Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Ağustos '07

 
Kategori
Dostluk
 

Postaaaa "Mektup vaaar"

Postaaaa "Mektup vaaar"
 

Sayın Mustafa mumcu

Sevgili büyüğüm, işten az önce 23.30 gibi döndüm ve bilgisayarın başına 00.30 gibi oturdum. Msn ye gelen yorum cevabınızı okudum. Yazımı samimi bulduğunuz için ayrıca yazı hatalarımın da az olmasına sevindim. Aslında ben kelime oyunları ile insanları sıkmak isteyen biri değilimdir. Söylemek istediğimi doğrudan söylerim ama bazen kısacık yorumların bile insanı derinden sarstığını, hele hele yanlış anlaşılmanın vereceği tahribatının ne denli büyük olduğunu daha önce yaşadığım için, ben, böyle bir olaya sebep olmak istemiyorum. Özellikle değerli bulduğum insanları üzmekten kaçındığım için bazen sihirli kelimeler bana yol gösterirler.

Blog içersinde de, bazı arkadaşlarımızın yazılarını yarıya kadar okuduğumda; tamam ben buna güzel bir yorum yazarım diyorum. Sondan birkaç satıra gelince, konuyla "kel alaka" şekilde adetten olsa gerek! Siyaset bulaştırılarak güzelim yazı birden çöplüğe dönüşmüş oluyor.

Aslında ben yazılan siyasi yazıların, tümüne değil türüne itirazım var. İnsanlar her konuyu yazmakta elbette özgür olmalı. Yanlız burada başka bir şey var. Bazen çok sık kullanılan şu tribünlere oynama lafı varya! Burada onu görmekteyim. Hani küçükken mahalle kavgaları yapardık ve başımızda her zaman bir lider olurdu ve biz nedenini dahi sormadan kucağımızdaki taşları karşı mahalleye atardık sırf liderimiz istiyor diye.

Ben, bugün o karşı mahalleden evliyim ve karşı mahallenin damadı olmaktan çok mutluyum. Keşke durduk yerde hiç tanımadığım ve hiç konuşmadığım arkadaşların kafalarını yarmasaydım! İnanın bizim mahalleden daha saygılı, daha hoş görülü davranıyorlar ve ben halen büyük bir pişmanlığın içindeyim. Bizim liderimiz mi? Bizi sattı gitti!

Bugün için bizler büyüdük, (büyüdük mü acaba? Tartışmaya açık bir konu) ama halen bize liderlik yapma sevdasında olanlar var! Hiç tanımadığımız belki de çok iyi dost olacağımız arkadaşlarımızın, bizden kafalarını yarmamızı istiyorlar. Bu ne sorumsuzluk bu ne çocukça bir heves böyle?

Genelde hepimiz aklı başında, çoğumuz çoluk çocuk torun torba sahibi insanlarız. Nasıl olurda bu tür yazıların altına düşünmeden imza atabiliyoruz. Sizin bana yazdığınız cevabi yorumda olduğu gibi; insanlar birilerine katılmadığı halde yazı sahibi üzülmesin diye mi? ona katılıyormuş görünüyorlar.

Evet, zaman zaman hepimizin hataları olmuştur ve olacaktır da. Çünkü hepimiz insanız. Yalnız hataları ALIŞKANLIK haline getirmek buradaki varlığımızın diğer insanlar üzerinde bir şey ifade etmediği gerçeğini değiştirmeyecektir. Birilerinin yapıcı yorumlar ile bu yanlışları düzeltmesi ve bunların üzerine gitmesi gerekir. Sevgili ağbiciğim üzerinize alınmayın ama burada yaş bakımından en yaşlı demeyeceğim en olgun ağbilerim, amcalarım, ablalarım da bu konulardan prim çıkarmayı seçtiler. Oysa birçok blog yazarı kardeşimiz bu ağbilerimizin ve ablalarımızın engin tecrübe bilgilerinden faydalanmak isterdi. Belki tedavülden kalkan bilgiler üzerinde kardeşçe tartışmak isterdi.

Burnundan kıl aldırmayan dostlarım aleyhte yazılan yorumları bırakın cevaplamayı yazılarının altında yayınlamadılar bile. Öte yandan 16.318.368 oy alarak Türkiye cumhuriyetinin yeniden başbakanı olan zat’ı-muhterem için, bir maç amigosuymuş gibi aklına geldiklerini yakıştırdılar, bu da yetmezmiş gibi onlara oy verenleri bilgisiz, eğitimsiz bireyler olarak deklare etmeye çalıştılar ve halen bazıları bu tutumlarını sürdürüyorlar. İşte gafletin en büyüğüne düşen dostlarımın bu tutumlarından ben utanıyorum ve sıkılıyorum. Bu tutum ne aydınlıkla alakalıdır ne demokrasi ile bu bir insanlık sorunudur. İyi ki diyorum bu kez oyumu karşı mahalleye vermişim. Karşı mahalleden bizim mahalle hiç hoş görünmedi gözüme.

Sevgili Mustafa ağbiciğim dün size gönderdiğim ilk yorumumdu ama ilk yazdığım değildi! Sizin yazılarınızı fırsat buldukça okuyorum birçoğuna güzel yorumlar yazmak istedim ama sonlara doğru beni rahatsız eden bir şeyler vardı sanki.

Bilemiyorum belki birileriyle ters düştün, belki başka bir bildiğin vardı. Belki senin doğruların gerçek bana ters gelenler yanlış, belki de tam tersi. Yazdıklarım masa üstünde öylece kala kaldı.

Oysa ben birçok arkadaşımla olduğu gibi sizinle de dost olmak istiyordum. Hak ve adalet terazisini masamın üzerine koydum terazinin uçları fifti fifti duruyordu! Sonunda sizi Baba ve oğul yazınızda yakaladım! Önceden yazdığınız yazılarda beni rahatsız eden her neyse birden beni terk etti. Söz konusu yazıdaki olay "Baba ve oğul" muhabbeti değil sizin ailevi meselenizdi.

Gelen yorumlara da baktığımda biz millet olarak birbirimizin kopyasıyız, hepimiz bu konuda az çok dertliyiz. Ben, çok sevdiğim bir ağabeyim ile ( müşterilerimden) iki yıl hiç konuşmadım. Allah biliyor ya, onu düşünmeden bir tek günüm dahi geçmedi. Günde beş vakit aramız düzelsin diye dua ettim. Ortada birde bana yapılan bir haksızlık vardı. Ben haksızlıktan çoktan geçtim, benim özlediğim gönül dostluğumuz idi. Taviz verme sırası; sizin ablanızdan beklediğiniz gibi benim de karşı taraftan beklemek hakkımdı. Çünkü mağdur olan taraf bendim. Bir gün kapı çalındı ve sevgili ağabeyimin, oğlunun düğün davetiyesi geldi.

Benden yedi yaş büyük olan sevgili ağabeyim, beni ve ailemi düğün salonunun kapısında gördüğü zamanki heyecanı, halen gözlerimin önünde. Bana, sarılıp sarılıp defalarca öptü. O gün bu gündür asla birbirimize karşı haddimizi aşmadık. Ben bu ağabeyimi yemin billâh ederim ki birinci derecedeki akrabalarımdan daha fazla severim. Benim blog için düşündüğüm, insanların TA kendisidir, olayların kahramanları asla blog arkadaşımın kişiliğini ikinci planda bırakmamalı, onun önüne geçmemeli.

Benim değer verdiğim milliyet blog kriterlerine sahip olan arkadaşların gerçekten samimi olmalarıdır. Sevgili ağbiciğim, tefarruatlar güzelliklerin önüne geçmemeli, onları nasılsa hallederiz. Birinci seçenek taş atmak olmamalı!

"Gurur, insanın kendisine gereğinden fazla değer vermesi, diğerlerininkini ise, görmezden gelmesi anlamını taşır. Tevazu, bununla kıyaslanamaz bile. Başkalarında olmayan bazı kabiliyetlere ve güçlere sahip olsam bile, zayıflıklarımın da olduğunun farkında olmam gerekir. Tevazu, neleri yapabileceğime ya da yapamayacağıma göre endekslenirse, yanıltıcı sonuçlar verir.

Gerçek tevazu, hepimizin farklı ve değerli bireyler olduğunun idrakindedir. Hepimize farklı yetenekler verilmiştir. Buna göre düşündüğümüzde, dengemizi ve doğru bakış açımızı koruyabiliriz. Hepimizin insanlık sofrasına getireceği ve sunacağı bir değeri vardır.

Tanrı'nın bize vermiş olduklarını kullanmak görevimizdir. Mütevazı olan bir insan, kendisindeki değerlerin farkına vararak, bunları güvenle kullanandır. Böyle bir insan, dışarıdan bir övgü aldığında, böbürlenip, gurur duymak yerine, kendisini böyle yaratmış olduğundan dolayı tanrısı'na şükreder."*

Bu vesile ile mektup geleneğini başlatıyorum sevgili ağbim saat 06.10 gidip biraz yatmalıyım kapı var yapılacak! Sonra çocuklar aç kalır-:)) Selam eder büyüklerin ellerinden küçüklerin gözlerinden öperim. Kestane kebap acele cevap-:)) sağlıcakla kal.. (Siz isterseniz tavşanı şapkadan çıkarırsınız, siz sordunuz ben yazdım)

"Philip Baker" *
Not: Sabah (11.00 gibi) kalkınca yazıya kısmen defalarca düzeltme yaptım.
Eğer kulaklarınız çınlamadıysa hata sizde değil bende! Afiften inşaatta başımı çarpmıştım.
Ha bu arada "tavşam" değil tavşan yazılıyor!! Oooooh be bende cuk-ladım sonunda -:))

 
Toplam blog
: 438
: 826
Kayıt tarihi
: 07.01.07
 
 

Milliyet Blog'a hangi vesile ile kayıt olduğumu doğrusu hatırlamıyorum!  Bende birçoğunuz gibi ya..