Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Ağustos '07

 
Kategori
Anılar
 

İstanbul-İzmir-Fethiye-Gezi-7

İstanbul-İzmir-Fethiye-Gezi-7
 

İzmir-Bornova:

Tabuları yıkacağım... Her karşıma çıkanla sevgili değil, bazen arkadaş olup dost kalacağım!
Henüz insanlar düğünün yapılacağı, Bornova park’ına yeni yeni gelmeye başlamışlardı.
Benim de düğün başlamadan bir iki kadeh bir şeyler içmem gerekiyordu.
Birçok insan gibi bende içkinin verdiği cesaret ile ancak çıkıp oynayabilir, dünyayı umursamaz bir görüntü çizebilirdim.

Bütün gece püfür püfür esen rüzgârın önünde o dağ senin, bu dağ benim uçup durduk! Balkon sefasından sonra misafirler giderlerken içlerinden balkonda muhabbet ettiğimiz güzel bir kızcağız ( Afrodit'in küçüğü) onca insan içinde boynuma sarılarak, yanaklarımdan şapır şupur öpüp iyi geceler deyince ben dakikalarca kendime gelemedim. Bir süre sonra kendi kendime ” vay bee bu İzmir ne güzel yermiş! İnsanları ne kadar cana yakınmış” dedim.
Dedim ama abayı da yaktım.
Bana sabah olmak bilmedi!
Sabah oldu,
Akşam olmak bilmedi.
Akşam olmak üzere, dün gece yaşadıklarım hayal mi gerçek mi bilemiyorum ve benim kalbimin atışları içimdeki düğünü çok önceden başlatmıştı. Heyecan dorukta kıvranıyorum...

Parkın karşısındaki meyhaneyi gözüme kestirdim.
Vardım geldim eşiğine
İçeri baktım bir deli âşık gibi!
Verdim selamı girdim içine.
Boş masası olmayan bir yerdi,
Garson, hoş geldin dedi...
Koca masada tek başına oturan,
Birinin yanında yer gösterdi
Benim gibi yalnız,
Adı “Hüseyin” soyadını söylemedi.
Uşaklıymış kendisi.
Banka da müdür yardımcısıymış ne,
Onun da bilmem ne derdi varmış.
Kadehler doldu, boşaldı.
Hüseyin ağbi 45 yaşında. Ben, yirmi beş.
Dertlerimiz birbirine benzemese de olduk kardeş!
Dert, dert değilmidir? Sonuçta.
Ben, anlatırken bulutları aşkı, uçmaktan filan...
O evden, işten, geçim derdinden çocuklardan bahsederdi.
Ben ona vah vah, tüh tüh, hadi ya deme ya derken;
Benim aklım hep balkonda olurdu!
O bana vah vah, tüh tüh, hadi yağ, deme yağ derken;
Onun aklı da hep müdürlükteydi!

Yeğenim geldi "Dayı nerdesin sen yahu, düğün başladı takı bitti millet seni soruyor" dedi...

—Masada otururken bir şey yok, ayağa kalkınca neden herkes dönüyor?
Otursanız ya kardeşim yerinize dedim...
"Dayı herkes oturuyor dönen sensin" dedi yeğenim.
...........!!
Hüseyin ağabey ile kan ki olmuş zor kopmuştuk birbirimizden. Dışarı çıktığımda;
Bir başka âşık gördüm. Elinde bir demet gül sevgilisini bekleyen, Bornova parkında.
Soyadı "Özkan"mı ne öyle bir şey! Saatlerdir elinde bir demet gül başında sevda yelleri esiyor.
O benden önce almış mazotu ayakta zor duruyor. Aşk adamı işte ööyle rezil de eder bööyle ben gibi vezir de! He he he, kolay gelsin sevgili Özkan... Bakın bakın belki buralardadır hi hi hi.

Ben içkiyi içince ya ağlama moduna girer, Ferdiye takılırım. Ya gülme moduna girer, her şeyi alay'a alırım. ( tabi o zamanlar)
"Dayııı... Bak üç oldu ayağıma basıyorsun. Sen kendi önüne baksana yahu, sanane elin adamından"...
Yeğende de dil pabuç kadar maşallah! Ben misafir olmasam ne yapacağımı bilirim ya neyse.

Elimi yüzümü yıkamış azıcık kendime çeki düzen verip ayakta durmayı da başardıktan sonra gelin ve damadın yanına gidip onları tebrik ettim ve takılarını taktım.

Gücü kuvveti yerinde olan, cebinde parası ve aynı zamanda karizması olan biri olarak!
Kendime oturmak için bir yer bulmaya çalışırken önümdeki masa ve sandalyeler kendiliğinden sağa sola uçuşarak bana yol açıyorlardı. "Ul..n bu İzmir'in sandalyeleri bile, saygıda kusur etmiyor" diyerek, nihayetinde kendime oturacak bir yer buldum.

Her yer karanlık;
Sadece pist'in ışıkları açık, gelin ve damat Samanyolu'nda dans ediyorlar.
Daha sonra diğer genç çiftler onlara eşlik ediyorlar. Bazıları kız kıza dans ederken
Bu kızların gözleri kenardaki genç delikanlıları süzüyor ve ilk hamlede çağrıyı verecekler izlenimi gözden kaçmıyor.

Nihayet akşamki küçük Afrodit ile göz göze geliyorum, aramızda üç beş metre var. Bana
"hadi gel, dans edelim" diyor. Aramızda sandalye masalar olmasa beni yaka paça alacağına adım gibi eminim.
Kendi kendime, yahu bu kızın aklından zorumu var acaba diyorum? Ama ufak yollu hakkında araştırma yapmıştım. Akşam o öpücüklerden sonra. Kendisinin, bilmem ne üniversitesinde son sınıf öğrencisi olduğunu öğrendim.

Hem kültürlü, hem güzel, hem çok cana yakın ve samimi. Ul..n diyorum kendi kendime
Bu İzmir ne güzel bir yer be! Keşke burada yaşıyor olsam.
Derken gaipten sesler geliyor kulağıma "Talipçiğim kendine gel geride bıraktıklarını unutma "

İnsan "gözden uzak olunca, gönülden de ırak" oluyor, bazen. Geldiğim yerde çok bekleyenim var yolumu gözleyen eh işin bu kısmını hanım duymasın dilinize mukayyet olun, size dost diye sır veriyorum... Yeminle küserim ha. ( Bu arada benim düğüne daha beş sene var, hanımla henüz tanışmıyoruz)

Başımı kazara sol yanıma çevirdim bizim akraba gelinin annesi "ne üzüyorsun kızı, kalksana " der gibi, bana sert bir bakış attı kaşlarını çattı mm!

Eh benden günah gitti savulun sandalyeler masalar ben geliyorum. Efendim itiraf ediyorum bu ana kadar yaptığım dans bir elin parmaklarını geçmez. Bu kadar sosyallik beni bozar, benim kültürümde erkek kız arkadaşlığı diye bir şey olmaz erkek ve kız bir arada ise onlar mutlaka sevgilidirler! Benim yaşadığım çevrede, hep bu gözle bakılmıştır. "Cahillik zor şey canım". Yakışıklılıkta öyle! Kurtulamıyorum elektriklenmelerden. Jeneratör gibi adamım vesselam. (Geçen beni bir trakunya çarptı çarptığına pişman oldu! Sonuç itibari ile kendi mevta oldu.)

Ben bu tabuları yıkmaya karar verdim. Ben bu gece duygusal takılmayacağım durduk yerde âşık olup Ferdi ağabeyimle birlikte ağlamayacağım. Bu gece dostluğun arkadaşlığın ne olduğunu yaşayacağım kendimi sıkmadan, kasmadan eğleneceğim.

Güzel Afrodit! "Gene Kelly" gibi kollarını açmış, "Frank Sinatra"sını yani beni bekliyordu.

Sandalye ve masaların üzerinden adeta uçarak "kelly" in o incecik beline ve eline hâkimiyet kurup, kuğu gibi bulutlarda süzülmeye başladık. Ritim hızlandıkça bizde hızlandık. Topuk seslerini duyuyor musunuz? "taka da tuka" ya müziğe eşlik eden kalabalığın sesini, alkışlarını? Bu gece felekten çalınan zamanı yaşıyoruz. Yarın geçmiş hatırlanmayacak kadar eskimiş olacak. Belki bu birlikteliğin son dakikaları; deniz altında mahsur kalan askerlerin son isteği sigara içmek kadar anlamlı olacak. Belki, bulutların üzerinde eşi Dione'siyle sarmaş dolaş olan Zeus, Son Tangomuzu seyrediyordur kim bilir, müzik bitince Afrodit'i çekip kollarımdan alacak!

*"Dans kendini ifade edişin en çekici yolu ve insan, ancak kendisinin olan bir dansla bunu yapabiliyor.
Tango ile insan kendi vurgusunu, kendi sesini, kendi ritmini yansıtırken, karşısındakine ait olanı dinleme şansını da buluyor…
Tango mükemmel bir dil ve öğrenen herkese, sunduğu sonsuz seçeneklerle, eşsiz bir iletişim sağlıyor.
Kendiliğinden ve yapanın yarattığı bir dans… Ve çoğu kez hayatın metaforik bir ifadesi… Çok doğal, bazen gerçekliğe bir karşı çıkış veya kendini yeniden gerçekleştirme biçimi.

Hezeyanı, hüznü, bireyselliği, iktidarı, tutkuyu, aşkı, bir olmayı, neşeyi, paylaşmayı, hoşgörüyü, yani hayata dair çok şeyi barındırıyor içinde… Farklılıklara, seçenekliliğe, olasılıklara yer bırakmayan büyük kent yaşamında tutsak olmuş, kendine, en temel, en yerleşik rolüne, cinsel kimliğine dahi yabancılaşmış günümüz insanının isyanı tango…

Öyleyse tango dans etme yeteneğine sahip olanların değil, herkesin dansı.. Tango seyredenin değil, yapanın dansı."
Siz halen tango'yu denemediniz mi? İşte size fırsat, yakında sizde İzmir de olacaksınız. Vurun topuklarınızı yere arkadaşlar! Bedeninizin ve ruhunuzun son tango ile nasıl huzura erdiğine şahit olun.
Sıkıca sarıp sarmaladığım, ellerimin arasından süzülüp giden Afrodit'i, bulutların arasında babası Zeus'un yanında görürseniz, bu blog arkadaşınızın selamını söylemeyi sakın unutmayın...

** MUHABBET OTU YA DA ZAMANIN KÖKÜ

Karanlık bir oturma odasında;
yanan bir mumun önünde birbirimize bakıyoruz,
sessizlikte ve dönüştürülme meydana gelir.
Bir sinemadaki yüzler gibi, birbirinden farklı devirlerden ortaya çıkan
birbirleriyle tanışmaları bir an için nasip olan.

Bir metre uzaklaşırken kendimizi bir yüzyıl öncesine oturturuz.
İki metre uzaklaşırken, iki yüz yıl öncesine
ve değişir yüzlerimiz.

Güzel kokuların rehberliğiyle yolculuk yaparız,
çocukluk Orta Çağlara benzer.
Oturma odasının uzak uçları, tarih öncesine
ve eğrelti otları filiz verir siluetlerden,

yüzyıllarca yıllık adımlar va bakışlar
çok yakımızda bir bebeği farkederiz

şimdiki zaman bir kucaklaşmadır. Alevin önünde söndüğü zaman
bizi keşmekeşine daldıracak birbirini görmemenin.

Devam edecek ...

Resim: www.komikhane.com
* www.tangoturk.com
** Luis Eduardo Rendón
Çeviren: Vehbi Taşar

 
Toplam blog
: 438
: 826
Kayıt tarihi
: 07.01.07
 
 

Milliyet Blog'a hangi vesile ile kayıt olduğumu doğrusu hatırlamıyorum!  Bende birçoğunuz gibi ya..