Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Eylül '07

 
Kategori
Blog
 

Ben bu sözü hak etmedim!

Ben bu sözü hak etmedim!
 

Kıymetli Milliyet Blog Yazarı Ahmet Balcı Bey’den, son yazmış olduğum “İnter Çok Beter”* başlıklı yazıma, beni çok farklı iklimlere götüren enteresan bir yorum aldım. Hakkımdaki olumlu düşüncelerini tüm içtenliği ve açık yürekliliğiyle paylaşıyordu kendisi. Ancak sözlerinin orta yerinde öyle bir tanımlama yapmıştı ki bu yazı ortaya çıktı, çıkmak zorunda kaldı. Duygularım da, bu vesileyle ta sizlere kadar ulaştı, aktı.


Balcı Bey yorumunda, bana, “<ı>Aydın Çelebi” diye seslenmekteydi. İlk anda acayip hoşuma gitti bu vurgulama. Gönül tellerimin tir tir titrediğini hissettim. Nefis bu ya kuyruğu tava sapına dönmedi dersem yalan olur. “Çelebi” kelimesinin ne anlama geldiğini biliyordum ama bir kez de sözlüğe bakma ihtiyacı hissettim.


Türk Dil Kurumu’nun son güncellenmiş maddelerine göre çelebi, Türkçe “çalap” kelimesinden gelme ancak Arapça’da da kullanılan bir isim ve sıfat aynı zamanda.


Sıfat olarak kullanıldığında “<ı>görgülü, terbiyeli, olgun kimse” anlamına geliyor. Sözlük aynı zamanda, büyük usta Atilla İlhan’dan da bir örnek veriyor: “<ı>Yeleği gümüş köstekli, fesi kalıpsız, orta yaşlı bir adamdı. Son derece Osmanlı ve çelebi.”


“Bu sıfatın içerdiği güzel hasletleri, ukdemde ne kadar barındırıyorum?”un yorumunu yapmak, burada bana düşmez. Ancak Balcı Bey, naçizane tarafıma uygun görmüş ve ithaf etmişler, eksik olmasınlar. Görgü de, terbiye de, olgunluk da insanı insan yapan değerlerin başında gelir. Bizim de amacımız; insanlığımızı insanca yaşamak ki umarım kenarından kıyısından nasiplenebiliyoruzdur bu manevi zenginliklerin. Maddi olanların ise bir nefeslik kıymeti var nezdimizde.


Gelelim isim olarak kullanılan manasına ki mühim mesele burada zaten. Büyük sözlük diyor ki “çelebi” kelimesinin, ad mahiyetindeki kullanım anlamı, “<ı>Bektaşi ve Mevlevi pirlerinin en büyüklerine verilen unvan”dır. İşte burada durmak gerekiyor. Öyle bir durmak ki aylarca, yıllarca, belki bir ömür boyu düşünüp, damıtıp, özümseyip, sindirip, titreyip titreyip kendine dönmek, aşkın narıyla pişip, Hakk’ın oduyla yanmak, boyunlara borç, gönüllere diyet oluyor.


Önce, tam anlamıyla inanmış ve teslim olmuş ve inançlarını samimiyetle yaşayan bir Müslüman olmanız gerekiyor. Sonra, müminleri Hakk’a ulaştıran ve sayıları gökteki yıldızlardan çok milyarlarca yolun iki tanesinden birine intisap etmeniz, bir Mevlevi ya da Bektaşi dervişi olmanız lazım geliyor. Bu da yetmiyor ve dervişlik hasletlerinizi en üst seviyeye çıkarıp halakanın pirlerinden biri konumuna geçmeniz ve “çelebi” unvanı kazanabilmek için de bu pirlerin en ulularından olmanız icap ediyor.


Ben bir inançlı günahkar olarak daha ilk cümlenin dahi yakınından geçemezken “<ı>Aydın Çelebi” yakıştırmasını nasıl kabul edebilirim, söyler misiniz? Edemem efendim.


Sayın Balcı, sizi çok seviyorum. Bir şeyi, bir kimseyi “seviyorum” diyebilmeyi daha da çok seviyorum. Bizlerin bu tavır ve duruşlarını anlama noktasında çok da çaba gösteremeyenlerimizi ve hatta bizi bu konuda, tüm inanç ve samimiyetleriyle yerli yersiz eleştiren, tiye alanlarımızı da çok seviyorum.


Sevmediğim, sevemediğim bir tek ne var biliyor musunuz?: Samimiyetsizlik ve riya. Tribünlere ve skor tabelalarına oynamak.


“Yaratılanı severiz, Yaratan’dan ötürü” demişti ya Koca Yunus. Ben de günahkar Aydın Sevinç olarak “ben bu sözü hak etmedim” diyorum Sevgili Balcı. Tüm iyi dilek ve yorumlarınız, yüreğimden içre olmak kaydıyla.


Aşk olsun efendim.


* http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=64644>

 
Toplam blog
: 898
: 3759
Kayıt tarihi
: 09.06.06
 
 

İzmir'de yaşıyorum.    Çok uzun yıllar öncesinden başlayıp, hiç ara vermeden bugünlere kada..