Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Eylül '08

 
Kategori
Ekonomi - Finans
 

Bir "mit" olarak "küreselleşme"!

Bir "mit" olarak "küreselleşme"!
 

Fotoğraf:www.geocities.com


Günlük yaşamın o hızlı, telâşlı, sorgusuzca edinilmiş ezberlere ve reflekslere dayalı, yarı sisli akışı içerisinde bize doğal gelen, kanıksadığımız nice olay ve kavramlar vardır. Oysaki bunlara dışardan, sayısal ve analitik bir gözle yaklaştığımızda hiç de doğal ve olağan olmadıklarını görürüz! Ölçemediğimiz şeyi tam olarak tanımlayamayız, tam olarak tanımlayamadığınız sorunu da hakkıyla çözemeyiz!

İnsanlar tarih boyunca, kollektif olarak çözemedikleri sorunlar karşısında, bu çözümsüzlüklere uyum sağlamak için çeşitli mitler üretmişlerdir. Söz konusu bu mitler, bilin(e)mezliklerinden dolayı algılamalada oluşan boşlukları doldurarak, egemen düşünce sisteminin işleyişini kolaylaştırmıştır. Daha da önemlisi, bu sayede belirsizliklerden doğan toplumsal ve bireysel gerginlikler de yumuşatılarak daha kolay katlanılır ve sürdürülebilir hale gelmişlerdir. Mitler, belli bir durumun yarattığı insan düşgücünün, imgeleminin ürünü olup, belli bir iş yapma niyetini gösterir.Böyle anlaşıldıkta, mitler hakkında sorulması gereken doğru soru, onun " gerçek olup olmadığı " değil, " onunla ne yapmak niyetinde olunduğu " sorusudur.

"Küreselleşme" kavramı, özellikle 1980'lerin başlarından bu yana, her tür toplumsal-hatta bireysel- soruna yaklaşımda kendisine anahtar işlevi verilen bir mit olarak işlemeye başlamıştır. Aslında, Büyük Roma İmparatorluğu ( Tarım devrimi ve Pax-Romana, M.Ö.27-M.S. 180) ve Napolyon Savaşları'nın ardından İngiliz eksenli ( Sanayi devrimi ve Pax-Britanica, 1815-1914) küreselleşme süreçleri sonrası bu, yinelenen üçüncü küreselleşme mitidir ( İletişim-bilişim devrimi ve Pax-Americana, 1945 sonrası)

Sermaye yanlısı ideologların dilinde çoğunlukla olumlu anlamlar taşıyan “küreselleşme” terimini bugün, salt teknolojik bir bakış açısıyla “mikroçipin yarattığı küresel kapitalizm” olarak kavramlaştıranlar olduğu gibi, onu sermaye yanlısı kentsoyluların “politik bir tercihi” olarak anlayan ve buradan hareketle işçi kesimi mücadelesi için ulus-devleti savunmayı ve sahiplenmeyi temel amaç kabul edenler de var. Ya da doğrudan bir reddedişle “küreselleşme adıyla anılabilecek bir olgu yoktur” diyenler de.

Günümüzdeki küreselleşme kavramının içeriğine baktığımızda; uluslarötesi kapitalizm, Çok Uluslu Şirketlerin (ÇUŞ) üretim ve kârlarını dünya yüzeyinde genişletmeleri, finansal piyasalar arasında sınırların ortadan kalkması yoluyla uluslararası finans hareketlerinin hemen herşeyi etkilemesi, ulusal politikaların piyasalara bağımlı olması, üretim ve fiyatlarda ani artış ve düşüş hareketleri, Ar-Ge teknolojilerinde sürekli yenilikler, enerji ve kaynak hakimiyeti savaşları, üretimde klasik emeğin etkisinin azalması ve tüm bunları moda, reklâm ve programlar yoluyla olumlayan, yücelten medya gücü gibi dokuz temel özellik göze çarpmaktadır.

Bir yandan, özellikle de 1990'ların ortalarından itibaren, gerek dünya ekonomisinde gerekse uluslararası ilişkilerde ve iç siyasetlerde yaşanan gelişmeler karşısında, küreselleşmenin sadece bir mit olduğuna ilişkin kuşkular giderek güçlenmektedir (1). Diğer taraftan, günümüzden 30 yıl öncesine değin, kaba bir sosyalizm söylemi diye eleştirilen “ ekonomi hayatı belirler “ tezi, artık neredeyse tüm toplum kesimleri tarafından kabullenilmekte! Bu çerçevede de hayatlarımız bu süreğen, küresel neoliberal ekonominin adeta ipoteği altına girmektedir! Nitelik, derin bilgi ve hayal gücünden yoksun politikacılar, ekonomi uzmanları ve gazeteciler “küreselleşme“, “liberalizm“, "piyasa“ ve “özelleştirme“ gibi sözde zorunluluklar ve gerçekler karşısında âdeta esas duruşa geçmektedirler!. (2)

Bu bağlamda ölçme ve tanımlamaya yönelik anahtar sorularımıza bir göz atmakta fayda var;

- Dünya ekonomisi gerçekte ne kadar küreselleşmiştir?

- Olabildiği düzeyiyle söz konusu küreselleşme, devletler, ulusal ekonomiler ve insan yaşamının kalitesi üzerinde ne genişlikte ve derinlikte olumlu etkiler yaratmıştır?

- Yakın geçmişe kadar egemen olan ekonomi, devlet yönetimi ve muhalefet biçimleri bu gelişme karşısında tümüyle değişmek zorunda kalmışlar mıdır?

- Söz konusu son küreselleşme; fayda ve zarar karşılaştırması açısından tüm toplumsal sınıf ve tabakalar açısından benzer anlam ve işlevleri mi içermektedir?

-Hızla, sisler bulvarında ve düşünmeksizin bisiklet pedalı çevirircesine " durmayalım düşeriz" dürtüsüyle " Bizde hızla küreselleşelim yoksa geri kalırız! " yaklaşımı ne derece doğrudur ve daha çok kimlerin işine yaramaktadır?

Hiç şüphesiz ki, bu soruların tümünün ayrıntılı yanıtları ancak kalın bir kitapla verilebilir. Ben, bu bağlamda sadece bazı örnekler verip gözlem, atıf ve değinmelerde bulunacağım.

Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı (UNCTAD) , yoksulluğun en alt sıralarında yaşayan insanların sayısının son 30 yıl içinde iki kat artarak, 307 milyona ulaştığını açıklamıştır. Örgüt, yoksulluk sınırı altında yaşayan insanların günlük gelirlerinin bir dolardan az olduğuna da dikkat çekmektedir. Söz konusu raporda 2015 yılında bu sayının 420 milyona yükseleceği vurgulanmaktadır.

Dünya Gıda Örgütü’nün 2005 Ekim tarihli raporuna göre ise; o yıl yaklaşık 6.5 milyar nüfusa sahip olan dünyada (2008 itibariyle 6.6 milyardır) bir milyar insan açlık çekmektedir. Yaklaşık 852 milyon kişiyse, sürekli açlık tehlikesiyle karşı karşıya bulunmaktadır. Bu rakam, bir önceki yıl 842 milyon idi. Yine aynı örgütün verilerine göre, yaklaşık 5 milyar insan az gelişmiş ülkelerde, gelişmiş ülkelere göre daha kötü koşullara tutsak olarak yaşamaktadır.

2004 yılı itibariyle Türkiye’de -uluslararası kriterlere göre- 814 bin aç insan bulunmaktadır. Yoksul insan sayısı ise 19 milyon 400 bindir. Yani Türkiye nüfusunun üçde biri yoksul durumdadır! Bu kitlenin eğitim, kayıtlı istihdam ve sosyal güvenlik düzeyleri de oldukça düşüktür. KONDA'nın seçim sonrası anketleri tarafsız bir gözle değerlendirildiğinde, bu grup aynı zamanda mevcut iktidar partisinin aldığı oyların da (16 milyon 341 bin) deposu durumundadır. Bu da, ironik bir şekilde yoksul -eğitimsiz, kayıtdışı çalışan ya da işsiz- kesimlerin gerçekte aleyhlerine olan küreselleşmeci bir anlayışı -çok çeşitli nedenlerle- destekler konuma itilmeleri gerçeğini doğurmaktadır. Nüfusumuzun 70’de biri ise tam anlamı ile " aç " sınıfına girmektedir. Bu rakamlar, resmi bir kuruluş olan TÜİK’nin saptamasıdır. BM Kalkınma Programı Türkiye Temsilciliği’nin verilerine göre ise, Türkiye yüzde 27’lik yoksulluk oranı ile, AB ülkeleri arasında açık ara ile en yoksul ülkedir.

Bunun yanısıra gelir dağılımındaki adaletsizliği gösteren eşitsizlik katsayısı olan ( Gini katsayısı ) 0.40 ile de Türkiye daha fakir Doğu Avrupa ülkelerinden bile daha yüksek bir gelir dağılımı eşitsizliğine sahiptir. Dünya Bankası, Dünya Kalkınma Göstergeleri ( World Economic Indicators ) ( www.worldbank.org ) 2004 yılı verilerine göre Türkiye, 0.40'lık Gini katsayısıyla 124 ülke arasında -en iyiden en kötüye doğru sıralama yapıldığında- 70. sırada yer almaktadır.

World Institute for Development Economics Research of the United Nations University (UNU-WIDER)'nin 5 Aralık 2006 tarihli raporuna göre ise; dünyanın en zengin yüzde biri, 2000 yılı itibariyle toplam dünya hanehalkı servetlerinin yüzde 40'ını, en zengin yüzde ikisi ise, yarısını ellerinde bulundurmaktadır. Dünyadaki nüfusun en zengin yüzde 10'u, dünyadaki servetin yüzde 85'ine sahiptir. Dünya nüfusunun fakir yüzde 50'si ise, dünyadaki toplam servetin sadece yüzde biri ile yetinmektedir. Toplam dünya servetinin yüzde 90'ı Amerika, Avrupa ve birkaç zengin Asya ülkelesinde toplanmış bulunmaktadır. UNDP 1996 Raporu'na göreyse, 358 adet Dolar milyarderinin servetlerinin toplamı, yeryüzü nüfusunun en yoksul yüzde 45'inin yıllık gelirlerinin toplamına ulaşmıştır.

Başka bir çarpık eşitsizlik alanına bakarsak; dünyadaki işlerin yüzde 66’sını yapan kadınlar, toplam gelirin ancak yüzde 10’una ve dünya’daki mal varlığının ise sadece yüzde birine sahiptirler.

Tüm bu veriler ortadayken, Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü 'nün 2007 yılına ilişkin " Dünyadaki Askeri Harcamalar " konulu raporu dikkat çekici veriler içermektedir. Dünya genelinde askeri harcamalar tam bir trilyon 340 milyar doları bulmaktadır. Bu tutar, aynı yılki toplam dünya gelirlerinin (hasılasının) yüzde üçünü bulmaktadır. Silah için en fazla harcama yapan ülkeler listesinde ABD 547 milyar dolar ile birinci sırada yer almakta. Rapora göre, ABD ikinci Dünya Savaşı 'ndan bu yana ilk kez silaha bu kadar fazla miktarda kaynak ayırmaktadır! Bu ülkeyi İngiltere ve Çin izlemektedir.

Küreselleşme retoriğinin ana akslarından birisi olan, " Uluslarüstü bir güç olan AB gelişiyor ve derinleşiyor " miti, son üç yıl içerisinde AB Anayası'nın bazı ülkelerdeki halk oylamaları sonucu hayata geçirilememesi ve yakın geçmişteki Irak, Orta-Doğu ve son Gürcistan krizlerinde sergilediği siyasi irade eksikliği ve güçsüzlük karşısında büyük bir yanılsamanın külleri altında kalmaya aday bir hale dönüşmüştür! Bu küllerin içinden iri, iri göz kırpan ve gelişen Alman ve Fransız ulusal devlet çıkarlarıdır.

Küreselleşmenin baş mimarı ve yararlanıcısı konumundaki ABD, son Gürcistan krizindeki gelişmeler karşısında- Berlin duvarının yıkılışından sadece 18 yıl sonra- adeta soğuk savaş günlerini anımsatan- dev ve gür sesli bir güç ile yeniden karşılaşmıştır.

Küreselleşme olgusunun ABD Doları egemenliğinde, uluslararası mali sisteme temel oluşturmasına ilişkin gelişmelere kısaca baktığımızda ise şunu görüyoruz: ABD sermayesinin fi­nansal veya sınaî alanlarda uluslararasılaşmasının, diğer piyasala­ra ulaşmasının önünü açacak yöntemler, ana kökenleri itibariyle, II. Büyük Paylaşım Savaşı sonrası, 1944’de Bretton Woods’ Anlaşmasıyla devreye girmiştir. 1970’li yılların başlarında , Avrupa ve Japonya ekonomileri yeniden inşa edilip; ABD’nin ekonomik üstünlüğünü kaybetmesiyle revize edilen bu sistem, Asya krizin­den sonra ( 1999 Köln Zirvesinde tasarlanan ) “ Yeni Uluslararası Fi­nansal Mimari ” - ve onun üzerinde oluşan Bretton Woods-II olarak da adlandırılacak- aşamalardan geçmiştir. Euro'nun da devreye girerek güç ve yaygınlık kazandığı bu son sistem de, bir süre sonra yarattığı küresel dengesizlikler ve mali kö­püklerin etkisiyle çökme noktasına gelmiştir.

Uluslararası ödemeler sisteminin güvenli­ğinden sorumlu olan Bretton Woods ikizleri de denilen- IMF ve Dünya Bankası'nın sistemin güvenli­ğini sağlayacak politika araçlarına sahip ol(a)madıkları artık ciddi ölçüde seslendirilir bir hale gelmiştir. Halen dünya ekonomisinin “ merkez ”i dış ödemeler bilançosunda bir bütün olarak açık, “ çevre ” ekonomileri ise fazla verir konumdadırlar. Bu gelişme; geçmiş yarım yüzyıllık merkez-çevre arasındaki mali kaynak akımlarını tersine çevirmiştir. Geçmiş yıllarda geleneksel olarak “ acil ödemeler dengesi ihtiyaçlarının finansmanı ” görevini yüklenen IMF’ de bu amacını ve işlevini yitirme noktasına yaklaşmıştır. Cari işlemler açığı veren az sayıda ülke ise, likidite seli altında kalmış uluslararası piyasalardan kolayca dış mali kaynak sağlayabilir durumdadırlar. (3)


ABD konut piyasasından dünya piyasasına yayılan son kriz, ulusal ekonomilerini özellikle son 20 yılda tedbirsiz ve korumasızca küresel yapılara eklemleyen ülkelerde de ciddi durguluk ve kriz belirtilerine yol açmıştır.

Dünya ekonomisi yeniden ciddi bir durgunluğa girerken, küresel piyasalara yönelik güncel vurgunları yapanlar yine ABD konut piyasasında başlayan mali krizde, son derecede karmaşık ve riskli yatırım araçlarıyla oynayarak büyük zararlarla karşılaşmış olan küresel mali aktörlerdir. Bunlar şimdi de başta petrol olmak üzere emtia piyasalarında oynamaktadırlar. Kısacası dünya çapında faal olan bu dev mali kuruluşlar, menkul kıymetlere dayalı olarak üretilen kredi piyasalarında yarattıkları köpük patlayınca, oluşan kayıplarını şimdi emtia piyasalarında da bir köpük yaratarak gidermeye çalışmaktadırlar. " Çivi çiviyi söker" mantığıyla, tam da Las Vegas kumarbazlarını andırırcasına, adeta bıçkınca yeni küresel kumar masaları açılmaktadır.

Bu nedenle, 1990’da 3.5 trilyon dolarla, toplam dünya hasılasının sadece yüzde 27’sine eşit bir büyüklükte olan türev piyasalarının hacmi ( kredi köpüğü ), kredi krizi yaşanırken daralacağına artmaya devam etmiş, 2007 yılında 380 trilyon ABD doları iken, bu yılbaşında 510 trilyon dolara, şimdilerde ise 590 trilyon dolara ( toplam dünya hasılasının 12 katına yakın bir büyüklük! ) ulaşmış durumdadır (4).

Diğer taraftan, yine ABD'de, yıllar önceki banker krizine benzer yeni bir mali kriz dalgası daha gelişmektedir. Amerika’da İhale Faizli Tahviller veya Mevduat Sertifikaları’nın (Auction Rate Security-ARS) geri ödenememesi nedeniyle çıkan bu seferki dalganın mevcut küresel krizi, önceden tahmin edilenin yüzde 60’ı kadar daha büyüteceği hesap edilmektedir (5).

Anlaşılacağı üzere, aslında çok daha fazla sor(g)u, örnekleme ve analize gerek kalmadan, sislerin kalkıp içeriğinin netleşebileceği, aşırı olumlanan kavramsal bir " mit " ile karşı karşıyayız.

Bu mitin oluşum ve gelişmesinde, " bürokrasi, iktisadi akılcılık ve teknolojik ilişkilerin hakim olduğu sistem dünyası ile, duygusal ve yüz yüze ilişkilerin hakim olduğu yaşam dünyası "nın (6) medyatik ve enformatik yanılsamalarla etkileşime geçirilerek biribirlerini beslemeleri de kanımca önemli bir işlev üstlenmektedir.

Mitlerden olabildiğince uzak, geniş ve açık ufuklarda gezinen, olabildiğince gerçekçi iktisadi, sosyal ve siyasal bakış açılarına olan özlem ve inancımla...

 İ. Ersin KABAOĞLU,

4-Eylül-2008. Ankara

Kaynakça:

4 September Milliyet (Turkey), Economics - Finance One 'Myth' as 'Globe' by Ersin Kaboglu

Features the WIDER study on the World Distribution of Household Wealth

(1) Ergin Yıldızoğlu, " Globalleşme ve Kriz ", Alan Yayıncılık, I.Baskı:Kasım 1996.

(2) M.Albert ve R. Hahnel, “ Geleceğe Bakmak “- 21. Yüzyıl İçin Katılımcı Ekonomi-, Ayrıntı Yayınları, 1995.


(3) T. C. Dawson, “ Sovereign Debt Restructuring and the International Financial Architecture”, 28.1.2003, http://www.imf.org/.

(4) "Money Week" Dergisi, May, 23/ 2008.

(5) Yaman Törüner, Milliyet 31.7.2008 tarihli köşe yazısı.

(6) Jürgen Habermas, " İletişimsel Eylem Kuramı ", Çev. Mustafa Tüzel, İstanbul, 2001.

 
Toplam blog
: 366
: 2333
Kayıt tarihi
: 05.10.07
 
 

Samsun/Ladik doğumluyum. Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım babamın görevi gereği ülkemizin Orta ..