Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Mart '09

 
Kategori
Anılar
 

Duru'ldu O Gece

Duru'ldu O Gece
 

Yaşıtları gibi o da koşmaya, zıplamaya bayılıyordu. Annesiyle babasının biriciğiydi Duru. Ara sıra camdan aşağıya bakardı annesi. Yavrusuna bir şey olmasından korkardı. Duru da el sallardı annesine. Yaz günlerinde genellikle babasını kapıda beklerdi. Koşar sarılırdı küçücük kollarıyla. Babası da kucağına alırdı onu. Annesi kapıda karşılardı evin erkeklerini. Öyle mutluydular ki.

İştahlı bir çocuk değildi Duru. Binbir hikaye, muziplikle yedirirlerdi yemeğini. Her gece başka bir oda tiyatrosu kurardı genç anne-baba. O küçük adam bir taneleriydi. Pijamalarını giyip yatağına koşar, annesinin gelip masal anlatmasını beklerdi. Bir varmış-bir yokmuş’la başlayan masalları gün içinde özenle hazırlardı annesi. Bazen daha, “Bir yokmuş” derken kapanırdı küçük gözler. Babası da gelirdi az sonra. Önce izlerlerdi küçük adamı, sonra da öper çıkarlardı odadan. “Biz bu adamı nasıl evlendireceğiz!” diye hayıflanırlardı. Kendi yataklarına yattıklarında da -uyumadan önce- hep Duru’yu ve geleceğini konuşurlardı. Evin annesi evin erkeklerinden önce kalkardı sabahları. Evin büyük erkeğini doyurup yolcu eder sonra da küçük erkeğinin koynuna girerdi. O’nun mis kokusunu ciğerlerine çekerdi. O da küçücük elleriyle annesinin yüzünü okşardı. İki günde bir, “Anneciğim, bugün bana poğaça yapar mısın?” derdi. Hiç kırar mıydı annesi onu. Koca tepsiyle aşağıya iner ve çocukları çağırırdı. Yem öbeğine üşüşen kuşlar gibi koşarlardı genç kadına doğru. Annesiyle gurur duyardı Duru. Poğaçaları iştahla yiyen arkadaşlarına mağrur bakışlar atardı. Pek övünürdü annesiyle. Minnet dolu gözlerle bakardı genç kadına. O da mütevazı yaşamının onu ne kadar mutlu ettiğini düşünürdü. Çark her gün aynı şekilde dönerdi. Bu sıradanlıktan hiç kimsenin şikayeti yoktu. Mutluydular ve mutlu bir çocuk yetiştiriyorlardı. Genç kadın her gün annesiyle konuşurdu. Genellikle yemek tarifleri olurdu konu. Eşi, anne-babaya yakın oturmanın faydalı olacağını düşünmüştü. Ne kadar da haklıydı. Genç kadının anne-babası da damatlarını çok severlerdi. Birbirlerine saygıda kusur etmezlerdi. Biricik torunları da her şeyleriydi. Dede mutlaka her sabah uğrar, kızını ve torununu görürdü. Haftada bir-iki akşam da birbirlerine yemeğe giderlerdi. Genç kadın da tek çocuktu ve o da anne-babasının her şeyiydi. Yaşlı adam hâlâ kızını Duru’nun arkadaşı gibi görürdü. “Kızım, kendini çok yoruyorsun, az yiyorsun; bak bir deri, bir kemik kaldın.” diye azarlardı. O gün öğleden sonra eşi aradığında, “Akşama annemle babam yemeğe gelecekler.” müjdesini verdi genç kadın. Duru da yaşasınnn çığlıkları attı. Dedesi ona yumurta çikolata getirir, sonra da içinden çıkan oyuncağı birlikte yaparlardı. Annesinin yemeğe her gelişinde kendisini sınavda hissederdi genç kadın. O’nun ilk lokmayı almasını ve yorumunu beklerdi. Bazen yüzünü ekşiterek kızına şaka da yapardı yaşlı kadın. Gülüşmeleri apartmanın en üst katındaki, körfeze hakim evlerine yayılırdı. Yazları balkonda karpuz yerken ışıl ışıl İzmit’i izlerlerdi. O akşam da yemeklerini yiyip balkona çıktılar. Ağustosu da yarılamışlardı. Daha bir serin oluyordu akşamlar. Yaşlı adam kızının yaptığı kahveye bayılırdı. Duru da dedesinin kucağına oturur, oradan anneannesine uzanırdı. Açık hava sanki gün batımı gibi pembemsiydi o gece. Damadın işindeki sıkıntıları konuştular biraz. Genç kadın eşinin elini hiç bırakmadı konuşma boyunca. Saat ilerliyordu ve Duru’nun da uykusu gelmişti. “Anne, ben dedemlerde kalmak istiyorum.” dedi birden. Bu çok sık istediği bir şey değildi. Genç karı-koca birbirlerine baktılar. Duru’nun olmadığı akşamlarda evleri çok boş oluyordu. Hemen iki blok sonra olsa da gideceği yer, özlüyorlardı küçük oğullarını. Yaşlı kadın ve adamın rica dolu bakışlarını da gülen gözlerle kucakladılar. Kapıda defalarca öptü anne-babasını Duru. “Dedenle anneanneni üzme.” uyarısına gerek duymadılar. Aşağıdan el sallayan küçük Duru’ya balkondan onlar da el salladılar. İçleri bir hoştu o akşam. Duru’suz bir yaşam formları yoktu. Karısına sarıldı yatakta genç adam. “Seni çok seviyorum karıcığım.” dedi. Kadın da, “Sen ve oğlum bu yaşamın ne yaşanmaya değer olduğunu gösteriyorsunuz bana. Ben de sizi çok seviyorum aşkım.” dedi. Duru, dedesiyle anneannesinden önce girdi yatağa. Onlarla yatmaya bayılırdı. Ortalarına girer, dedesi masal anlatırken anneannesi saçlarını okşardı. Hiç uykuya dalmak istemez, yaşlı insanların sıcaklığını olabildiğince hissetmek isterdi.

Büyük bir gürültüyle uyandı genç adam gecenin bir vakti. Ne olduğunu anlaması vakit aldı. Genç kadın da gözlerini açar açmaz korkuyla çığlık atıp kocasına sarıldı. Büyük bir hızla sallanıyordu bina ve garip gürültüler geliyordu. Yataktan çıkamıyorlardı. Bina önce yana yatar gibi oldu ve aşağıya doğru düşmeye başladılar. Genç kadın bayıldı. Ne kadar sürdü düşüş bilemedi genç adam. Ölüm sessizliği çöktü havaya. Odaları yamuk duruyordu. Cam da kırılmıştı. Tuttu karısının elinden, yavaşça kalktılar yataktan. Karanlıktı her yer. Çığlıklar duyuluyordu sessizliği yırtan. Kadın, ”Duruuu.” diye haykırdı. Odalarının penceresinden yürüyerek çıktılar. Ayaklarının altında beş kat vardı! Yıkıntılar arasında yürümekte zorlanıyorlardı. Güneşin ilk ışıkları etrafta yıkılmamış tek bir bina bile kalmadığını gösterdi. Depremden 11 gün sonra ulaştılar Duru'ya. Dedesi ve anneannesi üzerine kapanmıştı. Birlikte veda etmişlerdi yaşama. Genç kadın ve adam hızla çöktüler. Saçları bembeyaz oldu. Tekrar çocuk sahibi olmadılar. Aynı yere yapılan yeni evlerinde anılarıyla oturuyorlar. Yazları yine balkonda karpuz yiyorlar. Bazen bir ses duyar gibi olup kapıya koşuyorlar.

 
Toplam blog
: 462
: 1159
Kayıt tarihi
: 07.03.09
 
 

Ne güzel bloglar yazdık, ne muhteşem dostluklar kurduk; onlar kaldı baki... ..