Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Ocak '09

 
Kategori
Anılar
 

Geçmişin Dip Akıntıları

Geçmişin Dip Akıntıları
 

Hepimizin yaşamında bizi düşündüren, duygulandıran,alıp bir yerlere götüren; bazen avaz avaz ağlatırken bazen güldüren bir isim, bir sözcük ya da bir nesne mutlaka vardır. Kimi içimizde yer etmiş, dokundukça kanayan, kanadıkça acıyan bir yara gibidir. Kimi ise anımsadığımızda yüreğimizi aydınlatıveren mutlu bir gülümseyiş...

Gündelik yaşamın karmaşası içinde, biz farkına varmadan onlar bilinçaltımıza sessizce yerleşir. Sonra bir gün hiç ummadığımız bir zamanda karşımıza çıkıverirler... Bu, eski bir dost yüzünde, eski bir şarkıda ya da bugün olduğu gibi bir antikacı dükkanının vitrininde olabilir. Ve o andan itibaren ister istemez geçmişin dip akıntılarına bırakıveririz kendimizi...

Çukurcuma'da bir antikacı dükkanının önünden geçerken tesadüfen vitrinde gördüğüm; ayaklı kadeh formunda, ağzı geniş kıvrımlarla süslü, üzerinde altın yaldızlı nakışlar bulunan küçük pembe vazolar beni çocukluğuma doğru götürdü. Vitrindeki vazolar, büfemizin üzerindeki etrafa ışıltılar saçan pembe kristal vazolar değildi elbet. Ama bire bir kopyaları ya da benzerleri oluşu benim o dip akıntılarına kapılıp doğduğum evin bulunduğu mahalleye sürüklenmeme engel değildi...

Haydar, eski mahallem!
Yazlık sinemaları,karakolu,fırını,iki katlı ahşap evleri, eski konakları,Siirtli çocukları, dar,toprak,çıkmaz sokaklarıyla anılarıma gömüleli kırk yılı geçiyor... Nasıl, ne zaman geldiğimin farkında değilim; işte, doğduğum çocukluğumu geçirdiğim evin önünde duruyorum...
Yeşil,ahşap pancurları henüz açık. Vakit öğleden evvel olmalı...
Elimi kapının yanındaki küçük pencereden içeri uzatıp anahtarı alıyorum. Büyücek, dökme demirden,siyah bir anahtar bu. Kapıyı açtığımda, mutfaktan yayılan mis gibi biber dolmasının kokusu geliyor burnuma. Asla aynı lezzeti yakalayamadığım annemin yemekleri geçiyor gözlerimin önünden. Mutfakta annem şarkı söylüyor:
"Kuş sesleri ovalara yayılır / İnsan buna hayran olur bayılır."
"Bal yapanlar çiçeklere konarlar / Kuzucuklar taze çimen ararlar"
Yeşillenmiş ağaçlarda yapraklar / Mis kokuyor amber gibi topraklar."

Kırmızı Malta taşı döşeli taşlığın sonundaki kapıdan bahçeye çıkıyorum. Hünnaplar kızarmış,kasımpatları rengarenk...Gölgesinde evcilik oynadığım büyük dut ağacına sonbahar erken gelmiş bu yıl. Toprağın,kuru yaprakların,kasımpatlarının kokusunu içime çekiyorum... Bir de mis gibi beyaz sabun kokan çamaşırların. Bahçenin arka tarafında, ağaçların arasına gerili iplere asılmış patiska çarşaflar bir hayal perdesi gibi geçmişi yansıtıyor.
Her şey dün gibi,her şey yerli yerinde!

Ahşap merdivenlerden yukarı çıkıyorum. Sofanın kapısı açık. Geçmişin sessizliğinde tüm anılar beni bekliyor...Kanepelerin üzerinde çiçekli basma örtüler. Beyaz keten perdeler üzerindeki nakışlarda annemin göz nuru. Aynalı dolabın önündeki iskemlede babamın üniformasını görünce usulca yatak odasının kapısını aralıyorum. Babam uyuyor, belli ki nöbetten gelmiş. Her zaman olduğu gibi, kapı açıldığında uyanıveriyor...Hayır, hiç kızmıyor bu defa. Gülümsüyor aksine.
"Hadi, gel!" diyor.
Sevinerek yanına uzanıyorum. Saçlarımı koklayarak öpüyor. Masal anlatmaya başlıyor sonra. Belki yüzlerce kez anlattığı masalı tane tane, hiç atlamadan, hiç usanmadan dudaklarından yüzüne yayılan kocaman bir tebessümle anlatıyor.
Ah, hiç bitmese!
Her şey masallardaki gibi olsa...
Bir başka boyutta,bir başka zamanda yaşasak canımız istediğinde. Annemiz, babamız hiç ölmese...
Biz hep çocuk kalsak!

"Afedersiniz hanımefendi,içeride de güzel parçalarımız var. Bakmak istemez misiniz?"
Vitrinin önünde beni içeriye davet eden adamla göz göze geldiğimde, şimdiki zaman ile geçmiş arasında bir yerlerde kaybolan ruhumu bulmanın zamanı geliyor.
"Yakından bir görün isterseniz,çok nadide parçalardır!"
Hiçbir şey söylemeden içeri giriyorum. Dükkanın eski eşya kokan havasındaki sükunet içimdeki duygularla hiç örtüşmüyor. Adam pembe vazolardan birini alıp bana uzatıyor.
"İnceleyebilirsiniz, yüzyılı aşkın yaşına rağmen üzerindeki yaldızlı nakışlar olduğu gibi duruyor. İsterseniz, bunların bir de öyküleri var,size anlatayım..."
"Yoo, hayır kalsın! Bende onlar için hazır bir öykü var zaten. Lütfen ikisini de sarar mısınız?"
Yüzümde gezinen şaşkın bakışlara aldırmadan çantamdan kredi kartımı çıkarıp uzatıyorum. Adam: "Fiatını sormayacak mısınız?" diye hayretle soruyor.
"Hayır!" diyorum. "Burada onları satın alabileceğim kadar para olacak!"

Dükkandan üzerimdeki garip rahatlığın sırrı ile birlikte çıkıyorum. Elimde tuttuğum paketten içime yayılan duygu selinin ruhumu yıkayarak derinlere doğru aktığını hissediyorum. Dudaklarımın kenarında küçücük bir tebessüm beliriyor. Sokaktaki insanlar yolda gülümseyerek yürüyen kadına garipseyerek bakıyor...
 
Toplam blog
: 235
: 2079
Kayıt tarihi
: 26.09.07
 
 

Burada yazarken kim olduğumuzun, ne olduğumuzun bir önemi olmadığını düşünüyorum. Önemli olan yaz..