Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Mayıs '07

 
Kategori
Güncel
 

İki hikaye.. Aradaki 3 benzerliği bulun!

İki hikaye.. Aradaki 3 benzerliği  bulun!
 

I.HİKAYE

Ankara Cebeci'de 150 m2 lik tatlı mı tatlı bir eve sahip olan Ahmet Efendi, 4 odası bulunan evini günün birinde boyatma ihtiyacı duyar. Hanım der, gel bu evi bir boyatalım, zira artık zorunluluk arz ediyor. Şöyle şampanya sarısı iyi gider doğrusu. Aysel Hanım (ki kendisi Ahmet Efendi'nin eşi olmaktadır). Çok güzel olur bey der.

İşte 1. hikayemiz böyle başlar.

Ahmet Efendi hemen iki sokak ötedeki boyacı ustası Burhanettin Ustayı bulur. Usta der benim evi boya. Sen boyasıdır, tineridir onları da al, masraflarını ve emeğinin karşılığını 4 odamı da boyadıktan sonra ödiyeyim. Boya şampanya sarısı olsun ha. Ama bana rayicin çok altında da bir fiyat belirleyeceksin. İşi bitirdikten sonra beni cepten ara, ben gelir paranı ödiyeyim. Yalnız yaptığın masrafları da faturalandır. Burhanettin Usta, sabah sabah gelen işe, iş için oldukça düşük fiyat teklif edilmesine rağmen yine de sevinir. Başka ne yapabilirdi ki? Piyasada kendisi gibi onlarca boyacı bulunmaktadır, kendisi bu işi almazsa hemen 2 dükkan ötedeki Süleyman Usta işi kabul edecekti. Hem işler de kesat, hiç yoktan iyidir der kendi kendine ve Ahmet Efendiye tamam cevabını verir.

Ahmet Efendi'den evinin adresini alır, komşusu Şengülen Boyacı adlı nalbur dükkanından 3 kutu yağlı boya ve 1 kutu da tiner alır, yola koyulur. Ahmet Efendi'nin biraz önce dükkanına geldiği zaman geçtiği yollardan şimdi kendisi geçiyordur. Dikkatli bir şekilde kendisine verilen adresi kaçırmamaya gayret ederken, gözüne takılan Huzur Apartmanı levhası içine tatlı bir huzur duygusu salar. Zira Ahmet Efendi'nin evinin adresi olarak verdiği yer burasıdır. Apartmandan içeri girer, numara 16 ise Ahmet Efendinin dairesi 4. kattadır der, başlar merdiven tırmanmaya. 30 yıldır bu işi yapmaktadır Burhanettin Usta. Yaşı da 50 yi çoktan geçmiştir. Bu işlerin kendisini artık ziyadesiyle yorduğunu düşünür. Ancak bu onun ekmeğidir, başka bir işte de çalışamazdı ya bu yaştan sonra.

Neyse efendim hikayemize, fazla dallandırıp budaklandırmadan kaldığımız yerden devam edelim. Nihayet 16 numaralı daire karşısında durmaktadır. Zile, işe bir an önce başlamayıp tahsilat yapma gayreti içinde hemen basar. Kapıyı bir bayan açar. Burhanettin Usta, herhalde bu Ahmet Efendinin zevcesidir diye düşünür ve sebebi ziyaretini kendi hitap ve ifade tarzı ile açıklar. Yenge, ben Ahmet efendi ile görüştüm. Evi boyamaya geldim. İçeri geçerler. Ahmet Efendinin zevcesi (ki kendileri Aysel Hanımdır) boyanması gereken 4 odayı da gösterir. Burhanettin Usta, başlar büyük bir hevesle odaları boyamaya. Yorgundur ama mutludur. Zira bu kesat piyasada çok şükür ki gününü kurtaran bir iş bulmuştur. Hem ne olacak ki 3 saatte hemencik boya işini bitirirdi. Akşam da gelsin paralar. Bu aralar Bakkal Hüsnü (kendileri Burhanettin Usta'nın devamlı veresiye alışveriş yaptıkları bakkal sahibidir.) kendisini çok şıkıştırmaktadır, onun parasını veririm de o dertten kurtulurum diye düşünür. 2.5 saat sonra Burhanettin Usta işi bitirir. Yenge iş bitti. Pencereleri açık bırak da boya daha hızlı kurusun. Hadi eyvellah der ve evden çıkar.

Dükkanına geldiği gibi Ahmet Efendi'yi arar. Abi ben işi bitirdim, kaç gibi gelirsin der. Ahmet Efendi, oo ellerine sağlık usta, hanım söyledi bana, çok güzel olmuş iş. Ben 6 gibi yanında olurum.

Saat 6 yı tam 2 saatir geçmiştir. Dükkanına Ahmet Efendi gelmemiştir. Allah allah bu adam neden gelmedi? Keşke Bakkal Hüsnüye de bugün ödeme yapacağımı hemen söylemeseydim. Dur bu adamı bir daha arıyayım diyen Burhanettin Usta telefona sarılır ve Ahmet Efendi'yi arar. Ahmet Efendi "Ya usta kusura kalma, bugün gelemiycem, acil bir işim çıktı da. Ben sana yarın ödiyeyim" der. Telefonu tamam abi, canın sağolsun diye kapatan Burhanettin Ustaya da artık bu paraya güvenerek ödemede bulunacağını söylediği Bakkal Hüsnüyü arayıp mazeretini aktarması gerekecektir.

Aradan 1 yıl geçmiştir. Ahmet Efendi maalesef henüz daha parasını da alamamıştır. Bu süreçte defalarca aradığı Ahmet Efendi'den çeşitli mazeretler duymuştur. Artık ne direnci ne de arayacak yüzü kalmıştır. Aramalarını da 15 gün aralığına çıkarmıştır. Ancak hakkını yememek lazım, Ahmet Efendi her defasında paranın eksiksiz alacaksın usta, kaçıyor muyuz, biraz ekonomik sıkıntıya düştüm, ama beni bu para etkilemez, en kısa sürede vereceğim der ve alacaklısının içine her defasında huşu dolu tatlı rüzgar esintileri serpiştirmiştir. Tatlı dillidir Ahmet Efendi vesselam.

Hikayenin asıl ekşın kokan tarafı bundan sonra başlar. Ahmet Efendi aradan 1 yıl 5 ay geçtikten sonra Burhanettin Ustayı sabah 10 da arar. Usta der, gel senin paranı bir ödiyeyim. Faturalarını da getirmeyi unutma. Hiç unuturmu, bu mükemmel anda.. Hiç unutur muydu Burhanettin Usta. Hemen evraklarını hazırlar , Ahmet Efendinin yanına gider. Usta hoş geldin getirdin mi evrakları, ver bakim der. Ahmet Efendi bu sözlerini söylerken Burhanettin Usta'nın yüzüne hiç bakmaz. Sanki haraç veren bir insanın memnuniyetsizliği yüzünden okunuyordu. Elinde bir yıl beş ay önce yapmış olduğu masrafa ilişkin 250 YTL'lik fatura vardır. Faturayı eline alan Ahmet Efendi, sanki 1 yıl 5 aydır borcunu ödemeyen kendisi değilmiş gibi başlar minnetsizce konuşmaya.

Burhanettin Usta, bu fatura miktarı çok. Sana 150 YTL masraf için para vereceğim. 4 oda boyası için anlaşmıştık ya. Ben vazgeçiyorum. Sana bir odanın boyasını vereceğim.

Ahmet Efendi'nin sözleri, Burhanettin ustanın kulaklarında çınlamaktadır. Neye yansındı yılların ustası Burhanettin Usta? Ahmet Efendi'nin utanmazlığına ve pervasızlığına mı, yoksa cebinden yapmış olduğu 250 YTL'lik masrafın sadece 150 YTL'sinin ödeneceğine mi yoksa boyadığı 4 odadan sadece 1 odanın boyanmasının karşılığını?? Varın siz çıkın işin içinde...

II. HİKAYE

Ülke... Boşverin, işte öylesine bir ülke düşünün. Zaman.... günümüz

Avukat Ersin, yaklaşık 2 yıldır avukatlık yapmaktadır. Mantar gibi türeyen Hukuk Fakültelerinden mezun olanların sayısı arttıkça piyasada avukat sayısı çoğalmış, bu durum da vahşi bir piyasa durumunun oluşmasına yol açmıştır. Her yıl göstermelik olarak yayınlanan Avukatlık Asgari ücret tarifelerinin çook çook altında iş alan avukat meslektaşlarının ücretleri düşürmesi yetmiyormuş gibi meslek ile ilgili türlü türlü dertler de (ki bu dertlerin ne olduğunu hikayenin içinde yazar olarak zati alimin kabiliyetine bağlı olarak elden geldiğince açıklamaya çalışacağım) bu mesleği icra etmesini zorlaştırmaktadır.

Avukat. O ülkede daha çok kazanan başka bir serbest meslek grubu varmıdır acaba? Paraya para demiyorlar. Hepsini kendileri mi yiyecek? Olmaz.. Önce şu vergilerini ödeyiver. Ha bu arada sen çok kazanıyon ya, bir de şu topluluk sigortası paranı da öde. ben devlet olarak seni de korumak zorundayım. Bazı nifak tohumlarınca bu topluluk sigortası denen şey normal sigortalı kişilere tanınan haklardan mahrum haklar içeriyor denilse de buna inanma. Sen her ay bu haracı pardon primi öde emi. Valla istersen ödeme, ben devletim bu vergi ve prim borçlarına her ay faiz üstüne faiz yürütürüm, kendime özgü icra takibi ile banka hesaplarına bloke koydurur, kim bilir kafama eserse sana icraya da gelirim.

Devlet baba biraz da bana söz ver. Ee müvekkil olarak benim de biraz konuşmaya hakkım var. Geçenlerde adliyeye bir işim düşmüştü. Biraz karışık vesselam. Adliyeden bir arkadaş, sen git bir avukat tut dedi. Hemencik Avukatların toplandığı bir caddeye gittim ve başladım avukat aramaya. Yanımda çocukluk arkadaşım Ali de var. Ali bana, avukatları bi dolaşalım. Hangisi uygunsa ona gidelim deyince bir kaç avukat dolaştık. Hakikaten hepsi de iş için farklı farklı fiyat söylüyordu. Sonunda Ali ile bir avukatta anlaştık. Bizim için oldukça iyi bir fiyat verdi bize. Ama ben yine de sinir oldum. Düşünüyorum da bu avukatlık mesleği kadar kıyak bir meslek yok. Adamlar iki kelime yazıyorlar, mahkemede iki kelime ediyorlar, alıyorlar dünyanın parasını. Ama allah için temiz çocuk bizim avukat. Aklıma ne takılıyorsa hemen bürosuna gidiyorum. Geçen gün 5 defa bürosuna gittim, ha bir de dün gece uykum kaçmıştı, o anda aklıma bişi takıldı, aradım, çocukcağız uykulu bir sesle bu meramımı gideriverdi. Sevdim bu işi. Verdim parayı aldım adamın 24 saatini:) Sağlam yapıyor işini bizim avukat valla. Sıkıysa yapmasın. Adliyedeki arkadaş bana söyledi, en ufak bir yanlışlığı söz konusu oldu mu Baro mudur nedir ona avukatı şikayet edebiliyormuşsun. Sadece buda değil, ver savcılığa onu, yargılanması için Adalet Bakanlığı hemencik izin veriyormuş. Sevdim bu işi valla.

Biraz bana da müsade eder misiniz? Beni bazı adliye çalışanları konuşmam için görevlendirdi. Yani bazılarını temsil ediyorum. Bu avukatlar kıyak adamlar. Sigara param, yemek param çoğu gün bu avukatlar sayesinde çıkmakta. Bu adamlar olmazsa çok az olan maaşımla vallaha gecinemezdim. Artık bu işin kurdu oldum. Avukatlar işleri için geldiğinde öfleniyorum, pöfleniyorum, şimdi işim var, sonra gel diyorum hemencik sonrasında yüzümü güldürüyorlar. Adamlar çok kazanıyorlar bizim yaptığımız adli işlerden. Kazanıyorlarsa bize de vermeliler di mi?

Ersin, her gece bu konuşanları rüyasında görürdü. Her defasında da kabus görmüş gibi rüyasından sıçrardı. Kimi zamanlar ise maişet dertlerini rüyalarında görürdü. Elektrik, suyu, telefon gideridir, çalışan ücretidir, muhasebe ücretidir, vergilerdir. v.s. v.s.

Derin bir of çekti yine bir gece rüyasından uyandığında. Birden yaklaşık 2 yıldır ödenmeyen CMK ödemeleri aklına geldi. CMK denen şey aslında Ceza Kanunu ile ilgili usul işlemlerinin anlatıldığı bir kanundu. Bu kanuna göre, devlet, ifadesini alacağı ya da sorgulayacağı insanlara maddi gücü yok ise avukat görevlendirebiliyordu. Görevlendirilen avukat ise daha sonrasında parasını devletten alıyordu. Zamanında CMK ödemeleri zamanında ve güzel işliyordu. Ta ki Avukatların Reisinin (Ersin, Barolar Birliği Başkanına bu ismi vermişti) , Başbakan ile siyasi bir parti lideri gibi tartışmasına kadar. (sanki avukatların mesleki yaşamlarında bütün sorunlar çözülmüş, bütün sorunları çözmenin mutluluğu içindeki bir reis gibi) . Başbakanın, bundan sonra CMK ödemeleri ile ilgii ödenekleri voltran gücünü oluşturduğu Bakanlar Kurulu ile birlikte kısıtlamaları , ödemelerin de aksamasına yol açmıştı. Sonra günün birinde zaten damla damla gelen musluğun ağzından tısss sesleri gelmeye başladı. Sonra Başbakan, CMK dediğimiz kanunu değiştirdi. Artık insanlara bazı suçlardan dolayı avukat tayin ediliyordu. Sonra bir takım düzenlemelere daha gidilmesine karar verildi. Bu düzenlemelere Barolar ve avukatlar tavır gösterip, CMK hizmetlerine girmeyince verilen karşı tepkiler de o oranda sert oldu. (Ersin bu tepkileri, yaramazlık yapan çocuğa babasının, hııımm bak ağzına biber sürürüm demesine benzetirdi.)

Uzun süredir CMK ödemeleri ile ilgili devletten hiç bir hareket görünmüyordu. Bu ödemelerine güvenerek bir çok yere söz veren Ersin'in bu paranın ne zaman ödeneceğine ilişkin en ufak bir tahmini yoktu. Devlet büyüktü, devlet borçlarını bu şekilde geciktirmemeliydi. Bu alacakları içinde Ersin'in cebinden harcadığı masraflar da vardı üstelik. Bulunduğu kentten başka kentlere gitmek için kendi cebinden harcama yapıyordu (ki Ersin'in arabası yoktu, şehir dışına taksi tutarak gidiyordu). 2 yıl zarfında devlet çok kısmi ödemelerde bulunmuştu. Ama bu yeterli değildi ki. Bu durumu kendine pek yediremiyordu. Aslında devlet devlet dediği hükümetin ta kendisi idi ve hükümetin kendisine ve meslek grubuna bu şekilde tavır alması hiç yakışık almıyordu.

Günün birinde Devlet, 2 yıl boyunca ödemediği CMK borcunu ödeyeceğini söyledi. Ancaak bazı şartları vardı.

* 2 yıl boyunca yaptığı tüm işlere ilişkin belgeleri sıraya koyacak, düzenleyecek, sonra savcılıklara sunacak. Savcılıklar aracılığı ile bu işlemler denetlenecek. (güvenilmez adamlardır bu avukatlar, en ince noktasına kadar incelemek gerekmekte)

* Bir takım harcamalara da indirmeler söz konusu olacak. Verilen taksi ücreti de indirilecek.

* Aynı soruşturma ve yargılama ile ilgili olarak yapılan avukatlık işlerinde ne kadar kişinin avukatlığı yapılmış olursa olsun devlet en fazla 10 kişinin avukatlık CMK parasını alacaktı.

Devletin bu şartları Avukat Ersin'in zihninde yankılanıyordu. Neye yansındı Avukat Ersin? Kendine devlet yetkisi tanınmış insanların sanki 2 yıldır borcunu ödemeyen borçlu kendileri değilmiş gibi gösterdikleri pişkinliklerini mi, yoksa cebinden yapmış olduğu yol ve diğer masraflarının 2 yıl sonrasında ödenmeye geldiğinde kısılmasına mı yoksa bu süre içinde tüm işini gücünü bırakarak iki tam gün içinde aynı soruşturma ile ilgili olarak girdiği 100 ifadeden devletin sadece 10 tanesine para ödeyeceğini 2 yıl sonra duyurması mı??

Aslında ne Ahmet Efendi bir devlet vakurunda hareket edebilir, ne de devlet Ahmet Efendi'nin pişkinliğini gösterebilir? Özellikle ikinci hikayede devlet yetkisini kullanan insanların borcunu ödemede bu şekilde pişkince davranmaları hakları olmamalıdır. Ama oluyor maalesef. Hangi ülke bu diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Yoo yoo Türkiye değil bu ülke. Güzelim ülkemizde hiç bu tür işlemler söz konusu olabilir mi??

 
Toplam blog
: 8
: 4115
Kayıt tarihi
: 30.03.07
 
 

70'li yılların sonlarına doğru doğmuşum. Karın, fırtınanın yoğun ve çetin bir şekilde sürdüğü Doğu'n..