Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Ocak '07

 
Kategori
Resim
 

Bu kalp seni unutur mu- Nuri İyem'in ardından...

Bu kalp seni unutur mu- Nuri İyem'in ardından...
 

Nuri İyem yüzlerle, çehrelerle sarmalıyor insanı önce. Sonra gözler. O gözler ki asla ve asla yalan söylemezler. Annesi küçük kızıma emin olamadığı zaman "konuşurken gözlerime bakarak söyle" derdi. Kızım da yalan söylemişse "pis gözler" diye karşılık vererek söylediği masum yalanı açığa vururdu. Dilerseniz, İyem'in portrelerindeki "göz"lerin hikayesini kendisinden dinleyelim: "...Annem yaşlı bir kadındı. Son çocuğuyum ben. Ablam bana baktı. O kadar ki, ben annemi pek sevmezdim açıkcası. Ama ablama bayılırdım. Beni dayaktan, her türlü fırtınadan korurdu... Korkunç şekilde seviyordum onu, her zaman onun peşindeydim... Anne diye bağırmazdım, abla diye bağırırdım... Uyandığım zaman bir bakardım, gözleri üstümde... Ondokuz yaşında evlendi, ilk çocuğunu doğururken de öldü. Ve bir suçluluk duygusu var bende şimdi. Sanki ben ablamı kurtarabilirdim. Buna benzer tuhaf şeyler yaşadım ben. Resimle uğraşmaya başladığımda hep bir kadın vardı. İlk zamanlar çok kötü şeyler yapıyordum. Giderek bu kadın portresi gelişti bende. Sonunda... "göz" benim tablolarıma giriş için bir anahtar olmaya başladı." Bakışlar, kayan gözler, mahzun bakışlar. Ne diyor bir resminde Nuri İyem: "Aşar gider/ Bir gözleri sürmeli/ Gecekondu güzeli."

Ve yavuklular; sevgi dolu, saygı dolu, yürek dolu. Gözleri ışıl ışıl parlayan. Bakışlarda hep bir incelik, bir zerafet. Ya "Mavro Memet ile Menekşe"nin aşkına ne demeli. Resmin arka planında laz takaları geçmekte, Memet ise ağlarını tamir etmekte, lakin aklı fikri Menekşe'de; yavuklusu ise belli ki onu düşünmekte. Yine sevdalı bir kız sevdiğinden mektup almış, mektubunu bağrına basmış, belli ki onun sıcaklığını yüreğinde hissetmekte. Sevdiği ona seslenmekte: "Selvi Boylum, Al Yazmalım" diye. Güvercin uçuran kızların coşkusu, umudu, düşleri dile geliyor İyem'in resimlerinde. İyem'in kadınlarının ağzını bıçak açmıyor. Hepsi suskun, gerçekte sadece gözleriyle ve bakışlarıyla konuşuyorlar. Sadece ve sadece haykırmak, acılarını, ağıtlarını dışa vurmak için ağızlarını açıyorlar.

Ve göçerler; umudun peşinde koşan. Sırtlarında heybeleri, heybelerinde bebeleri, kağnılarında yükleri, yürümekteler köyden kente. Sırtlarında hayatın yükü, yorgun ve biraz ürkek. Biraz ötelerinde bir otobüs sanki onlara nazire edercesine. Ve inmişler kente… Herbiri yeditepeli şehrin bir köşesinde, başlarını sokacak iki göz evlerini inşa etmekte. Akşam olup karanlık basınca siyaha yaklaşan karalara boyanmış tepelere, kayalara serpiştirilmiş gecekondularına dönmekteler. Yollar uzaklara uzayan, uzadıkça da kollara ayrılan, ayrıldıkça da yitip giden uçsuz bucaksız yollar. Yollarda yitip giden insanlar, siluetler; tezgahını, tablasını yokuş yukarı süren, evine ulaşmaya çalışan seyyar satıcılar. Bunları okuyorum İyem'in resimlerinde. Sanatçının hemen her resminde karşımıza çıkan, yılan gibi kıvrılan uçsuz, bucaksız yollar. Gerçekte yolların başladığı yer de, bittiği yer de koca yürekli bu adamın kalbine çıkmakta. İşçiler, emekçiler, grev gözcüleri. Sanki bir toplumun belleğini gözler önüne serer gibi. Belli ki yaşamış, belli ki unutmamış, hatırlamış ve hatırlatmakta. Toplumsal gerçekçiliği benimsemiş bir ressama da bu yakışmakta.

Peyzajlara gelince. Acı turuncuların, yeşillerin, acı kahve tadındaki renklerin, kirli morların hakim olduğu, yalnızlığı ve gizemi çağrıştıran rüya alemindeki tasvirler. Gecenin ıssız karanlığında, ağaçların kuytusunda, bulutların gölgelediği ayışığı altında tekbaşına tek katlı bir ev. Pencerede bir ışık, bacada inceden inceye bir duman tütmekte. Çoğu zaman ıssız, nadiren bir iki figür lekesi; sanki karanlıkta yitip gitmekteler gibi. Ahmet Haşim'in karanlığa sevdasını hatırlatan türden hep bir karanlık, ama hep de ayışığı. Ak ile karanın dengesini arar gibi; saklambaç oynar gibi. Ve göller, ırmaklar, denizlerde yansıyan siluetler. Hepsi birer rüya tasviri gibi.

Otoportresi neredeyse yok denecek kadar az olan Nuri İyem'in sanatçı portrelerinden ikisi özellikle dikkat çeker. İlki heykeltraş Şadi Çalık'ın portresi. Uzun, ince yüzlü, kabarık saçlı, top sakallı üçgen formundaki, filozof edalı, kaşlardan biri kalkmış hayli düşünceli bir adam. İkincisi Bedri Rahmi Eyüboğlu. Geniş yüzü neredeyse tuval yüzeyini kaplamış, saçların bir kısmı dışarda kalmış, sanki kedi edasıyla biraz karikatürize edilmiş ifade yüklü birbaşka portre.

1915 doğumlu Nuri İyem 7 yaşında ablasını, 19 'unda babasını 38 yaşında ise annesini kaybeder. Okul yıllarında aklı fikri resimdedir. 1937'de Güzel Sanatlar Akademisi'nde Nazmi Ziya, Hikmet Onat, İbrahim Çallı ve Leopold Levy atölyelerinde çalışarak birincilikle mezun olan İyem, "D" grubuna tepki olarak başta Avni Arbaş ve arkadaşları ile birlikte Türk resim tarihinde ilk kez toplumsal gerçekçi resmi savunan Yeniler Grubu'nu kurar. Grubun ilk sergisi liman şehri İstanbul'u anlatan "Liman Sergisi"dir. Mezuniyetten sonra Beyoğlu-Asmalımescit sokaktaki çatı katındaki atölyesini birkaç arkadaşıyla paylaşır. Bu arada aralarında ünlü ressam Ömer Uluç'un da bulunduğu "Tavanarası Ressamları" adıyla anılan gruba resim dersleri verir. Sanatçı 1944 yılında Akademi'nin yüksek bölümündeki diploma konkurunu "Nalbant" isimli resmiyle kazanmasına rağmen yurtdışına eğitime gönderilmemiştir. Oktay Akbal 1980 tarihli yazısında "Kimse inanmaz; bir Nuri'dir gelmiş geçmiş Türk ressamları arasında Avrupa görmeyen…Bugün adı ünlüye çıkmış Türk ressamlarımız, heykelcilerimiz Paris kaldırımlarında birkaç yıl dolaşmışlardır. Müzeleri, kahveleri tatmışlardır. Bir Nuri İyem'le eşidir Paris'i bilmeyen, görmeyen, bilmek için de aşırı tutkusu olmayan… Tanpınar'ın o dediği yapıtları, müzeleri yakından görmedi. Demek ille de görmek, gezmek değil sanatçıyı büyük ve önemli kılan; kendi iç zenginliği, aydınlığı içindeki o mücevher." diyerek İyem'in sanat gücünü övmektedir. Ahmet Hamdi Tanpınar Hoca ise Nuri İyem'i bir "yaratılış mucizesi" olarak tanımlamaktadır.

Kısa bir dönem soyut resim de yapan İyem, resimde içeriğin önemini şu şözlerle vurgulamıştı: "Bir şeyi çizerken bir yandan yargılarım. Her resimde biçim sorununu öne alıyorum. Hiç bir zaman biçimsel ilişkilerden yola çıkarak bir resmi bitirmedim. Mutlaka içeriği vardır." İyem, resimlerinde yüreğinin sesini dinlemeyi ihmal etmemiştir. Adeta ruhunu, boyadığı resimleriyle özdeşleştirmiştir. Sanatçı resimde seyirciyi çok önemsemiş, evlerdeki ve işyerlerindeki duvarlara resim ve diğer sanat eseri koymanın ne denli zarif bir mutluluk kaynağı olduğunu halka anlatmayı kendi adına başarabilmiştir. Nuri İyem'in sanat yaşamında vazgeçmediği iki ilkeden birincisi hertürlü zorluğa göğüs gererek ekmeğini resim yaparak sanatıyla kazanmak, diğeri Türk resminin kendi öz kaynaklarından beslenmesi zorunluluğunu kitlelere anlatmak. Bunu yaparken hiçbir zaman kolayı seçerek resmini folklorik öğelerle bezememiştir. Aydın olmanın sorumluluğunu herdaim hatırlayarak toplumsal gerçekçi resimler yaparken dahi insan gerçeğini, duyguları, sevdaları hiç ihmal etmemiştir.

Nuri İyem, 70 yıIlık sanat yaşamında 4 bine yakın tabloya imza atmıştır. 1956'da Venedik, 1957'de Sao Paulo Bienali'ne katılan İyem sağlığında belki de bugüne kadarki en büyük retrospektif sergisine tanık olmuştur. 2001 yılında eski TÜYAP Tepebaşı Sergi Sarayı'nda açılan "Dünden Yarına Nuri İyem" sergisinde sanatçının tam 1523 tablosu yer almış, sergideki tüm eserler kayıt altına alınarak sertifikalandırılmıştı. Gelinine ait "Evin Sanat Galerisi" tarafından hazırlanan Sanatçıya ilişkin yazı ve resimlerin yer aldığı kapsamlı bir kitap ve CD Sanatçıyı onurlandırmıştı.

İyem'in kadınlarının ağzını bıçak açmıyor. Hepsi suskun, hepsi ağlamaklı. Resimleri "Babalar Günü"nde "Baba"sız kaldı. "Bu kalp seni unutur mu" Nuri Hoca. Nuri İyem'e saygılarımla.

Alaattin Bender

 
Toplam blog
: 26
: 8842
Kayıt tarihi
: 21.11.06
 
 

1990-1994 yılları arasında T.M.O. Plastik Sanatlar Atölyesi'nde Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar ..