Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Mart '09

 
Kategori
İlişkiler
 

İDİL NE YAPSIN ?

İDİL NE YAPSIN ?
 

idil ne yapsın


İdil ne yapsın? Gerçekten soruyor muyum derseniz; evet soruyorum.

Kendime, size, yazının ulaştığı herkese…………..

İdil’in aklı yok mu diyenlere de; evet yok, durdu “game over “ ya da “sistem çöktü” şuanda anlamsızca öylece bakıyor yaşama ve kendine veya bakıyor da görmüyor.

Son mesaj: Seni üzmek, yaralamak istemedim. Gece yarısına doğru çekilmiş.

Hikâye gerçek.

Dilimin döndüğünce, parmaklarımın yardımıyla kelimelerin anlamlarını kaybettiği şu saatlerde derin bir nefes alıp; objektif, herhangi bir süzgeçten geçirmeden yazmaya ve anlatmaya çalışacağım. Belki içinde fazlası var, eksiği yok.

Kaseti başa sarıyoruz;

İdil otuzlarını geçmiş bir kadın. Bir reklam şirketinde Halkla ilişkiler sorumlusu olarak çalışıyor ve ailesiyle yaşıyor. Genç yaşlarda çok kısa süren bir evlilik geçirmiş, dostları, arkadaşları, işi, ailesi kendi kurduğu dünyada hayattan zevk almak için çabalıyor. Alıyor da. Şükür sağlığı da yerinde, sevdikleri de yanında; tek ihtiyacı, birine ait olma duygusuyla sevmek, sevilmek, tamlayan ve tamamlanan bir ilişki yaşamak ve ortak zevklerin hazzı doruğa ulaştığında o kişiyle aynı yastığa baş koymak, yaşamı beraber göğüslemek, anne olabilmek vs. Adaylar var etrafta ama O, evlenmek için evlenmek istemiyor.Dileği mutlu olmak .Bazen yanlış seçimler yapsa da.

Kendi içerisinde uyumun yakalandığı; sevgi - saygı - emek üçgeninde paylaşımlarla pekişen, her gün artarak çoğalan bir ilişkinin peşinde. Yılmıyor da. Tanıştığı ya da tanıştırıldığı kişilerle kimi zaman ondan, kimi zamanda karşı taraftan kaynaklı iletişimsizlikler, ortak görüşlerin olmadığı, sorumsuzluk, beklenti farklılıkları, yapılar, karakter ve benzeri gelgit halleriyle bu savaşta henüz başarı kazanmamış. Başarı da kişiden kişiye değişen bir olgudur.

Kazandığı deneyimler, artı ve eksiler, yaşamın tüm renkleri arka cebinde ama onun kazanmak istediği başarı; birbirinin içinde yoğrulup, geliştirdikleri bir yaşamın parçası olmakta yatıyor.

Bahadır ise kırklı yaşlarda mobilya sektöründe Bölge Müdürü olarak çalışıyor. Epey yoğun bir tempoda ayın çoğunu yollarda ve bayiler arasında geçiriyor. İçinden söylense de, bedeni bir yoğun tempoya artık dur dese de işini çok seviyor. O da, geçmişte İdil’e göre daha tecrübeli, beş yıllık bir evlilik sürecini uzun yıllar önce noktalamış. Şehirde çok az kalmasından dolayı annesiyle beraber yaşıyor.

Her iki kişinin de çocuğu yok.

Bir arkadaş ortamında bir kahve içimlik sohbetleri olan bu iki bireyin tanışmaları aşağı yukarı 2004 -2005 yılına dayanıyor. Birbirlerinden ufak da olsa bir elektrik alsalar da aslında bir anlık bir bakış, bir göz teması idi. Bahadır’ın iş temposu, İdil’in de o sıralar yaşamında özel birine yer vermesi birbirlerini hiç tanıma fırsatları bulmadan ya da öyle bir arayış içinde olmadıklarından kaynaklı, yollarının ayrılmasına sebep oldu.

Aradan geçen yaklaşık bir yıllık bir süreden sonra Bahadır, İdil’i telefonla arayıp ve akşam yemeğine davet ediyor. İkisinin de hayatında özel birilerinin olmaması, birbirlerini tanıma içgüdüleri olumlu yanıt buluyor ve bu iki kişi yeni bir başlangıç sürecinin ilk adımlarını atıyorlar böylelikle.

Belki gecikmiş bir süreç, belki de işte şimdi doğru zaman.

Canlı müzik, fasıl olan bir mekâna gidiyorlar. Yeni Rakının tadını birlikte keşfediyorlar, koyun peyniri, Arnavut ciğeri, acılı ezme, birkaç meze daha, yanlarında her biri ayrı güzel ve yüreğe dokunan Türk sanat müziğinin eşsiz nameleri ile sohbetin doyumsuzluğu artırıyor.

Gel zaman git zaman her buluştuklarında bu mekâna gidiyorlar. Sanki o mekân onların evi. Birbirlerinin geçmişlerini kurcalamadan, zorlamadan, zarf atmadan, ama birbirlerine anlatılan o gün ya da geçmişteki tüm yaşam hikâyelerini, her bir sözü ve her bir davranışı dikkatlice ve detaylı inceleyip, takip edip, biriktiriyorlar. Her sözü doğru kabul ediyorlar, her düşünceye saygı duyuyorlar. Saatlerce sohbet ediyorlar. Günlük telaşlardan, streslerden, yaşamın kendisinden, arzu ve isteklerden, beklentilerden, kendilerinden konuşuyorlar. Sanki zaman duruyor, mekânın neresi olduğunun hiç önemi yok. Sadece ikisi var. Eller buluşuyor. Güven veren sıcacık insan eliyle kavrıyor Bahadır, İdil’in ellerini. İnsanca, sevgi dolu bakıyor gözleri. Şarkıları bile oldu. Her geldiklerinde o şarkıyı birbirlerinin gözlerinin içine bakarak söylüyorlar. Mutlular. Kısa saat dilimlerine sığdırılmış kocaman paylaşımlar. Eve bırakırken zor oluyor; değer verdiğini, önemsediğini geride bırakmak. Ama yinede mutlular. Zaman içinde yetmemeye başlıyor birlikte olunma saatleri. Haftada bir, iki haftada bir, bazen ayda bir. Sabit saatleri olmayan ama kendi içinde de bir döngüsü olan bu zaman dilimlerini, Bahadır iş temposuna bağlıyor. Saygı duyuyor İdil. Madem bu adamla beraber, isteklerini dile getirse de elindekinin kıymetini bilecek yaşta.

Bir süre sonra bu görüşmelerin süreci iyice azaldığında, İdil isyan ediyor. Birbirine değer veren çiftler böyle olmaz diyor. Sevdiğini göster, sadece ağzınla değil, bana zaman ayır, paylaş, beni yaşamının içine al. Bahadır hem çok sevdiğini söylüyor hem de bir kapalı kutu adeta. İçine bir şüphe düşüyor İdil’in acaba diyor sakladığı bir şeyler mi var. Sonra yok canım daha neler deyip, ilişkisine sahip çıkıyor. O sahip çıktıkça üst üste gelen tartışmaların sonucunda çok net yargılara varıp, birbirlerinin beklenti farklılıkları keskin bir bıçak gibi ayırıyor bedenleri.

İdil, beraber bir yaşam dilerken; Bahadır sorumluluk istemiyor, evlilik düşünmüyor. “-Yorgunum diyor. Sıkıntılı bir evliliğim oldu. Beklentilerim, arzularım yerine hiç gelmedi. Tekrar aynı şeyleri yaşamak korkutuyor.” Yaşadığı geçmişteki evliliğinden çıkarttığı derslerden dolayı böyle uzun soluklu bir ilişkiye hazır olmadığını, anlardan mutlu ve aynı zamanda da İdil’i çok sevdiğini söylüyor. İdil se yukarıda bahsettiğimiz istekleri doğrultusunda anların kendisine yetmediğini, sorumluluk, sevgi ve emeği yaşamın her evresinde görmek istiyor. Bakıyorlar ki hep aynı noktadalar. Çizgiler çok net. Ortaları bulmak zor. Bulunamıyor da.

Ayrılıyorlar.

Birkaç aydan sonra Bahadır tekrar İdil’in cep telefonuna bir mesaj çekiyor. Kendini hatırlatmak için, İdil ise görüşmek istemediğini söylüyor. Ne de olsa basit davranışlar bile beklenti haline dönüşmüş bir arada olmaları imkânsız ve tek tarafın isteğiyle ilişki nasıl sürdürülebilir? Hatta İdil tüm çocuksu bir çılgınlıkla “evleniyorum “diyor. Bir daha aramasın diye. Hâlbuki yok öyle bir şey. Gerçekten de mesaj doğru yere gidiyor. Bir süre hiç aramıyor Bahadır onu.

Herkes kendi yaşamında yol alırken. Bahadır ikinci mesajla şaşırtıyor. Tam da İdil unuttum derken.

“-Radyoda ne çalıyor bil “ diyor.

Gülümsüyor İdil şarkının adını yazıyor “özledim” .

<ı>Sen gittin ya yaşantımın bir anlamı kalmadı
Sen gittin ya pencereme bir kez güneş doğmadı
Sen gittin ya senden sonra mutluluğum olmadı
Senle geçen günlerimin kıymetini bilmedim

Özledim teninin kokusunu özledim
Özledim sımsıcak nefesini özledim
Özledim sohbetini o sesini özledim
Gelmedin gözbebeğim can yoldaşım gelmedin

Sen gittin ya gözlerimde yaşlar bir an dinmedi
Sen gittin ya ellerimden resmin bir an düşmedi
Sen gittin ya o gün bu gün inan yüzüm gülmedi
Senle geçen günlerimin değerini bilmedim

Özledim teninin kokusunu özledim
Özledim sımsıcak nefesini özledim
Özledim sohbetini o sesini özledim
Gelmedin gözbebeğim can yoldaşım gelmedin

<ı>“-Evlendin mi “diye soruyor hemen arkasından. İdil “-Yoo “diyor. Bahadır “-biliyordum” diyor. “-Bir kahve içelim mi? “Ertesi güne randevulaşıyorlar. İş çıkışı İdil’i ofisten alıyor. Sessizce yemek yiyorlar. Uzun bir sessizliğin ardından; Konuşmaya başlıyorlar. Ayrı kaldıkları süre zarfında neler yaptıklarından, yaşamlarından. Birbirini tanıyan bir çift göz martı kanadında gökyüzüne savruluyor.

Yeniden bir arada olmaya karar veriyorlar. Bir şartla bu sefer Bahadır’da çaba gösterecek, yaşamına dâhil edecek. Ve aralarındaki ilişkinin adı olacak. Birliktelik adına layık, uygun yaşanacak. Yeniden bir süreç başlıyor. Yeni bir süreçle yeni bir mekân keşfettiler. Eski duygularına sahip çıkıp, üzerlerine yenileri koydular. Şimdi cafe ve restoranın dışında iki özel evleri olmuştu.

“Seni özledim “dedi. “Sensiz bir yanım eksik. Haklı olduğun çok taraf var. Sorumluluklar gözümü korkuttu istek ve beklentiler. Ama çabalayacağım. Sana olan sevgimi göstereceğim “dedi. Biraz zaman tanı. Bak zamanla her şey oturacak.

İdil, tüm kalbiyle inanmak istedi. Yüreğinin bir tarafı sevmişti bu adamı. Hakkında tüm bildikleri ve bilmediklerine rağmen. Ona güveniyordu. İnanıyordu. Dürüsttü. İçtendi. Bakışlarıyla hissettiriyordu. İnsandı. Saygılıydı. Her konuda konuşabiliyorlardı. Birbirlerinin yanında mutluydular. Huzurluydular. Dudakları her birleştiğinde minicik bir öpücükte dahi küçük çocuklar gibi içleri titriyordu. Sımsıkı tutuyorlardı birbirlerinin ellerini. İdil, Sevmese bu kadar savaşır mıydı, ilişkisine sahip çıkar mıydı? Bahadır, her seferinde aradan yıllar geçse de yine İdil’e döner miydi? Yine İdil’e koşar, ona sığınır mıydı? O da kendince seviyordu. Görünmez bir ip bağlamıştı onları da; ip, halata döner mi işte onu kimse bilmiyordu.

Ama bir insan yedisinde ne ise yetmişte de o.

İdil ne kadar çok şey paylaşıyorsa, Bahadır o kadar az. İdil kerpeteni yeniden icat ediyordu. Dirhem, dirhem laf almanın yollarını buluyor. Birlikteyken çok mutlu olsalar dahi zaman yine aleyhlerine işliyor. Bir türlü tam, bir bütün olamıyorlar. Anlar yetmiyordu. Ne zamanki aramalarda cep telefonu kapalı, bir var bir yok elbisesi yine Bahadır’ın üzerine yapışmış; Bahadır Kıbrıs’tan döndüm diyor. Kıbrıs’a mı gitmişti. Gittiğini bile bilmiyordu ki; geldiğinden haberdar olsun.

İdil eteğinde ne varsa dökülüyor. Yıkıyor ortalığı ya adam gibi yanımda ol ya çek git diyor. Sen ve ben farklıyız. Ortaları bulmaya çalışsak ta, sevgi tek başına yetmiyordu. Paylaşımların yetersizliği çoğalmaya da izin vermiyordu.

Bahadır son can alıcı vuruşunu yaptı. “İşine geliyorsa, ben böyleyim “dedi.

Artık bitmişti.

Bildiği tüm can acıtıcı kelimeleri kullandı İdil. Sükûnetle, hiç sesini yükseltmeden ama seçtiği her kelime bir bıçak gibi yarıyor, her biri gökyüzündeki alev toplarıydı. Tükenmişti.

Sonra bir iki arkadaşıyla konuştu İdil. Onlar da boşuna uğraştığını, adamın tarzının bu olduğu iki denemelerinin de sonuçsuz kaldığını yüzüne tokat gibi vurduğunda; belki de kendine itiraf edemediklerini karşı taraftan sesli duymak istemişti. Olmuyordu.

Sevgi yetersiz kalıyordu; Saramıyordu bedenleri.

Anların toplamı zaman etmiyordu.

Aylarca hiç görüşmediler.

Farklı yerlerde belki birbirlerini andılar, hatırladılar, özlediler ama hiç bilmediler gerçekte ne olduğunu.

Yaz kışa, kış bahara döndü.

Yüreğin bir kenarında hep tutuklu kaldı. Eksik parçalar hiç bulunamadı. Ne kadar tamamlamak isteseler de olmamıştı, olamamıştı. Suçlu aramanın anlamı yoktu şu saatte. Ortaları bulamamış, beklentileri bir yapamamışlardı. İdil, mekânların önünden bile geçmedi bir daha. Rafın en uzak köşesindeki kutuya kaldırdı ona ait bildiği ne varsa. Üzerini mühürledi. Atmaya kıyamadı ve sadece yok saydı. Her özledim şarkısında hatırladı ama adını anmadı.

Bir gece yarısı muhtemelen yürekle yapılan akla aykırı, anlık bir şeydi; televizyonda şarkıyı duyduğunda bu sefer İdil bir hamle yaptı.

Aylar kaç kere döndü, zaman ne kadar geçmiş saymamışken, “şarkın çalıyor “dedi.

Bir beklentisi yoktu.O kadar çok soru vardı ki ona ait kafasında, gelen mesajla bir bir sıraladı hepsini. Yoksa evli miydi ya da bir çocuğumu vardı. Bu kadar yoğunluk iş olamazdı ya, hem bu kadar onu çok seviyor hem de bu kadar ayrı kalınan zaman vardı.

Bahadır yıktı ortalığı. Taş taş üstünde bırakmadı. Sanki ayrı bir yaşamı vardı da; aralarda İdi’le görüşmüştü. Zaman ilaç olmuştu İdil’e ama kafasındaki sorulara cevap olmadığı için ilişki ve Bahadır kor kalmıştı.

Bilseydi ne olduğunu; yapbozun parçaları tamlanacak, eksik parça çözülecekti. Bahadır demediğini bırakmadı. Böyle bir şeyi nasıl düşünebildiğini, kendisinin adam gibi adam olduğunu, saçmaladığını ifade etti. Kuru bir “-Peki “dedi İdil. “-Ben yanıldım” herhalde sadece onca zaman sonra gerçekten ne olduğunu bilmeye ihtiyacı vardı. Onun için önemliydi.

Yine görüşmediler bir süre.

Bahadır zaman içinde birkaç kez aradı İdil’i ya da mesaj çekti. İdil hiçbirine dönmedi. Artık yorulmuştu.

Sorularda toprağın altına gömüldü.

Soğudu yürekteki kor ya da onun üzerine de toprak atıldı.

Tarih 2008’in sonları bir iki haftaya, yeni yıla girilecek.

Yeni düşler, yeni umutlar.

Artık Bahadır’dan İdil bir yabancı gibi bahsediyordu. Eski bir dost, yarım kalmış sevgi, sevgi kırıntılarının sahibi idi.

Yeni yıla girerken bir mesaj da Bahadır’dan geldi. Niye diye düşündü İdil. Artık gücü yoktu. Soru ve kurgulardan da yorulmuştu.

2009 yılında yaşamındaki tüm belirsizlikleri yok edeceğini hedeflerine almış ve Bahadır’la bir ilişkiyi artık istemediğini dile getirmişti.

Ne de olsa savaştan yenik düşmüş bir askerin yenilgiyi kabul etmesi de bir erdemdi.

Bahadır’ın türlü çabalarının sonucu Şubat’2009 Bahadır’ın ayıydı. Hatta yılı da denilebilir. Yeni evleri olan mekâna onca zamandan sonra yeniden gitmiş aynı masada oturuyorlardı. İdil hiç konuşmayacağına dair kendi kendine söz verdi. Dikkatlice onu dinliyordu.

Bahadır’a bir şeyler olmuştu. Hissediyordu.

Kendinden emin bir şekilde söze başladı. İlk defa bu kadar kararlıydı. İlk defa bu kadar netti. İdil’in her konuda haklı olduğunu söyledi. Zamanında onu çok üzdüğünün şimdi farkına vardığını, kendisinin isteyerek değiştiğini, yaşadığı hayat tecrübelerinden yalnızlığın bir tek Allah’a mahsus olduğunu, değer verdiklerinin zor zamanlarda yanında olmadıklarını, onu çok sevdiğini, birlikte bir ömür geçirmek istediğini, beklentilerinin ve arzu- isteklerinin İdil’le özdeş olduğunu, birlikte uyumayı, baba olmak istediğini, her konuda İdil’i haklı olduğunu artık tüm yaşamına kendisini dâhil edeceğini, küçük de olsa adımlar atmaya başladığını, yaşamındaki amaçlarının değiştiğini dile getirdi.

İdil, şaşkındı. Tuvalete gitmek için izin istedi. Aynada yüzüne baktı. Yıllarca bu cümleleri duymak için beklemiş. Tam her şey bitti derken, mutluluk avucuna konmuştu. Neden diye bildi sadece. Masaya geri döndüğünde; Neden şimdi? Yıllar önce keskin hatlarda çizdiğin sorumluluk istemeyen, özgür, başına buyruk, sorumsuz adamdan böyle bir değişim gerçek miydi? Diğer taraftan niye rol yapsın? Kaç yaşında adam bu dünyada beraber olacak tek kadın ben miyim? Doğru söylediğine inanmak istedi. Şüphelerini tek tek dile getirdi. Sorularına cevaplar istedi. Geçmişe ait ve ileride yaşanabilecek her türlü sıkıntıya dair cevaplar aldı. “-Bahadır sana ispat edeceğim dedi. Son zamanlarındaki tüm iş sıkıntılarını, ailesini, yaşamını, iyi huylarını, kötü huylarını, endişelerini, özlemlerini, ihtiyaçlarını, sevgisini, beklentilerini, hayallerini getirdi. Saatlerce anlattı. Onu gerçekten ne çok sevdiğini.

Sanki ip aradan kalkmış ve kalın bir halat İdil’in ayaklarından yüreğine doğru süzülüyordu. Sana ilgimi ve sevgimi göstereceğim sende bana destek ol, adımlarıma koş dedi. Eksik yerlerde tamamlama beni. Seninle bir ömür istiyorum. Baba olmak istiyorum vs vs.

Tüm bu konuşmanın bitiminde İdil sadece 2 yıldır aklın neredeydi dedi: Öyle ya şimdiye kadar çoktan muhteşem bir birlikteliğe başlamış hatta bebek sahibi bile olmuşlardı. Bahadır sessizce dudak büktü. İdil’de her işte bir hayır vardır. Demek ki doğru zaman şimdi diye düşündü içinden. Yıllar birçok yeti kazandırmıştı her ikisine de.

Sanki dünya durmuştu. İdil’in yeni yıl dilekleri arasında olan mutlu güzel bir ilişki, sıcak yuvanın cevabı Bahadır mıydı?

Evet. İşte şimdi her şey değişmişti. Seviyor ve seviliyordu. Anlar zamana dönüşmüştü. Ayrı kalmışlığın acısını çıkartırcasına mümkün olan her an birliktelerdi. Gene yoğundu işleri ama her şehre geldiğinde birliktelerdi. En uzun ayrılıkları 6 gün. O hiç telefon kullanmayan adam, mesajlar çekiyor, arıyor, soruyor, bilgilendiriyordu. Şehir dışında bile olsa İdil nerede olduğunu biliyordu üzerinden iki hafta geçmişti ki yine tel kapalı olduğunda; İdil hiç şüphelenmedi. Şüphelenmedi diyorum çünkü birazdan duyacaklarınıza ben sadece yorumsuz diyebiliyorum.

Adam kısa bir yolculuğa çıkmıştı ve gideceği şehre saat 21.30’da varacağını söylemişti. Deli gibi yağmur yağıyordu. Ve işyerinde tartıştığı için sinirle çıkmıştı ofisten. İdil telefonda onu sakinleştirmeye çalışmış bildiği tüm dualarla onu yola göndermiş.

Saat 21:00’den itibaren geldim mesajını bekliyordu. Oysa telefon hiç açılmadı. Nerede olduğunu bildiğinden önce şarjının bittiğini, sonra fırsat bulamadığını ve türlü pozitif kurgularla gece 01:00 olduğunda İdil korkmaya başladı. Yerler ıslak, kaza yapmış olabilir mi, polisler telefonu alıp, açarlar mı ki, son aramadan kendisini ararlar mı? Sabah 05:00 olmuş artık kaza geçirdiğini hatta öldüğünü düşünmeye başlamış. Korkuları nefes almasına izin vermiyordu. Her beş dakikada bir arıyor, her 10 dakika da mesaj çekiyordu. Kurguladıklarının, duaların, haddi hesabı yok.

Sonra ertesi gün 11:00 de tel açıldı. Bahadır gayet normal ses tonuyla nerde olduğunu söylemişti. Delirmek içten bile değildi. Bu kadar korku, özen ve hassasiyete büyütme diye karşılık verdi.

Aralarındaki kırgınlık birkaç gün sürdüyse de büyütmediler.

Birbirlerini anlamak ve tanımak eksik parçaları birleştirmek için sürekli konuşuyor ve paylaşıyorlardı. Bazen birbirlerini hiç tanımadıklarını düşünürken, bazen de huylarını, tepkilerini, neyi sevip neyi sevmediklerini, zevklerini, yapılarını bildiklerini fark ediyorlardı. Bilmediklerini de soruyorlar ve bilinme hanesine not alıyorlardı.

Artık bir arada yaşamanın sinyallerini veriyorlardı. Yıllarca yarım kalanlar bir şekilde toparlanmaya başlamış Nisan’ın ilk haftası ev tutacaklardı. Aceleleri yoktu. Yavaş, yavaş evi yerleştirirken, birbirlerine olan aşkların perçinleneceğine inanıyorlardı. Her ikisi de biran önce birbirlerinin kollarında uyuyup, uyanmak, bebeklerinin olmasını, Pazar kahvaltılarının özlemiyle tutuşuyorlardı.

Tüm bu güzelliklerin bir eksisi vardı. Bahadır’ın iş temposu hiç yavaşlamamıştı. Buluşacakları her gece İdil camda onu bekliyor ve o en erken 21:00’da, 22:00’de geliyordu. Beklemek içini acıtsa da bazen son anda gelemiyorum işler bitmedi diyor o kadar süreç ya gelirse diye bekleniyordu. Bir şeyler vardı ama İdil’in sorduğu her soruya o kadar içtenlikle ve detaylı cevap veriyordu ki kafasında en ufacık bir kurguya yer yok. İş yerinde sıkıntıları vardı. İdil’de elinden geldiğince onu rahatlatmaya çalışıyordu. Kendi sıkıntılarından hiç bahsetmiyordu. Artık ben varım diyordu. Yalnız değilsin. Birlikte her şeyin üstesinden geliriz. Varlığım sana güç versin.

Bir gün İdil ona; onun neyini sevdiğini sordu: her şeyini dedi.

Sevgisini, sahiplenmesini, onu o yapan her şeyi, dostluğunu, kadınlığını, eşliğini, sevgililiğini, paylaşımlarını, özenini, hassasiyetini, detaycılığını, içindeki çocuğu, hatta bu kadarının gerçek mi olduğundan bazen şüpheye düştüğünü. Kendisinin böyle bir kadınla hiç karşılaşmadığını ve ister istemez geçmişiyle sorguladığında korktuğunu dile getirdiğinde İdil üzüldü.

İdil, gerçekti. Yüreğinde öyle büyük bir sevgi vardı ki ona bir verene beş dönüyordu. Yapıydı. Değiştiremezdi. Eşya bakmaya başlamışlardı. Sordu İdil; Mutlu musun yanımda, huzurlu musun? Evet dedi Bahadır. İdil’de mutluydu. Birbiri üstüne hayaller kuruyorlardı. Her düşündüklerini gerçekleştirebilecek güçleri vardı.

Her şey bir o kadar güzel giderken, nereden bilinebilirdi ki; kara bulutların çoktan yola çıktığı. Ya da kara bulutların hep orada olduğunu.

Bir gece yine sohbet ederlerken, İdil çocukça bir soru sordu. Çocuklarının ilki ne olur diye. Önce kız dedi Bahadır, sonra oğlum olsun dedi. Baba olmayı çok arzu ediyorum ve yaşamak istiyorum diye sıraladı. Gözleri bana benzesin dedi. Cin gibi bir oğlan çocuğu olsun. İdil gülümsedi. Onun için önemi yoktu. Meraktan sormuştu. Sağlıklı olsun da ne olursa olsun.

Evi kurarken, İdil’in felsefesi daha basitti. Eşya araçtı, amaç mutlu ve huzurlu bir yuva idi. Tarihler düşünüyorlardı. İdil onun doğum gününde olsun istiyordu. Şakayla karışık Bahadır 2010 dedi. İyi de evi bu ay tutuyorlardı, bir yıldan fazla boş eve kiramı ödeyeceklerdi. Bu biraz garipti. Yoksa kendisinin bilmediği Bahadır’ın borcumu vardı. Ne alaka tamam 3 değil, 5 olur, 5 değil 8 ay olur ama bir anda bir yıldan fazla tarihi ötelemek niye. O zaman niye şimdiden ev tutuyorlardı.

Laf arasında üslubunca sorduğunda parasal sıkıntılarının Bahadır’ın ağabeyinden kalma olduğunu ve halledeceğini söyledi. Tarih içinde her şey dört dörtlük olsun diye bu ifadeyi kullandığını eve girince bakarız ne zamana işimiz biterse dediğin de; Üstünde durmadı. Şimdiden bir tarih biçmenin de anlamı yoktu. Önce eve bir girsinler. Ev bir otursun her şekilde sevgiyle yapılırdı.

Birde Pazar günlerine takılmıştı İdil. Neden pazarları daha sık görüşmüyorlardı. Birlikte sinemaya gitmiyorlardı. Birkaç kez pazarları buluşmuşlardı ama yine akşam saatleriydi 18:00 -19:00 gibi. Ona sorduğunda evlenince de pazarları misafir istemediğini bir tek Pazar günü olduğunu, cumartesi de akşama kadar çalıştığından; onu da kendisiyle baş başa keyifle geçirmek istediğini söylediğinde İdil’e mantıklı geldi. Geç saatlerde uyanıyordu Bahadır. Tüm haftanın yorgunluğu çıkıyordu.

Söylediği her şeyi gerçek bildi.

Hafta sonuna doğru İdil’in yakın arkadaşı Tuba onları yemeğe davet etti. İdil için çok önemliydi. Evlenmeyi düşündüğü adamı yakınlarıyla tanıştıracaktı ve daha sonra da İdil’in ailesiyle tanışacaktı. Bahadır evi tuttukları zaman aileyle tanışmak istemişti. Her ikisi de heyecanlıydılar.

Bir yandan gülümsüyordu İdil, hayal kurdukça, diğer taraftan da Bahadır’la olan ilişkisinde Tanrı’nın da parmağı olduğuna inanıyordu. Ona yalvarmıştı. Göster bana demişti. Bir iki yanlış anlaşılmaların dışında herhangi pürüz yoktu. Ufak tefek şeyler her ilişkide olurdu. Zaten tek problemleri ayrı kaldıkları süreçlerden kaynaklığıydı ki; aynı evin içinde sorun kalmayacaktı. Yapısal farklarda karşılıklı özenle elbet ortaları bulunacaktı. Yeter saygı ve sevgi hiç eksilmesin. Belli yaşta, olgunlukta iki bireydiler. Sorumluluk sahibi, isteklerinin ve arzularının bilincinde, dürüst, sağduyulu ve birbirlerini gerçekten seviyorlardı. Hissediliyordu bu.

O akşam, Bahadır’ın işleri uzadı. Tuba’lardan özür dilendi. Gidemediler. Üzüldü İdil. Keşke tek üzülecek şey bu olsaydı.

Ertesi gün hafta sonuydu. Geç saatlere kadar çalıştığı için Bahadır’la görüşmediler. Yorulmuştu. Oda ısrar etmedi. Bir ömür birlikte olacaklardı, madem yorgundu, görüşelim bile demedi.

İdil de yattı. Birbirilerine çekilen güzel mesajların ardından. Pazar sabahıydı. Bir seminere davetliydi. Erken kalktı. Muhtemelen akşam saatlerinde görüşürlerdi. Telefonunda Bahadır’dan bir mesaj vardı.

Dün gece çekilmiş. “Bir daha oğlumu konuşmalarına karıştırma saat00:04”

Gönderen ismine tekrar baktı. Mesajı en az 30 kere okudu.

Game over.

Sistem çöktü.

Gözünden yaş aktı ve cevap yazdı “Oğlun hakkında bana söylemek istediğin bir şey var mı?” telefonu kontrol etti. Tel kapalı. Derin bir nefes aldı. Hiçbir şey olmamış gibi seminere gitti. Ama sadece bedeni ordaydı. Oğlum diyordu. Oğlu mu vardı?

Yalan mı söylemişti. Bu mesaj kime çekilmişti. Karısına mı, eski karısına mı, bir başkasına mı? Bahadır kimdi?

Seminerde molada aradı. Bahadır açtı telefonu. “-Günaydın tatlım “diyerek. Demek ki çektiği mesajı henüz görmemişti. İdil toparladı kendini;” Bana söylemek istediğin bir şey var mı?” dedi O,-“ ne gibi ?“dedi. Gece çektiğin mesajla ilgili dedi. “Senin oğlun mu var” ki, bunu söylerken sesi titriyor ağzından çıkanı kulaklarıyla duymak istemiyordu.

Bu sefer şok sırası Bahadır’a geçmişti. Tam bir cevap veremezken; yüz yüze konuşalım dedi. İdil atladı; şimdi mi geliyorsun akşama mı?

“-Geliyorum” dedi. Nereye geleceğini bile bilmeden. Adresi İdil mesaj attı.

O iki saat geçmek bilmedi.

Geldi. İdil, hiç konuşmadan arabaya bindi. Rahat bir tavrı var gibiydi. Ya da öyle bir tavır sergilemek işine geliyordu. Zaten duygu ve düşüncelerini çok göstermekten yana değildi. İçinde sakladıklarını seviyordu İdil. Görüyordu. Bakışlarından İdil’e yansıyordu.

İdil, öfkesini ve kırılganlığını bastırmak için tutuyordu kendini. Önce o konuşmalıydı. Ne diyeceğini merak ediyordu.

Bir pastaneye oturdular. İdil’in elleri titriyor. Sakin olmaya çalışıyor. Gözündeki yaş, pınardan sessizce süzülürken; akamayanlar içine akıyordu.

Bahadır derin bir nefes aldı. Söylenecek çok fazla bir şey yok. Detayları öğrenmen de gereksiz. Evet sana söylemedim. Doğru zamanı bekliyordum. Çok az kişinin bildiği bir şey bu. İlk zamanlar bunu paylaşmadım. Çünkü benim özelimdi. Sonraları da birkaç kez hamle yaptımsa da söylemedim. Hatalıydım. Ben 5 ay önce boşandım. Ama 2004 yılından beri ayrı yaşıyorum. Anlaşma gereği bu kadar süre bekledik. Ekim ayında boşandım ve evet 5 yaşında bir oğlum var.

Artık dünya durmuştu. Karşısında oturan bu adam kim di?

Evet.Anlaşılabilirdi belki herkesin yaşamında kendine ait olan gizemi ve sırrı. Acıları ve zamanı gelince anlatacakları ama bu çok ağırdı. Nereden tutarsan tut. Var olanı yok saymıştı. Gizlememişti. Yok saymıştı. Baba olmak istiyorum derken, zaten babaydı.

Oğlum olsun istiyorum derken zaten oğlu vardı. Hem de 5 yaşında.

Bir yandan iyi oldu dedi. Nasıl söyleyeceğimi bilemiyordum. Diğer taraftan mesajı çektiğinin farkında bile değil. Onda da bir sersemlemiş hal, bir dediği, diğerini tutmuyor. Üzgün olduğunu söyledi vs. Bir sürü şey söyledi. İdil’i sevdiğini, onunla bir ömür istediğini, hatalı olduğunu, ama söyleyemediğini, vereceği her karara karşı saygı duyacağını, söylediklerinin hepsinin arkasında olduğunu, şubat ayında tuvaletten masaya döndüğünde söyleyemeye çalıştığını, birkaç kez farklı yerlerde hamle yaptığını ama ağzından çıkamadığını, haftaya evi tutmadan bunu bir şekilde dile getireceğini vs.

Yakın arkadaşın Ömer biliyor mu dedi. Düştüğü durumun şahitleri var mıydı? Evet dedi. İdil’i kaybedeceksin diye çok ısrar ettiğini. Kendisinin bir türlü doğru cümleleri kuramadığını söylediğinde; İdil’i kaybettiğini de biliyordu.

Gerçekten şakaydı.

İdil son gücüyle direniyordu. Sorular soruyordu. Bir yere kadar her şey anlaşılabilir olabilirdi. Ama neden? Neden idil? Sevgi bu muydu? Güven? Bir olma? Biz olma? Bir yalana mı tutunmuştu?

Her şey yerle bir olmuştu.

Evlilikleri kağıt üzerinde demişti. Boşanacakları sırada eşinin hamile olduğunu ve çocuğun gelişim süreci göz önüne alındığı için 5 yaşına kadar bu evliliğin anlaşmalı sürdüğü ve bu süreç zarfında aynı evi paylaşmadıklarını dile getirdi. Bu süreç zarfında eşiyle bile hiç görüşmediğini. Çocuğu bile kayınpederinin evinden alıp, geri götürdüğünü söyledi. Ekim ayında resmen boşandıklarını. Her şeyi onlara bıraktığını, nafaka ödemediğini ama çocuğunun tüm masraflarını karşıladığını ve Pazar günlerini oğluna ayırdığını söyledi.

Böylelikle pazarın esrarı çözüldü.

Yıkılmıştı. Duyduklarına inanmak istemiyordu. Çocuğun adını sorduğunda bir kez daha yıkıldı. İdil’in kendi oğluna koymak istediği isimdi. 5 ay önce ayrıldıklarına göre önceki iki deneme de kâğıt üzerinde bile olsa Bahadır başkasına aitti. Ve İdil bunu da bilmiyordu. Aldatılmıştı. Her şeyden habersizdi. Nereden bilebilirdi ki.

O sorumluluk almaktan korkuyor, evlikten vs dediğinde adam zaten evliydi ki; geçmişteki tüm hikâyeler ve yaşanmışlıklar tamamen bir kurguydu. Kendine ait söylediği ve anlatılan hiçbir şey aslında yoktu.

İdil’de yoktu.

Birlikte bir geçmişte yoktu.

Düne kadar hayal kurulan her şey yerle bir olmakla kalmamış. Faciaya dönüşmüştü.

İdil tek kelime söylemedi. Kızmadı. Öfkelenmedi. Üzerinde tuhaf bir dinginlik hali vardı. Allah gücü veriyordu. Nasıl da eşine çektiği mesaj her şeyden habersiz İdil’e gelmişti. Saftı saf İdil. Herkesi kendi gibi sanıyordu. Yüreği büyümemiş bunun. Belki de bir başkasının anında yakalayacağı şeyleri İdil hiç fark etmemişti.

İçinden güldü. Acı acı. Ailesi Bahadırla olmasına sıcak bakmıyordu. Eve anlatılan donelerden birbirlerine uygun olmadıklarını ve anne yüreği adamın fotoğrafını görünce içinde bir şeyin onu rahatsız ettiğini söylediğinde nasılda tüm kılıçları kuşanmış kanının son damlasına kadar onu savunmuştu.

Son kez görüşeceklerini düşünerek içinde kalan birkaç soruya net cevaplar almaya çalıştı.

Nedenlerini, açıklamalarını beynine kazımaya ki kendiyle yüzleşip, sindirmeli ve yeniden ayağa kalkmalıydı.

İki yıl önce İdil’in karşısına çıkamazdı o zamanda evliydi. Onun için şimdi değiştim dedi. Ama gerçek bahadır kimdi?. Söylediklerinin hangisi doğruydu?

İdil soğukkanlılığını koruyarak ama gözyaşlarına engel olamadan dostça konuşalım dedi. Empati kurma, yerime koyma kendini sadece sen ne yapardın dedi. Bilmiyorum dedi karşı taraf. Hemen bir cevap veremesem de düşünür tartarım dedim. Bir karar veririm şayet görüşmek istemiyorsan da bir daha asla seni aramam dedi. Hatalıyım özür dilerim dedi. Ama söyleyemedim. Başka hata, sır yok. Bu çok özelimdi. Doğru zaman gelene kadar paylaşmadım dedi. Paylaşmak istediğim zamanda olmadı diye yineledi.

Ne özür dile, nede özür dileyecek bir şey yap.

İdil objektif bakarsa belki savunulacak bir yer bulabilirdi. Elbette kişilerin geçmişlerinde onlara acı veren, hatırlamak istemedikleri, doğru zamanda anlatacakları hikâyeleri vardır. Ama evli misin diye sorulduğunda boşanalı çok oldu deyip, bugün boşanalı sadece 5 ay olmuşsa, baba olmak istiyorum deyip, oğlum olsun derken gerçekte bunlara zaten sahipsen, en yakın arkadaşın bile ki sorulduğunda İdil’e söyle ne yap et dediğinde hala söylememişsen en baştan beri ilişkiyi bir yalan üstüne kurmuşsun. Üstelik madem söyleyemedin 2 yıl önce sana bizzat sorulduğunda neden taş taş üstünde bırakmadın. Adam gibi adamım ben ne saçmalıyorsun diye ortalığı yıktın. Adam gibi evet deseydin ya.

İnsan sevince galiba konduramıyor. Belki bir terslik olduğunu sezinliyor ama isim veremiyor. Öyle ki aslında ne çok problem varken, idilde saf saf ilgi ve beklentilerinin üzerinde güzel bir gelecek için uğraşırken, gelinlik modelleri bakarken elinde bir ilişkisi bile yokmuş.

İdil ne yapmalı tuhaf bir sorumu şimdi?

Sevmiş, bir yalana sevdalanmış, Bir yokluğa tutunmuş.

Akıllı davranıp her şeyi unutabilir mi, yok sayabilir mi?

Yaşamına onu hiç tanımamış gibi devam edebilir mi?

Yoksa sineye çekebilir mi?

Affedebilir mi?

Kabullenir mi?

Evlenir mi?

Ona yeniden güvenir mi?

Peki yeni tanışacağı bir insana güvenir mi?

İnançları güçlü kalır mı?

Yoksa tüm kapıları kapatmalı mı?

4. bir şans verilir mi?

Şans kaç kere verilir?

Unutmak mı en iyi çözüm?

Yoksa onun bilmediği ;

Bir başkasının çok iyi bildiği bir yöntem var mı can acısını dindiren?

Resetlenir mi?

Yeni bir server sistemi kurulur mu?

Kalanları back up almalı mı?

Yoksa sevgi her şeyden üstündür değil, sarıp sarmalamalı mı?

Sorular sayfalarca gidebilse de

Asıl soru en can alıcısı İdil ne yapmalı?

Üç saate yakın orada oturdular. Konuştular. Sanki hiçbirşey olmamıştı. Yada yitip, giden çok şey olmuştu. İdil sorular sordu, Bahadır cevapladı. İdil senaryolar geliştirdi. Sesli düşündü. İş stresleri hakkında konuştu. Haftasonu Bahadır’ın görevi vardı. Mobilya bakacaktı. Sordu. Sanki içinde bir yerlerde yaşamamış saymak şuan için daha iyi geliyordu. Bahadır baktığı mobilyalar hakkında bilgi verdi. Bir yabancıyla konuşur gibi tavsiyelerde bulundu İdil.

Ruhunu dondurdu. Gözyaşlarını sildi. Bedenini soğuttu. Kahvesini bitirdi ve kalkalım dedi.

Arabaya bindiklerinde radyoda İdil’in çok sevdiği bir şarkı çalıyordu. Tesadüf işte:

<ı>Bir akşam gözünde aşk tüterse

<ı>Geçmiş günler aklından geçerse

<ı>Kalbin bomboş ümitler biterse

<ı>Sen üzülme ben varım

<ı>

<ı>Neler geçti kim bilir başından

<ı>Sevgi umdun hep başkalarından

<ı>Ağlama gidenlerin ardından

<ı>O giderse ben varım

<ı>

<ı>Zaman durdu sanki

<ı>Beklerken seni

<ı>Ben bir tek sevgiye

<ı>Bağladım kalbimi

<ı>

<ı>Ayrılmam istersen hiç yanından

<ı>Çağırsan gelirim çok uzaklardan

<ı>Eskiden korkardım yalnızlıktan

<ı>Korkmam artik sen varsın

Şarkı dedi bir bakıma beni anlatır, dinlerken de seni idi der, susar İdil. Gerisi gelmez.

Evin önünde iner. Ağzını bıçak açmıyordur. Kızmamıştır, bağırmamıştır, bir hançer yüreğine saplanmış, bıçak girmiş içeri, derinlere hissediyor ama sesi çıkmıyor. Bahadır’dan mesaj geldi: “Özür dilerim, seni kırmak, incitmek aklımdan geçmez”

İdil ne yapsın?

?

 
Toplam blog
: 54
: 2211
Kayıt tarihi
: 07.09.06
 
 

1975 doğumlu tipik bir terazi.. Kimine göre bu yıllara bir sürü şey sığdırmış biri; kimine göre..