Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Şubat '10

 
Kategori
Anılar
 

Mor menekşeli mendil

Mor menekşeli mendil
 

İlkokuldayım. İki yanı şirin, ahşap evlerle dizili bir sokakta; amcamlar, biz ve babamın teyzeoğlu birbirine omuz vermiş üç ayrı evde yaşıyoruz. Babam ve amcam öğretmen, kuzenleri ise sağlık memuru. Sağlık memuru ama, o yıllarda doktor kadar, belki de doktordan daha güvenilir bir sağlıkçı. Ailede kim hastalanırsa hastalansın, gidilecek tek adres babamların kuzeni Vasfi amca.

Almanca öğretmeni olan amcama gelince; 60'lı yıllarda Antalya'da turizmin temellerini atan bir avuç insandan biriydi. Almanya'dan gelen turistlerle sağlam dostluklar kurmuş, onların dostlarının da ülkemize gelmesini sağlamış, kendisi de sayısız kez Almanya'ya gidip ülkemizi ve Antalya'yı tanıtmıştı. Rahmetli amcam için Almanlar ' Almancayı Bavyeralılar'dan iyi konuşan adam ' derlerdi. Öğretmenliğinin yanısıra ölene kadar sanat tarihi rehberliği yaptı.

Turistlere rehberlik ettiği böyle günlerden birinde, Avusturyalı turistlerden birinin hastalandığını ve amcamın da o turisti doktor yerine Vasfi amcamlara getirdiğini duyduk. Bitişik evlerde oturduğumuz için aslında tek bir aile gibiydik. Dolayısıyla hepimiz tanıştık o hasta turistle.

Gencecik, incecik bir adamdı Avusturyalı Friedrich. Öyle hastalanmıştı ki, Vasfi amcamın onu hemen iyileştirmesi mümkün değildi. Oteline ya da hastaneye yollamaya da kıyamamışlardı. Zaten dilimizi bilmiyordu, onun dilini bilen de parmakla gösterilecek kadar azdı. Vasfi amcamlar Friedrich'i evlerinde kalmaya iknâ ettiler, amcamın tercümanlığıyla.

Friedrich iyileşip ülkesine dönmeden önce adresler alındı, verildi. Babam da almancayı son derece iyi bildiği için, Vasfi amcamların evinde iyileşene kadar kaldığı süre içinde hiç yabancılık çekmemiş, sanki aileden biri gibi oluvermişti. Uğurlarken de aileden birini gurbete uğurlar gibi uğurlamıştık.

Mevsimler boyu Antalya - İnsburg arasında mektuplar gidip geldi karşılıklı. Sevgi, minnet, vefa, dostluk,özlem adına ne varsa duygu olarak, mektuplarla taşınıyordu iki ülkenin insanlarının yüreklerine. Ve birgün coşku dolu bir mektup geldi Friedrich'ten; evlenmişti ve eşiyle birlikte Antalya'ya, kendisini hastayken evlerinde ağırlayan Vasfi amcalara geliyordu. Herkes sevinç içindeydi, biz çocuklar bile...

İnsanın gözlerini alamayacağı kadar güzel bir eşi vardı Friedrich'in; Elizabeth. Babam, Elizabeth Taylor'a bu kadar benzeyen birinin aynı ismi taşımasının ne kadar hoş olduğunu söylemişti. Elizabeth'in bir kolunda şal sarılıydı ve o kolunu kullanmıyordu, yürürken de ayağı aksıyordu. Friedrich, eşinin geçirdiği bir tren kazası sonucu kolunun dirsekten, bacağının da diz hizasından koptuğunu söylemişti. Takma kol ve bacak kullanıyormuş eşi. Ortaokula yeni başladığım yılllar olduğuna göre 13 yaşlarında olmalıydım ama, bunu duyduğum andaki acıyı hiç unutamam.

Birlikte yemek yediğimiz ilk akşam bir kucak hediye getirdiler odaya. Sadece Vasfi amcalara değil, amcamlara, babamlara da getirmişlerdi. Babama elektrikli tıraş makinası, anneme minik mor menekşeler işlenmiş bir mendil. Herkes gene çok duygulanmıştı...

Geri döndüklerinde gene, aileden bu kez iki üyeyi yolculamış gibi hissetmiştik. Ama artık eskisinden çok daha güçlü bir dostluk kurulmuştu aramızda. Çünkü Friedrich eşini de getirip bizlerle tanıştırarak vefa duygusunun en güzelini göstermişti hepimize.

Sonraki yıllarda amcamlar İstanbul'a taşındığı için, mektup yazma işini babam üstlendi. Yıllarca, hiç ara vermeden mektuplaştılar. Friedrich ve Elizabeth'in bir kızı ve bir oğlu olmuştu. Çocuklarının büyüyüşlerini fotoğraflayarak yolluyorlardı sürekli. Vasfi amcamın kızıyla damadı yurtdışına çıktıklarında ilk işleri İnsburg'da onları ziyaret etmek olmuştu. 80'li yıllarda ise annemle babam bir turla Almanya'ya gittiklerinde Friedrich'i aramışlar, Almanya - Avusturya sınırında buluşmuşlardı. Konsolosluktan izin alıp annemleri çok şirin bir dağ lokantasında ağırlamışlardı.

Aradan gene mevsimler geçti. Mektuplaşmalar hiç aksamadan sürdü. Ve birgün annemlere gittiğimde, annem; krem rengi, ikiye katlanmış bir küçük kartpostal verdi elime. Açıp baktığımda Elizabeth'in gülümseyen menekşe rengi gözlerini gördüm ve kırık dökük almancamla yazıları okudum; Elizabeth ölmüştü ve cenaze töreninin yapılacağı kilisenin adı, törenin saati yazıyordu kartpostalda. Ortaokuldayken, o tren kazası geçirişini duyduğumda hissettiğim acının daha şiddetlisini hissettim o an. Friedrich, o vefa anıtı insan, o güzelim menekşe gözleri göremeyecekti artık. Artık mektuplar daha bir buruklaşacaktı, öyle de oldu.

45 yıllık bir dostluğu kısacık bir yazıya sığdırmak kolay şey değil. Hele ki, sadece; yabancı bir ülkede hastalandığında kendisini evlerinde ağırlayıp, iyileşene kadar konuk eden Vasfi amcamlara değil, amcama, babama karşı gösterdiği vefayı hangi yazıya sığdırabilirim ki?

Elizabeth'in anneme hediye ettiği minik mor menekşeler işli mendili çok sevmiştim, annem de bana vermişti. Öyle zarif bir elişiydi ki kullanmaya kıyamamıştım. Şimdi ne zaman çekmecemi açsam, o mor menekşeleri görsem, Elizabeth'in menekşe renkli gözleri geliyor aklıma. Sevgi ile gülümsüyorum , yeryüzünde vefa ve sevgi denen duyguyu bilen bütün insanlara...

 
Toplam blog
: 261
: 2212
Kayıt tarihi
: 23.07.07
 
 

1954 Antalya doğumlu ve Antalyalı'yım. Ülkemin ve özellikle bu şehrin sevdalısıyım. Sanatın pek çok ..