Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Mayıs '07

 
Kategori
Aile
 

Oğlum büyürken Mayıs' 07

Oğlum büyürken Mayıs' 07
 

İki yaş bir ayını dolduran oğlum, “Baba kitap oku” cümlesini üst üste 5. kez kullanıyor. Ve dediğini yerine getirmezsem büyük olasılıkla cümleyi tekrar etmeye devam edecek, ben saymaktan usanacağım ve ama o tekrarlamaktan usanmayacak.

Çok inatçı ama bu kendine has bir davranış kalıbı değil. Yaşıtlarını gözden geçirdiğimde birçoğunda bu inatçılık ve sinirlilik haline denk geliyorum. Zannedersem bu modellerde benzer bir üretim hatası var. Ayrıca şiddet kullanmaktan da hiç çekinmiyor. Elinde bulunan nesneyi fırlatmak ilk tepkisi oluyor, ardından ısırma ya da çimdikleme seansı. Eğer pozisyon uygun ve savunma boşluğu varsa, yüzüme ya cılız bir Osmanlı tokadı atmak, ya da sineksıklet sınıfından bir sağ kroşe patlatmak uygun bir saldırı aracı oluyor onun için. Ancak her geçen gün elin ağırlaştığını yüzüme gelen darbelerle kolaylıkla anlayabiliyorum.

Ha bu arada, siz onun kitap oku dediğine bakmayın, bana kitabın -basılı olan her materyalin- üzerindeki resimlerini göster demeye getiriyor. Bugünlerde de favorisi bir oyuncak firmasının tanıtım broşürü. Özellikle bisikletler ve prefabrik oyun evleri ve kaydıraklara bakmaya bayılıyor. Kendisine ait bisikletin aynısının bulunduğu sayfaya geldiğimizde, ısrarla bisikletini gösteriyor. “Evet oğlum” diyorum, “senin bisikletinin aynısı”. Ancak bu onayım onu ikna etmiş değil.

Zaten zannedersem çocuklar dünyaya ikna olma kabiliyetleri olmadan geliyorlar. Sonradan edinilen bir şey olsa gerek. Son bir yıldır söylediklerimi kolayca algılıyor, bu sebeple ona olabildiğince basit izahatta bulunmaya çalışıyorum, yapması ya da yapmaması gerekenler konusunda. Ancak şu ana kadar ikna olduğuna denk gelmedim.

İkna kabiliyetleri ne kadar eksikse, ticari kabiliyetleri de o kadar gelişmiş oluyor çocuklukta. Çünkü onu sözle ikna edemediğiniz durumda, seçenek sunarak ya da pazarlık yaparak kabullendirme yoluna gidiyorsunuz ki, bu yola her zaman açıklar. Karnı aç olduğu için yemek yemesi gerektiği konusunda ikna edemiyorsunuz mesela ama “yemeğini yersen seni parka götürüm” dediğiniz anda görüşmelere başlayabiliyorsunuz. Ama pazarlığa başlamak demek anlaşmak demek anlamına gelmiyor elbet. Ya da sizin sunduğunuz şartlarda anlaşılacak diye bir kanun yok. Yani ben “yarısı peşin yarısı iş bitiminde” tarzına bile razı iken, oğlum önce parka gitmeye, sonra yemek yemeye razı olabiliyor ancak. Ve genellikle anlaşmaya da çok fazla sadık kalmıyor.

Ama son dönemlerde inisiyatifi ele almaya başladığını söyleyebilirim. Şu ana kadar biz ona bir şey yaptırmak istediğimizde şartlarımızı öne sürer ve anlaşma zemini ararken, son zamanlarda teklifler ondan gelmeye başladı. Suyla oynamayı çok sevdiğinden ve bunu genellikle “bulaşık yıkamak” adı ile yaptığından, “Arda bulaşık yıkasın, mama yesin” gibi şartlı öneriler sunmaya başladı.

Ha birde, en sevdiğim dil özelliklerinden birisi de, kendisinden üçüncü tekil şahıs olarak bahsetmesi. İsmini bilmeyen kişiler taleplerini duyunca bir başka çocuk için bu isteklerde bulunduğunu düşünüyorlar, bu kadar fedakâr olmasına şaşırarak. Oysaki üç yaşından küçük tüm çocuklar gibi paylaşma erdeminden henüz uzak. Ama o ne kadar küçük olursa olsun, başka bir çocuğun elinden bir oyuncağı zorla almaya çalıştığında veya elinde birbirinin aynı oyuncaklardan bir tanesini etrafındaki başka bir çocuğa vermemesi üzerine sizde üzüntü yaratıyor. Onun şimdiden büyük düşünüp, büyükçe davranmasını istiyorsunuz bir an önce.

Dili konusunda ikinci keyif aldığım nokta ise, henüz dilimizin negatif cümle yapısını öğrenememiş olması. Örneğin; “Baba işe gitme” diyemiyor, “Baba işe git yok” diyor. Biraz İngilizce gramere daha yakın bir söylem, yani fiili olumsuzlaştırmayı beceremiyor, olumsuzluk anlamı katan bir yardımcı fiil kullanıyor.

Son iki ayda konuşma becerisi çok arttı. Yakında neredeyse dertleşmeye başlayabileceğiz gibi. Mimik ve jestlerde önemli bir atağa geçti. Televizyonda ağlayan birisini gördüğünde artık taklit edebiliyor. Dudakları ile gülerken, gözlerini kısıp ağlama inlemesi çıkarması komik görünse de, onda ki beceri gelişimini ifade ediyor. Ayrıca sesini kullanma becerisi de artıyor. İş yerinden kendisinin nasıl olduğunu öğrenmek için aradığımda, zorla ninesinden telefonu alıyor ve sanki o an işkence çeken birisinin ses tonu ve kırık dökük bir ifade ile “baba, gel, beni al, eve götür” demeye başlıyor. Bir yandan kendisine anlamadığı zaman kavramı üzerinden taahhütlerde bulunurken, diğer yandan da işlerimin (sanki iş kavramını anlıyormuş gibi) olduğunu ve hemen gelemeyeceğimi söylüyorum. Elbette bir yandan vicdan azabı çekerek ama bir yandan da onun hayatını önemli bir kısmını bu şekilde geçirecek olmasından dolayı şimdiden geri adım atmamak gerektiği bilinci ile kararlı durmaya çalışarak.

Günde dokuz saate yakın bir zaman, iş nedeniyle ondan ayrı kalırken, bu süreye onun 10 saatlik uyku süresini de eklediğimde, günün 19-20 saatinde kendisi ile doğrudan ilgilenme şansını bulamıyoruz annesi ile. Kalan 4- 5 saatte de, yemek, bulaşık, ev işleri derken (elbette ki büyük çoğunluğu annesi tarafından gerçekleştiriliyor) oğlumla birebir ilgilenme süresi günün son derece dar zamanlarına sıkışıyor. Modern zamanların mekanik ilişkileri içinde yetişen bu çocuklardan, nasıl insanlar yetişeceğini de bende merak ediyorum açıkçası.

 
Toplam blog
: 453
: 1826
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

36 güneş yılı. 27 yıl G.antep, 9 yıl İstanbul. İstanbul, 90’lı yıllarda yaşandı, bitti.  Hep şe..