Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Ekim '08

 
Kategori
Kitap
 

Hayatın Kaynağı (The Fountainhead)

Hayatın Kaynağı (The Fountainhead)
 

Dünya bizleri kurtarma ve bize iyilik etme aşkıyla dolu insanlar tarafından hep kana bulandı. Tarihteki bütün savaşları yürekleri iyilikle dolup taşan, kendini bir dava uğruna feda ettiğini düşünen kurtarıcılar çıkardı.
Hitler, Almanları; Stalin, işçileri, Mao, köylüleri kurtarmak için dünyayı kana buladı. Milyonlarca insan, kurtarıcıların şefkat dolu ellerinde can verdi. Onlar hep biz dediler, hiçbir zaman ben deyip kendilerini düşünmediler.

Ama bilim, zenginlik, hayatı kolaylaştıran, yaşanır kılan her türlü buluş ve bilgi kendi çıkarları için çalışan, işini iyi yapan bencillerin eseriydi. Onlar hiçbir zaman biz olmadılar, sadece işlerini iyi yapmaya çalıştılar ve bizlere rağmen başardılar.

Promete ateşi hediye ettiği insanlar tarafından yakıldı. Edison ampulü icat ederken, karısı tarafından toplum ve ailesi ile ilgilenmeyen, anti-sosyal bir kişi olmakla suçlandı. Galileo 'dünya dönüyor' dediği için bizciler tarafından işkencelere uğradı. Bireysel akıl, kalabalıkların onaylamadığı bu büyük güç, her çağda saldırıya uğradı. Kalabalıklar, yaratıcı bireye saldırırken ellerindeki silahı hep iyilik, fedakarlık, hayırseverlik kurşunları ile doldurdular. Ve hep yaratılan değerleri bölüşmek ve paylaşmak istediler. Mesela televizyon seyrettiler, fakat televizyonu icat eden adamın adını hiç öğrenmediler. Otomobile bindiler ama Ford'un servetinden şikayet ettiler. İnterneti kullandılar ama Bill Gates'i çok para kazanmakla suçladılar. Tükettiğimiz her türlü zenginliği, paranın bir oyunu olarak ele almayı tercih ettiler. Sistem, kapitalizm, tüketim toplumu gibi adlar takıp eleştirdiler.

Türkiye’de eğer The Fountainhead (Hayatın Kaynağı) iyi okunmuş ve anlaşılmış olsaydı; hiçbir ideoloji aklın önüne geçmez ve Türkiye inanç dolu militanların cenneti olmak yerine, meslek sahibi insanların ülkesi olurdu. Bir işi iyi yapmak, işine saygı duymak, o işi başarmak bu kadar çok aşağılanmaz, insanlar yaptıkları işten, üretmekten ve para kazanmaktan utanmazdı.

The Fountainhead (Hayatın Kaynağı), dünyanın fedakarlık tüccarları tarafından yok edilmemesi için bir AKIL KALKANIDIR. Ben’in bir savunusu ve kalabalıklara karşı duran yaratıcılara verilmiş bir ödüldür. Aklın ve mantığın yolunu izlemek isteyen herkese bu rehberi taktim etmekten onur duyuyorum.

Sinan Çetin
Kasım 2002

The Fountainhead (Hayatın Kaynağı) kitabının 4.basımındaki, Sinan Çetin tarafından yazılmış önsüzü kelime kelime yazdım. Kapitalizm’i ve Sinan Çetin’i sevmeyen biri olmama rağmen; Sinan Çetin’in bu satırlarına ve Kapitalizm’i savunan Ayn Rand’ın bu kitabına kayıtsız kalamadım. İkisinin de önünde saygıyla eğiliyorum. 68 kuşağını yaşayan ve “bizler” için pek çok şeyi göze almış anne-babanın çocuğu olsamda, bu ben’cil kitabı okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum. Özellikle mimarların okumasının şart olduğunu düşünüyorum. 1943 yılında yazılmış eski bir kitaptır kendisi. Yıllar önce okuduğum bu kitap hakkında daha detaylı ve açıklayıcı bir yazı yazmayı düşünüyordum ama bu önsözün, sizi içine çekeceğini düşünüyorum. Çekmediyse bir de şunu ekleyeyim bakalım;

“Kolektif beyin diye bir şey yoktur. Kolektif düşünce diye bir şey de yoktur. Bir grup insanın vardığı anlaşma, ya bir uzlaşma, ödün verme sürecidir, ya da birçok bireysel düşüncelerin bir ortalamasıdır. İkincil önem taşıyan bir şeydir. Birincil eylem.. yani mantık yürütme süreci... bir tek kişinin tek başına yapması gereken bir şeydir. Yemekleri bir sürü insana paylaştırabiliriz. Ama kolektif bir midede sindiremeyiz. Hiç kimse kendi ciğerlerini, başkasının yerine solumak için kullanamaz. Hiç kimse kendi beynini, başka birinin yerine düşünmek için de kullanamaz. Vücudun ve ruhun bütün işlevleri bireysel ve özeldir. Paylaşılamazlar ve devredilemezler.”

Buraya kadar yaptığım kitabı elime alıp, üşenmeden satır satır yazmaktı. Ki bunu kısa bir araştırma sonucu herkes bulabilirdi. Gereksiz bir gazetecilik örneğiydi yani.

Peki Hezar kızımızın yıllar önce okuduğu bu kitabı bugün tezgaha koymasındaki amacı ne ola ki? Düşündü, düşündü ama konuya bir türlü giremedi. Eli kitaplıktaki eski zamanlarda okuduğu başka bir kitabı aradı. Bu sefer Ayn Rand gibi yabancı, Hayatın Kaynağı kadar da eski değildi aradığı kitap. Masallar diyarından dünyamıza düşen Murathan Mungan’ın Üç Aynalı Kırk Oda’sıydı aradığı. Aynalı Pastane’den bir cümleydi yazıya eklemek istediği. Ama kitabı okumaya daldı şaşkın kızımız. Okudu… Okudu… Ve yazıyı unuttu. Aklı başına geldiğinde şuradan devam etti öksüz yazısına;

Masalını zamanında terk etmek… Masalını zamanında terk etmek zorundadır aklı başında her insan. Yoksa kendi masalına hapsolur kalır ömür boyunca…

Masal dediysem toz pembe bulutlar üzerinde geçmez her masal. Herkes payına düşen masalı yaşar kendi hayatında. Misal Polyanna. Onun ki de bir masal. Acılar içinde bir masal. Ben Polyanna’yı sevmem, hatta çok itici bulurum. İllaki yaşanılan her şeyde iyi bir yan bulmaya çalışmak, başına gelen her şeye iyi bir kulp takmaya çalışmak hastalıklı bir kişilik bence. Polyanna masalına hapsolmuştur. Etrafında ona iyilik yaptığını düşündüğü insanlar habire ona zarar verir. O da “aslında o şunu demek istemedi”, “Aslında o bunu yapmak istemedi” vs vs gibi iyilik senaryolarıyla avutur kendini. Ne mi yapmalı, tam da Murathan Mungan’ın dediği gibi masalını terk etmeli bence.

Şimdi esas konuya girmeye başlıyorum (Anlatmak istediği konuya bir türlü giremeyen bu yazıyı eğer hala okuyan biri varsa, ey sabırlı okuyucu büyüksün sen! Sağol! Varol! Yinede şansımı ve sabrının sınırlarını daha fazla zorlamadan, dikkatini dağıtmadan giriyorum esas konuya).

Malzemeler;
3 ölçü The Fountainhead (Hayatın Kaynağı)
2 ölçü Üç Aynalı Kırk Oda
Bir tutam Zen

Hazırlık aşaması;
Sana iyilik yapıyormuş gibi gözüküp, seni en derinden yaralayanları bir düşün.
Bıçağı kalbine kadar saplamalarındaki tek sebep, sana en yakın kişi olmaları değil mi?
Seni en çok üzenler, en güvendiğin kişiler değil mi?
İçine bak.
Hala kanayan yaraların kimden kaldı bir düşün…

Harekete geçiş;
Kimseye güvenmemek de, her şeyin hep iyi yanını gören Polyanna kadar hastalıklı bir durumdur. Ancak eğer en yakınındakiler sana zarar vermeye başlıyorsa, o zaman masalını ve mekanını terk etme zamanı gelmiştir. Oturup mantıklıca düşünmen gerek. Duygularını bir kenara bırakıp, aklınla bir yol çizmelisin kendine. Hatta ve hatta belki de kendine en büyük zararı veren kendin bile olabilirsin. Bence esas olan şudur ki; mantığını, aklını kullanmaya başlarsan iyi edersin. Taş kalpli ol demiyorum ama aklınla hareket etmeye başlasan iyi edersin dostum.

Kelimeleri değil de içeriğindeki detayı anlamaya çalışacaksan, Zen tarafından verilen “koan” denilen kısa hikayelerden biri (Fernand Braudel’in “Uygarlıkların Grameri” kitabından) der ki;

“Zihnini serbest bırak ve bir dağ çağlayanının içindeki bir top gibi ol. İçgüdülerini bağlarından kopartmak, onları uyandırmak, sonra kendini onların atılımına bırakmaktır, insanın kendi üzerinde garip bir çaba sarfetmesidir. Bu söylem bize, bugünkü dille gerçek bir psikanalitik tedavi olarak gözükmektedir. Herhalde “komplekslere yer yok!” diye haykırmaktadır. Yürüdüğün zaman yürü, oturduğun zaman otur, hiçbir konuda tereddüt etme! Hiçbir şey karşısında tereddüt geçirme, işte en sık karşılaşılan ve elbette bir askere en uygun düşen tavsiye; Yolundaki bütün engelleri temizle. Eğer yolunun üstünde Buda’ya rastlarsan, Buda’yı öldür. Atana rastlarsan, atanı öldür. Annene ve babana rastlarsan, anneni ve babanı öldür. Akrabana rastlarsan, akrabanı öldür. Kendini ancak böyle kurtarabilirsin. Prangalarını ancak böyle kırabilir ve özgür olabilirsin.”

Tekrar vurgulamak istiyorum ki “öldürmek” kelimesi tamamen simgesel olarak kullanılmıştır(herhangi bir cinayete -hele ki anne baba cinayetine- sebep olmak istemem). Burada ruh ve beden üzerindeki egemenliğimizden bahsediyor.

Gerçek kurtuluşa ve gerçek çözümlere kendi içimize yapacağımız yolculuklar sonucunda ulaşacağımıza inanırım. Pekçok problemin gerçek sebebini, kendi içimizde çözebileceğimizi düşünüyorum. Bu yüzden de herkes durmaksızın başkalarını eleştirmek yerine, kendisini tedavi etmekle, düzeltmekle başlayabilir. İç yolculuklar sayesinde pekçok şeyi düzeltebiliriz. Ayrıca ben’liğimizi kısıtlayan, zarar vermeye çalışan kim olursa olsun, ben’liğimizden taviz vermeden, masalımızdan doğru zamanda çıkmayı bilmeliyiz ya da en yakınımız bile olsa, çıkması gereken insanı çıkarmalıyız. Yolda tek başımıza yürümek zorunda kalsak da, yola devam etmeliyiz.

Bir roman, bir masal ve bir öğreti ile bugünkü yazımızın sonuna gelirken (:), Bertrand Russell’ın bir sözü ile bitirmek istiyorum;

Günümüzde, dünyadaki temel sorun, aptalların kendilerinden son derece emin, akıllıların ise devamlı şüphe içinde olmalarıdır.

 
Toplam blog
: 73
: 5913
Kayıt tarihi
: 06.09.06
 
 

Yılın en uzun gecesinde doğmuşum. Bu yüzden midir bilinmez ruhlarımızın özgür kaldığı geceleri se..