Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Ekim '08

 
Kategori
Anılar
 

Sağcı mısın, Solcu mu?(1)

Sağcı mısın, Solcu mu?(1)
 

Her görüşmemizde mutlaka sorardı babam.

-Kızım paran var mı?

-Var, var merak etme

Arkadan annemin babama şikayetlenen sesi duyulur.

-Hiç yok dediğini duydun mu sen onun? Olmasa da hayatta yok demez. Gönder sen gönder. Kız çocuğu parasız bırakılmaz.

Hiç bir zaman eksik ya da ezik yaşamamı istemediler. Arkadaşlarımın da ailelerinin gelir seviyesi aşağı yukarı eşit olduğundan yaşamadım da. Her halde harca, harca diye evladına baskı yapan başka bir aile yoktur. Oysa ki ben bilirdim bana yollanan miktar kadarla onların dört kişi idare etmeye çalıştıklarını. Öğrenciliğim süresince imkanım olsa dahi hiç bir zaman savrukluk yapmadım. Bir an önce okulu bitirip eve dönmem gerektiğinin bilincinde oldum. Bunun içindir ki döndüğümde, çantamın bir gözünde mezuniyet belgem, diğer gözünde bir avuç çeyrek altın vardı.

Öğrencilik yılları yumurtadan yeni çıkmış bir civciv gibi düş dünyayı yeni yeni tanımaya çalıştığımız, yeni yeni terimlerin hayatımıza girdiği, dostluğun arkadaşlığın herşeyden önemli olduğu yıllardı.

Çuf...çuf...çuf...

Bu ritmik sese kulaklarım alışmıştı artık. Tren yolculuğu kısa zamanda hayatımın bir parçası olmuştu. Çevreme şöyle bir bakındım. Her yer öğrenci doluydu. Yan taraftakiler, koltuklarını biribirlerine çevirmiş, bir valizi sehpa niyetine ortaya koymuş, kağıt oynuyorlardı. Arkaya doğru baktım. Geçen yolculuktan aşina olduğum Eskişehir yolcusu bir gurup, gitar çalıp şarkılar söylüyordu.

Pencereden, hızlıca akıp giden şehir manzarasını izlerken, bizimkilerden kimse yok galiba diye düşündüm. Olsa çoktan bulurlardı beni.

-Buradamıydın sen?

Sesin geldiği yöne baktım. Sımsıcak kucaklaştık. Arkadaşım Firdevs hiç durdurak bilmeden anlatmaya başladı.

-Az önce buradan geçtim. Seni nasıl görememişim? En arka vagona kadar gidip döndüm. Hadi yanındakiyle konuşalım da onun yerini benimkiyle değişelim. Biliyor musun? Arif öldü.

Şaşkınlıkla sordum.

-Kiiimmm? Hangi Arif?

-Yok mu be, sana takılan

Sırtımın ürperdiğini hissettim. Bir anda dondum kaldım. Daha önce hiç tanıdığım birinin ölüm haberini almamıştım. Hele bu kadar genç olanın... Arifin kapkara gözleri, kıvırcık saçları gözlerimin önüne geldi ve onunla kantinde karşılaştığımız ilk gün...

Okulun ilk günleriydi. Yeni yeni kaynaşmaya başladığımız oda arkadaşlarımızla kantinde laflıyorduk. Gurubun en gözde elemanı olduğu herhalinden belli olan bir kişi masamızdaki sandalyeyi çevirerek oturdu. Diğerleri ayakta elleri ceplerinde onun söylediklerini dinliyordu.

Arif te bunların arasındaydı. Kapkara gözlerini dikmiş bana bakıyordu. Bu, gözlerinin hapsinde geçireceğim günlerin başlangıcı oldu. Arkadaşı elinden geldiğince sıcak ve samimi bir ortam yaratmaya çalışarak yapmaya çalıştıklarından ve bizi de kazanmak istediklerinden bahsetti. Arkalarından gidişlerini izlerken, arkadaşım sordu.

-Neyce konuştuğunu anladın mı? Eşitlik, hak, özgürlük, falan bir şeyler anlattı ama, yemin ederim ben pek birşey anlamadım dedi

-Yav, Sen bakma onlara. Bunların bir yaraya derman olacağı yok. Daha kendilerine faydaları yok. Koca koca adamlar iki yıllık okulu beş senede bitirememişler. Evde evlat okutuyorum diye bekleyen anne babalarının paralarıyla macera peşinde koşuyorlar. Bırak onlara katılmayı, selam vermeyi bile düşünmüyorum. Ne işim var benim sağla solla dedim.

Daha onsekiz yaşıma yeni girmiştim. Bir an önce kazasız, belasız okulu bitirip ailemin üzerindeki yükün kalkmasını istiyordum.

O sırada beyaz gömleğinin üzerine siyah ceket giymiş, yaka bağır açık, saçını biryantinle kafasına yapıştırmış, tüysüz bir oğlan tespihini sallayarak masamıza doğru eğildi. Uğraşmayın bunlarla, başınıza iş alırsınız benden söylemesi diye uyardı. Farklı görüşten olduğu her halinden belli oluyordu.

Hepimiz kutudaki civcivler gibi birbirimize sokulmuş, korkmuş gözlerle etrafa bakıyorduk. Neden illa birilerinin peşine takılmak zorundaymışız ki? Bahsettikleri özgürlükse biz de özgür olmak istiyorduk.

İçimden sandalyenin üzerine çıkıp Allah hepinizin belasını versin. Tiksiniyorum sizden. Bizi rahat bırakın diye bağırmak geldi.

Tam o sırada öğrencilerden biri kantinciye bağırdı. Aç sesi aç!...

Ada vapuru yandan çarklı
Bayraklar donanmış cafcaflı
Simitçi, kahveci, gazozcu
Şinanayda yavrum şina şinanay
Şinanayda şinanay hopa şinanay

Bir anda ortam hareketlendi. Stres dağıldı. Alkışlar, ıslıklar eşiliğinde üst sınıflardan Mutlu her zaman ki gibi kantinin orta yerinde oynamaya başladı.

Herkes onu çok seviyordu. Ne tatlı çocuktu şu Mutlu...

Firdevs’in sözlerinin ardı arkası kesilmiyordu. Ben sohbetten kopmuş o günleri tekrar yaşıyordum. Kantinde, bahçede, sokakta en ummadığım yerde, en ummadığım zamanda hep Arifin kapkara gözleriyle Karşılaşıyordum. Kendi konuşmayı tercih etmiyor aracı gönderiyor, her seferinde olumsuz yanıt verdiğim halde vazgeçmiyordu. Ondan acaip ürküyor, rahatsız oluyordum.

Yarı yıl tatiline çıkmadan hemen önce Okulun düzenlemiş olduğu bir çay vardı bütün okul oradaydık. Sınıf arkadaşlarımdan biri ile dans ediyorduk ki Arif'in 'müsade edermisin' diyen sesi ile irkildim. Sesini ilk defa duyuyordum.

Kazma arkadaşım, durumu bildiği halde, beni Pistin ortasında onunla başbaşa bırakarak gitti. Arif bir elini belime koydu, diğer eliyle elimi tuttu.Tıpkı içi samanla doldurulmuş bir bebek gibiydim.Lanet müziğin bitmesini dilemekten başka bir şey yapamıyordum. Önüme eğdiğim başımı bir kere olsun kaldırmadım.Bu davranışım moralini mi bozdu bilmem elleri titremeye, düzensiz nefes alıp vermeye başladı.Nefesiyle alnıma düşen saçlarımı bir vantilatör gibi üflüyordu.

Bu haliyle ondan eskisinden daha çok korkar olmuştum.

Bu onu son görüşüm oldu.

Firdevse döndüm.

-Nasıl olmuş ? diye sordum

-Hani eve gitmeden bir hafta önce bunlar sağcıları zincirle, taşla, sopayla dövmüşlerdi .Hatırlarsan Samsunlu yakışıklı bir çocuk vardı zincirle alnına vurmuş boydan boya yarmışlardı en çok ona üzülmüştüm.

-Eeeee,

-Eeeesi, Biz tatildeyken bu seferde sağcılar solcuları bir gece sokakta sıkıştırmış.Bu arbede sırasında Arif Bacağından bıçaklanmış.Kaçarken bir evin bahçe duvarından atlamış.Birileri onu fark edene kadar kan kaybından ölmüş.

-Ailesi?

-Gelip almışlar.Ailesi çiftçilik yapıyormuş.Memleketi doğu illerinden biriydi ama neresiydi unuttum?Annesi evladının ardından ağıtlar yakmış

Evladı başında ağıt yakan acılı anayı gözümde canlandırdım.Canım yandı.O ananın yerine kendi annemi koydum içimin acısı çoğaldı.

Böyle olmaz...Taşla, sopayla, bıçakla olmaz...Kaldırım taşlarını sökerek, Sokak lambalarını kırarak olmaz

Daha iyiye, daha güzel günlere anlayışla, hoş görüyle, birlik beraberlik içinde çalışarak ulaşabiliriz.

Böyle olmasın... Analar ağlamasın.


 
Toplam blog
: 92
: 830
Kayıt tarihi
: 28.02.08
 
 

Biraz kül, biraz duman o benim işte... Öyle dedim diye olayı arabeske bağladığımı sanmayın çabuk sön..