Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Aralık '06

 
Kategori
Blog
 

Yeşil ördek gibi daldım göllere (Sen düşürdün beni dilden dillere...ne sen beni unut ne de ben seni)

Yeşil ördek gibi daldım göllere (Sen düşürdün beni dilden dillere...ne sen beni unut ne de ben seni)
 

Yeşil başlı gövel ördek olsam, türkü olsam dile düşsem...


Blogcuların kim olduğu konuşuluyor, yani ortalığa döküp saçar gibi kendilerini, hayatlarını, aşklarını, düşlerini, düşüncelerini, isyanlarını ya da gerekli gereksiz bi sürü şeyi neden yazıyor bu insanlar? deli mi bunlar? dertleri ne ki? diyorlar.

sahi biz deli miyiz?

kimse kendimizi köşe yazarı ya da birdenbire büyük yazar yahut da gazeteci sandığımızı filan zannetmesin. en azından benim böyle bi iddiam hiç yok, olmasın da zaten.

blogculuk benim için gayrı-resmi tarih yazarlığına kalkışmaktır.

tarihe geçmesi ihtimali olsa bile büyük ihtimalle resmi tarih yazımında kesinlikle es geçilecek ne varsa blogcu onu yazar. blogcu duruşu itibariyle gayrı resmidir, bu yüzden dili de gayrı resmidir, söylemi de. hatta gazetecilerin şu "sokağın sesi" tabir ettikleri ses, blogculardan çıkar çıkarsa. evet bence blogcu, "sokağın sesi" olabilir.

blogcu, bu yaptığı işten para almamasına rağmen bunu yapmaya devam eder. belki de onu gayrı resmi yapan da budur. maddi bi fayda sağlamaması, bir blogcuya kendisi olması ve kendince önem verdiği şeyleri yazması için asıl itici güçtür belki de.

sadece yazmak istemekten dolayı yazmak ya da tamamen kendiyle alakalı nedenlerle yazmak, yazmış olmak için yazmak ve kaybolmamak için yazmak, kendine bir eş ya da arkadaş bulmak için yazmak. bir fikri yaymak için yazmak. nedenler sonsuza gidebilir.

şimdi birileri bize bu blog yazımından dolayı "gelin size para verelim" dese herhalde çoğumuz "aman ne güzel tamam verin" deriz. ama hemen ardından da sokağın gayrı resmi söylemini nasıl koruyabileceğimizi düşünmek yerinde olur. doğrudan bir maddi fayda beklemeksizin aslında kendi öznel çıkarı yanı sıra kamunun nesnel çıkarına dair bir söylemi de korumak önemlidir çünkü.

(tabii saatlerce uğraş bi blog yazacam diye, birileri de buna para ödese hiç fena olmaz).

bana göre blog yazarı, biçim ve içerik açısından mükemmel olmak zorunda değildir ama olmak isteyen varsa da olsun. blogların biçimi, yazımı ve anlatımı da bence mükemmel Türkçe olmak zorunda diildir (bu yazıda olduğu gibi). blog yazarı, türkçeyi bozmakla da görevli değildir ama adı üstündedir zaten günlük yazarı, bir tür "gayrı resmi vak'anüvistir". olayların hızına yetişebilmek için günlük dile kayan bir üslupla hayatı yakalamaya çalışan bir postmodern vak'anüvistir olabileceği.

tamamiyle iyi niyetle ve inanarak da yazmış olsa, söylediği her şey doğru değildir. Hatta mükemmel bir Türkçe'yle yazılmış dahi olsa söylediği herşey doğru değildir (bu cümlede olduğu gibi). hayatın kendisi de öyle değil midir? ayrıca kimse blog ortamından ansiklopedik bilgi beklemesin. olsa olsa blogçunun okuduğu "hayat ansiklopedisi"nden kendi hafzalasında kalan bilgi kırıntılarıdır olan da.

bir blogcunun sahip olduğu ve paylaşıma açması beklenen en değerli hazinesi "deneyimler"dir.

içimizde nesnel ve tarafsız olabilenler ve her bilgiyi mutlaka kaynağına doğrulatanlar, "haber"in peşinde koşanlar da olacaktır belki. öyle olabilenlere de zaten blogcu değil "gazeteci" diyeceğiz. öte yandan blogcular da yeri gelir, elbette "haber" gönderebilir. "ben bildiriyorum" kategorisi bunun için var. iyi ki de var. gönderdiğimizin "haber değeri" var mıdır yok mudur, ya da "kime göre haber"dir, artık o da ayrı bir yazı konusu.

belki yakın gelecekte haber, şu anki örgütlenmesinden farklı olarak giderek yurttaşlar üzerinden gelen bilgilere dayanır olup, haber seçimleri de tamamen okuyucuya bırakılacak? işaretlerini görüyoruz ama denetim ve kontrol elbette ki henüz büyük medya ve diğer kamu örgütlerinde. bu durumun yavaş yavaş daha küçük ama yaygın ve etkin başka tür haberleşme ağlarına dönüşmeyeceğini söyleyebilir miyiz?

bunun gerçekleşmesi için demokrasinin, şeffaflaşmanın, bilgi paylaşımının hücrelerimize yayılması ve ifade özgürlüğünün de bugün anladığımızdan çok daha serbest olması ve de sansürün olmaması gerek. Milliyet Blog bu yolda önemli bir adım atmıştır.

okur ise, yakın bi gelecekte, bugün anladığımızdan daha farklı bir şekilde en azından ilk okuduğuna inanmayacak kadar da kuşkucu, araştırmacı, meraklı, takipçi olacak. ya da tamamen farklı ve olumlu başka bir açıdan bakarsak, okuyucu giderek her yönden akan bilgiler karşısında her okuduğunun, kendisine her seslenen sesin "taraflı ama doğru ve gerçek olabileceğini" kabul edecek.

zaten Bill Gates'in bir zamanlar söylediği gibi herkesin bir "pc" sahibi olacağı günler yaklaştıkça herkesin bir blog sayfası, hatta hizmet sağlayıcısı ya da ona benzer bir şeyi olması ve herkesin kendi gazetesi ya da tv'si olması da akla ve mantığa aykırı gelmiyor.

bu anlam karmaşasında birbirimizi daha iyi anlamak için belki daha çok çırpınacağız. birbirimize daha çok kulak vereceğiz ve bence daha çok okuyacağız. doğru bildiğimiz değerler yerine, tam tersi sandığımız bambaşka değerlerden bahsedenleri de zaman sürecinde görüp, "şu zaman şunu demişti şimdi de bunu dedi, peki ama sonuçta ne dedi" diyerek çözmeye çalışırken bir de bakmış "onun da bazı yönleriyle kendimiz gibi olduğunu ve hepimizin değişmekte olduğunu anlamış" olacağız. aslında birbirimizi devlet söylemiyle değil, kendi ağzımızdan tanıtıp tanıyacağız.

burada bilim yapmıyoruz biz. burada söylem yapıyoruz, retorik yapıyoruz, siyaset yapıyoruz. okuyucuya "inceden" yazılıyoruz. Aramızda yazarlar da var, Roland Barthes'in dediği gibi "yazman"lar da. yazarlar harbiden yazıyor, "yazman" lar daha önceden yazılmış olanları kendilerince yazıyormuş gibi yapıyorlar. çoğunlukla nesnel ve tarafsız da değiliz biz. sübjektiv ve taraflıyız (yüzde vermek gerekirse % 97,4.). ama belki bir gün burada bilimsel bir araştırmanın ya da makalenin ilk kez yayınlandığına da tanık oluruz.

işte biz blog ortamında, günlük hayatımızda birbirimize söyleyemediklerimizi söylüyoruz. resmi tarihte ya da gazetelerde küçücük bir yeri olmayan bazı anlar, blog ortamında ortaya serilmekte, resmi söylemde adı geçmeyen kimlikler blog ortamında giyinilmekte. resmi kayıtlara geçmeyen olaylar ve resmi kayıtlara hiç bir zaman geçemeyecek duygular ve izlenimler de blog ortamında dile gelmekte.

aklımdan geçen ne biliyor musunuz? kimbilir belki bir gün bloglar "tarihin ve dahi resmi tarih" in ilham kaynağı ve kendisi bile olabilir.

sizce çok mu düşperestim?



Yeşil Başlı Ördek üzerine ne çok türkü vardır.

işte Aşık Veysel'den en güzel Yeşil Ördek türküsü

Yeşil Ördek gibi
Daldım göllere
Sen düşürdün beni
Dilden dillere
Başım alıp gidem
Gurbet ellere
Ne sen beni unut
Ne de ben seni.

Sevdiğim cemalim,güneşim ayım.
Seni seven aşık, çekmez mi ahı
Getir el basayım, kelamullahı
Ne sen beni unut, ne de ben seni..

Gel seninle bir ah, duman edelim.
Bağlanalım bir ikrara varalım
Verdiğimiz sözde hemen duralım
Ne sen beni unut,ne de ben seni.


Bir türkü daha söyleyesim geldi.

Yeşil Başlı Gövel Ördek

Yeşil başlı gövel ördek
Uçar gider göle karşı
Eğricesin tel tel etmiş
Döker gider yâre karşı

Telli turnam sökün gelir
İnci mercan yükün gelir
Elvan elvan kokun gelir
Yâr oturmuş yele karşı

Şahinim var bazlarım var
Tel alışkın sazlarım var
Yâre gizli sözlerim var
Diyemiyom ele karşı

Hani Karac'oğlan hani
Veren alır tatlı canı
Yakışmazsa öldür beni
Yeşil bağla ala karşı.

 
Toplam blog
: 121
: 2834
Kayıt tarihi
: 09.07.06
 
 

Başkentte doğmuşum ve orada gidilecek tüm okullara gitmişim: ODTÜ-Psikoloji ve Ankara Üni. İletiş..