Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Ocak '10

 
Kategori
İlişkiler
 

Kar, İlk Aşk ve Başı Sonuna Uymayan Öykü

Kar, İlk Aşk ve Başı Sonuna Uymayan Öykü
 

Kar yağdı Noel’den hemen önce.


Ve Noel’e bir gün kala inen yağmurlar, beyaz örtüyü sildi süpürdü yine.


Artık kar’a da güven kalmadı. Gelir diyorsun gelmiyor, kalır diyorsun kalmıyor. Aylardan Aralık’mış, Ocak’mış ona ne? Keyfi misiniz? Ne zaman isterse , o zaman yağıyor.


Kar dedim de, üşür müsünüz karlı havada?





Ben çok üşürüm. Ama bu karlı havayı sevmeme engel değil. Hem üşürüm, hem yürürüm karda.


Bu kar ve üşümek sorununu bir kadın arkadaşımla konuşuyoruz geçen gün. Şimdilerde “bir kadının en iyi yaşı”- (şöyle 30 larda başlar, nerede bittiği belli değildir- devresini bir hayli gerilerde bırakmış olan arkadaşım, bir iddia attı ortaya:


“İnsan aşıksa üşümez. Hava ne kadar soğuk olursa olsun. Kışın çok üşüyenler bir yolunu bulup aşık olmalı. ” Sonra da bu iddiasını ispatlamak için bir anısını anlattı:


“Orta öğrenim dönemimdeydi, çok karlı bir kış yaşanıyordu o sene. Ve ben ilk defa aşık olmuştum.


Okul çıkışı beklerdi beni aşık olduğum genç. Üniforması sırtında, kasketini gözlerine kadar çekmiş. Çok uğraşmıştı bana arkadaşlık teklifini kabul ettirinceye kadar. Ben o zamana kadar erkek ve kadın diye iki cinsin yaşamda neden var olduğu ve erkeklerin biz dişileri neden ilgilendirmesi gerektiği konusunda hiçbir fikri olmayan ve bununla hiç de ilgilenmeyen bir kitap kurdu, kendisi bir erkek Raziye olmakla ünlü bir yeni yetme idim yalnızca. Kuleli Askeri Lisesine gidiyordu o zamanlar kendileri. O kadar uzun zaman peşime düşmüştü ki, neticede ben de kadın cinsine mensup olduğumun farkına varmak zorunda kalmıştım. Okul çıkışı birlikte tren istasyonuna yürürdük. Bütün öğrenciler çeşitli trenlere biner, evlerine giderlerdi; biz ise o buz gibi istasyonda, lapa lapa yağan karın altında, bir istasyon bankında oturur, ilk aşkın insanı felce uğratan heyecanını iliklerimizde hissederek konuşmaya çalışırdık. Evet “konuşmak” , o zamanlar “başka şeyler” pek öyle mümkün değildi.


Evdekilere geç gelişim için bir mazeret olmak üzere, benimle ayni sınıfta olan ve her zaman birlikte eve döndüğüm, yakınımızda oturan en yakın kız arkadaşım, o zamanlar bir köşede bizim konuşmamızın bitmesini az beklememiştir. Her zamanki gibi birlikte eve dönmek ve sözde okulda takılmış olduğumuzu kanıtlamak için. Kızcağız benim flörtümle konuşmamın bitmesini beklerken, o ayazda tir tir titrerdi. Biz ise soğuğu hissetmezdik bile. Bıraksan, alçak istasyon binasının çatısından sarkan kol kadar buzların altında saatlerce oturabilirdik. Bir zaman sonra kız arkadaşımın soğuktan morarmış suratını farkettiğimde, eve gitme zamanının gelip de geçtiğini nihayet anlar, flörtüme o gün için veda ederek, kız arkadaşımla birlikte ilk gelen banliyö trenine binerdim. Her zaman bu fedakarlığı yapmazdı ama arkadaşım. Bazen de çok üşüdüğünü söyleyip normal saatimizdeki trenle kaçar, mazeret uydurmayı bana bırakırdı.


Bu aklıma geldiğinde, o havada, orada nasıl olup da, kara buza aldırmadan, sıcak bir oturma odasında gibi rahat oturabilmiş olmamıza, o dondurucu soğuğun bizi hiç etkilememiş olmasına hala hayret ederim.”


Ben meraklandım tabii. « Eee, ne oldu sonra ilk aşkına? »


« Ne olacak ? Uzun sürmedi bu romantik, bu platonik ilişki. Birkaç ay sonra, Kuleli’li beyimizin, okulumuzdaki başka kızlarla da, başka yollarda yürüdüğü haberleri ulaştırıldı bana, benim iyiliğimi isteyen (!) ortak arkadaşlarımız vasıtasıyla. Ne? Bana ha, sen ha, nasıl, neden, n’olamaz!!


Sonuç; kavga, isyan, ayrılık, hüsran, en acılı Türk filmi, yetmiş iki kısım, tekmili birden!


Karşı cinsle yaptığım bu ilk yaklaşma denemesi feci halde karaya oturduktan sonra, o yaşlardaki tüm genç kızlar gibi, bir zaman için tüm erkeklerden nefret etme dönemi yaşandı tarafımdan tabii ki. Bir süre sonra dalgalar duruluncaya, hayata yeniden ilgilenen gözlerle bakmaya başlayıncaya kadar. “


“İlk aşkların bir ömür sürmesi enderdir tabii. Seninki de pek kısa sürmüş ama! Hiç karşılaştın mı sonra onunla?”


“Yoo! O sene okul bitti. Ben de zaten başka şehre taşındım ailemle. Bir daha da hiç haber almadım ondan.”


“Hiç düşünmez misin bazen, o ne oldu acaba diye?”


“Bazen, şimdiki gibi, nadiren aklıma düştüğünde bu ilk flörtüm, düşünürüm bir an, ne olmuştur acaba, neler yaşamıştır, şimdi ne hallerdedir diye.


Ama yok, biliyor musun, aslında bilmek de istemem. O zamanki çoşku, hatta o zamanki hayal sukütu, kısaca o zamanki sihir, yaşandığı gibi kalmalı, bozulmamalıdır bence.”


Düşündürdü beni arkadaşımın sözleri. Haklı mıydı ne?


Siz olsanız, böyle bir karşılaşma ister miydiniz?


Düşünsenize, bir gün tesadüfen bir yerde karşılaşıyor ve bir şekilde anlıyorsunuz ki, bu kişi, o kişidir. Ama o da ne, saçları dökülmüş, göbeklenmiş, o dimdik duruşun, o delici bakışların yerinde yeller esiyor; karşınızdaki daha ziyade kendi halinde bir aile babası, hatta dedesi, üstüne üstlük belki de torunu kucağında ve öteki torunun da arabasını itmekte!


Tamam, siz de o günlerdeki ceylan bakışlı, keklik sekişli, fidan boylu dünyalar güzeli değilsiniz herhalde; kabul edersiniz ki, şimdi saçlarınızda üç beş beyaz teliniz mevcut ve gül cemalinize birtakım davetsiz kırışıklıklar da yerleşmiş olabilir nihayet. Beden ölçünüzden hiç söz etmiyoruz tabii ki. Haydi söyleyin bakalım, bu halinizle, sizin, bir zamanların o civan delikanlısının, sizin hakkınızdaki hayallerini yerle bir etmeye ne hakkınız var? Yok yok, bırakalım herkes olduğu yerde kalsın en iyisi.


Anılarda, belleklerde, düşüncelerde, hayallerde….


Kısacası geçmişte!

 
Toplam blog
: 165
: 1414
Kayıt tarihi
: 03.08.07
 
 

Uzun yıllardır yurt dışında yaşıyor. İsviçre'de Adalet Bakanlığı'ndaki mesleği yanında tiyatro ya..