aynı merak ve heyecanla bekliyorum onay sürecimi ama, ilklerin tadı başkadır, bilirsiniz. Hele, beğenilip de blogculuğa kabul edilmenin verdiği şımarıkça gururlanma var ya, onu zaten size anlatmam yersiz. Çünkü hepiniz yaşadınız aynı duyguyu, biliyorsunuz.

Sonra sıra diğer yazılarıma geldi. Hele ki ilk yorumu aldığım anı unutamam. Sanırım ya Ali Bakmaz beyefendiden ya da sevgili Akdenizli' den gelmişti. Ne büyük bir heyecandı o öyle. Bir şeyler karalıyorsunuz ve hiç tanımadığınız kişiler bunları okuyup bir de üzerine yorum yapmaya başlıyor. Ardı arkası kesilmedi yorumların. Doğal olarak yazıların da. Çünkü her defasında ayrı bir haz alırım daha hala bile... Bile dememin sebebi, oldum duygusu değil, kimse yanlış anlamasın beni. Ben daha hala müzikte bile oldum diyemezken, konu yazarlık olunca diyebilmek imkansız. Ve hatta başladım bile diyemiyorum.

Sevgili Sema, bir yorumunda bana aşk yazarı demiş. Onu okuduğumda yüzümün nasıl bir hal aldığını görmeliydiniz. Ben ki, daha birkaç ay önce, asla bir kitap yazamayacağım, Allah bana bu konuda ufacık bir yetenek bile vermemiş diye ağlaşırken, bir kaç ay sonra insanlar, hem de hiç tanımadığım, yüzlerini bilmediğim ama yüreklerini burada açan o insanlar, sizler yani; yazılarımı beğenerek okumaya başlıyor. Blog habercilerine kaydediyorlar ve bir güzel yüreklisi de çıkıp bana aşk yazarı diyor. Tanrım, ne büyük bir mutluluk... Aşk kadar güzel.

Sonra fark ettim ki, ölü kalemime, sizin sürekli kalemine sağlık demeleriniz etki etmiş olacak ki, gerçekten yavaş yavaş sağlık gelmeye başladı. Word dosyalarımı artık kaydetmeye başlamıştım. O bile sevindi bu duruma, çünkü eskiden, kızıp kızıp o sağ üst çarpı var ya, işte onu çarpa çarpa kapatırdım. Hem mouse hem de Word çok mutlular şimdi J

Hele ki seçtiğim kategori ne kadar da uğur getirdi bana. Eskiden, yazmaya çalıştığım şeylerin ne denli saçma olduğunu, bu konuya eğildiğimde ise ne kadar güzel şeyler çıkabildiğini gördüm. Tabii ne varsa yollamaya başladım. Tabii çoğu reddedildi. Aslında biliyor musunuz, sırf bu yüzden bile ekstra bir teşekkürü hak ediyorlar. Belki o an çok kızıyorsunuz, biliyorum, çok da iyi anlıyorum. Ama düşünsenize bir kez. Bir disiplini var yazdığınız kategorinin ve bunun dışına çıkamıyorsunuz. Bu ilk bakışta kötü gibi görünse de bana bir çok yararı oldu. Birincisi, eğer şansım yaver giderse, bir ya da en geç iki yıl içinde bir albümüm çıkacak. Adı da Çiçek Bahçesi olacak. Sebebine gelince, yaptığım bir besteye aşık oldum ve onun adını artık her yerde kullanmaya başladım. Of aman Nalan gibi yani J Her yerde Çiçek Bahçesi ile anılmak istiyorum artık. Hatta çiçek bahçesi denince, insanların aklına ben gelmeliyim. Bunun hırsını yaptım şimdi de, tatlı bir hırs tabii ki, zarar verecek cinsten değil.

Sonra, sıra aşk dolu bir yazı yazmaya geldi. Aslında, bu yazı da bir radyo programına göndermek için, o an, bestemi yazıya dökmemle olan anlık bir şeydi. Fark ettim ki, yazı, bestemi bile aştı. Çiçek Bahçesi bana uğur getirdi yani. O yazıyı burada yayınlamak için can atıyordum. Ama maalesef, aylarca uğraştım ama bir türlü kabul olmadı. Bu da bana yeni fikirler verdi. Bir kitap yazmak… Adı da tabii ki Çiçek Bahçesi… Ondan sonra, reddedilen bloglarımı saklamaya başladım. Evde de yenilerini eklemeye başladım. Kesinlikle onaylanmayacağını bildiğim, özel hayata dair olan cinslerini yani. O kadar çoğaldılar ki şimdi…

İkincisi, reddediliyorsunuz ya hani, hırs yapıyorsunuz onu kabul ettirmek için. Oynamaya başlıyorsunuz yazıyla. Aslında, farkında değiller ama eğitiyorlar bizi yazarlık konusunda. Formatını değiştirmeden yazının her şeyini değiştirebilme yeteneği kazandırıyorlar insana. Gene mi geri geldi, hadi bakalım, demek ki yeterince kabul edilebilir değil, deyip yeniden dans etmeye başlıyorsunuz kelimelerle. İtiraf etmeliyim ki, bu kadar fazla reddedilen bir blogcu olmasaydım, yazılarım bu kadar iyiye doğru gitmezdi.

Üçüncüsü de tabii ki tiryakilik meselesi. Bu aralar birkaç arkadaşımızın da konusu halinde blog tiryakiliği. Yazmak, ne müthiş bir haz veriyor insana. Depresyonumu yendim ben bu yazılar sayesinde, biliyor musunuz? Aslında en büyük teşekkürü bunun için etmeliyim.

Şimdi, tüm yazılarımı bir kitapta toplamak niyetindeyim. Bunun yolunu yordamını bilmiyorum ama muhakkak başarmaya söz verdim kendime.

Müzik camiasında konservatuar okumadıysanız başka, okuduysanız başka saygı görürsünüz. Aslında pek çok işte bu böyledir. Diploma, en önemli saygınlık aracıdır. Mesela, İbrahim Tatlıses ve Bülent Ersoy… Takır takır okur notaları Ersoy; ama ses konusunda hangisi hangisinden daha üstündür, hala karar verebilmiş değilim ve kimsenin de verebildiğini zannetmiyorum. Belki de üstün olan sayın Tatlıses’ tir ama sonuçta diploma sayın Ersoy’ un daima maça bir sıfır galip çıkması demektir.

İşte, bu yüzden de belki de sevgili editörlerim yepyeni bir kariyer kazandıracaklar bana. Eğer ki, bu yazarlık işi hedefim haline gelirse, yaşıma filan bakmayacağım; gidip okuyacağım önce.

Sizler, sevgili Milliyet Blog editörlerim… Sizler, benim hayata yeniden tutunma sürecimde en büyük destekçilerim oldunuz. Bana yepyeni bir vizyon sağladınız. Beni her reddedişinizde aslında beni eğittiniz. Yazmanın en az beste yapmak kadar güzel bir şey olduğunu fark etmemi sağladınız. Sayenizde tanıdığım, yüreği bana benzeyen, görüşmeye başladığım ve dertleştiğim, belki de ömür boyu can dostum diyebileceğim arkadaşlar kazandırdınız. Kocaman bir teşekkür borçluyum size.

Ve tabii ki sizler, sevgili okurlarım. Birincisi, okurlarım dememi sağladınız. İkincisi, beni sürekli takip ederek ve destekleyerek bana güç ve cesaret verdiniz. İnsanların, kategorimde bana fikir danışmalarına vesile oldunuz. Sizler artık bana yazılar sipariş etmeye başladınız. Hepinizi çok seviyorum ve tabii ki sizlere de kocaman teşekkürlerimi sunuyorum.

Ve aşk… En büyük ilham kaynağım olan aşk. Daha bana mutluluk getirmemiş de olsa, üzüp incitmelerine hiç ara vermese de, yine de baş tacım olan aşk. Sana da teşekkür borçluyum galiba, değil mi? Sen olmasaydın, ben bütün bunları nasıl yazabilirdim ki? Sana da sevgiler…

 
Toplam blog
: 132
: 2482
Kayıt tarihi
: 24.09.06
 
 

Dünyayı, yaşamayı ama adam gibi yaşamayı, arkadaşlığı, dostluğu ve en önemlisi çocuğumu, müziğimi..