Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Ekim '07

 
Kategori
Spor
 

Galatasaray, Feldkamp ve Türkiye gerçeği

Galatasaray, Feldkamp ve Türkiye gerçeği
 

Artık “Süper” diye adlandırılan Türkiye Birinci Futbol Ligi’nde bu sezon yenilgisiz olarak yedinci haftayı geride bırakmasına ve lider durumda olmasına rağmen “kişisel sorunlar”dan kaynaklanan krizlerle gündeme gelen Galatasaray’daki son gelişmeler, Türkiye’de taraftarlığın, profesyonel sporculuğun ve yöneticiliğin evrimleşmesinin, ne yazık ki olanaksız olduğunu gösteriyor.

Geçen yıl, içindeki ‘holigan ve ‘serseri’ kişiliğe bürünen diğer takımların taraftarları gibi, Galatasaray taraftarları da “uygar izleyiciler”i statlardan kaçırırken, o sahada görevini yapmaya çalışan sporcuların da emeklerine ihanet ediyorlar. Galatasaray’ın izleyicisiz oynadığı her maç, koca bir ayıptır. Spora kendi iç dünyalarındaki “cehalet” ve “kıroluk” mikrobunu bulaştıranlar, dünya futbol tarihinde Türkiye adına ilklere adını yazdırmış saygın bir spor kulübüne hiç yakışmıyorlar. Galatasaray gibi köklü, lisesi ve geniş altyapısıyla gurur duyduğumuz bir spor kulübünün ‘cahil’ ve ‘kıro’ taraftarlarının olması son derece düşündürücü bir konudur. Bu tür taraftar, yönetici ve sporcu bir kulüp için “klas” düşüklüğüdür… “Fanatizm” ve “şiddet”, barış ve insanlık yolunda “sevgi”nin ve “başarı”nın temeli ya da yapı taşı olamaz. Barış zamanında savaşı arayan insanlar da, uygar kabul edilemez. Bu sorun, Türkiye’deki bütün spor kulüplerinin “kanser” hastalığı ve ona bağlı “habis ur”u olarak toplumun bünyesini kemirmektedir.

Pek çok Galatasaray taraftarı ve yöneticisi, diğer Türk takımlarında olduğu gibi, teknik direktör Feldkamp’ın, Hakan Şükür ve Lincoln gibi, biri yılların gölcüsü ve takım kaptanı olmuş hatta üst düzey siyasi ortamlarda kendini göstermiş, öteki de milyon dolarlara ödenerek getirtilmiş iki oyuncuyu sadece “disiplinsizlik” yüzünden cezalandırmasını kabullenemiyor. Neden kabullenemiyor? Çünkü, Türk insanı hala “arabesklik”ten ve “adamsendecilik”ten kurtulamamıştır. Kendileri, sadece keyifleri istedi diye, her yolu deneyerek kanun ve kural değiştirmeğe, adam kayırmağa ve herşeyi kendine yarar sağlayacak hale getirmeğe alışmış, yöneticilik vasfı olmayan kişilerin, “disiplin” kavramını yaşamın merkezinde bir yerde kabul eden Alman spor ekolünden gelen Felkamp’ın özünde anlatmak istediği değerlerin önemini anlaması ve bu konuda onun gösterdiği duyarlılığı paylaşması, görünüşe göre asla mümkün olmayacaktır. Türk kültüründe yetişen futbolcuyla, Brezilya’da açlıktan ağzı kokarken sokakta keşfedilmiş ve şöhret olmuş bir futbolcu arasında, ne yazık ki, fazla bir fark yok. Cebi para dolu olan her “sonradan görme”nin köşebaşlarını tuttuğu, eşkiyanın kıravatlı ve takım elbiseli olarak boy gösterdiği, içi bozulmuş bir toplum düzeninden spor da nasibini fazlasıyla almıştır. Sporcuların bir kısmı da, sporculuktan çıkıp külhanbeyliğine ve kabadayılığa soyunmuşlardır. Türkiye, kendi takımları aleyhinde karar verdiği zaman, hakemlerin stadyumdaki taraftarlardan “homoseksüel” damgası yediği ve “ana-avrat” küfredildiği dünyada tek ülke olsa gerek.

Hem Türk milli takımı, hem de Galatasaray, istikrarsızlık içinde kısa süreli başarıların peşinden koşmaktan vazgeçmelidir. Bu gerçek, milyonlarca doları transferlerde sokağa döken ve kendi insanını da utanmadan aç bırakan işadamları ya da işsiz adamlar tarafından işgal edilmiş diğer futbol kulüpleri için de geçerlidir. “Spor ahlakı” “çalışkanlık”, “uygar ve eğitimli” sporcu, teknik adam, yönetici ve taraftar, Türk sporunda olması gerekenlerdir. Türk insanın ahlaki ve kültürel değerlerine yakışır şekilde ve “yürekli”, “azimli” ve “çalışkan” olmasının yanısıra “istikrarlı”, “saygı unsurunu yıpratmayan” ve “disiplinli” bir Türk spor felsefesi ve buna bağlı olarak da yepyeni bir futbol ekolü yaratılmak zorundadır.

Bir anda sıradan insanların göklere çıkarılıp, "imparator" ve "kral" yapıldığı ve işler yolunda gitmeyince de insanlığa yakışmayacak şekilde yerin dibine batırıldığı, Türkiye gibi bir ülkenin basınında, manşetlerden hiç düşmeyen, “yıldız” konumuna gelmiş, sporcuların, “kaprisli”, “bencil” ve “disiplinsiz” davranışları ve bu konuda alınan üstünkörü ve tutarsız tedbirler, uygar bir dünya düzeni arayışı içinde, yerini hala bulamayan Türk toplumunun zihniyetinin düzey göstergesi olması açısından çok önemlidir. Türkiye’de şu anda futbol dünyasının iplerini elinde tutan çoğunluk, kendi “arabesk” yaşamının sorunlarına, özeleştiri yapmak ve yanlışlarını düzeltmek yerine, alanında çok tecrübeli bir Alman’ın, kendi yetiştiği kültürün ona öğrettiği “disiplin” merkezli çözümleri getirmesini kabullenemiyorsa ve eşitliğe dayalı, “doğru çözümü getiren” bakış açısını suçluyorsa, ‘gelecekteki yozlaşmaya ve başarısızlığa kapıları şimdiden açıyor’ demektir.

Sonuç olarak, tutarsız kişilik özelliklerinden dolayı, işlerine gelen sonucu almadıkları zaman hemen olumsuz tavır takınanlar, kendilerine düzaynada şöyle bir bakıp, “para ve şöhret”in düşdünyasından çıkarak, hal ve davranışlarına çeki düzen vermeli ve getirildikleri konuma yakışır bir şekilde genç sporculara ve taraflarına örnek olmalıdırlar. Uygar temellere dayanan ilkelerine ve Türk insanın sorunlarına getirmek istediği, gerçekçi ve uzağı gören çözümlere rağmen, büyük bir gayretle unutturulmaya çalışılan Atatürk’ün, yıllardır Türk insanına anlatmak istediği “zaferlere ulaşmak için disiplinli olmak gerek” gerçeğini ve “iyi ahlaklı” bir sporcu olmanın önemini, sıradan bir Alman spor adamından yeniden duymak zorunda kalmak, "disiplinsizlik" yüzünden ceza almak ve takımını önemli bir mücadelede yalnız bırakmak, onun değil, “sonradan görme Brezilyalı”yı haklı göstermeğe çalışan Türk insanın ayıbıdır.

Herşeye rağmen, aklıselim birilerinin çıkıp Feldkamp'ın savunduğu değerlerin önemini anlayacağına inancım hala var.

Alp İçöz
Eğitimci Yazar

Copyright©ALP ICOZ 2007

JOURNALTA
The Journal of Turkish Americans

 
Toplam blog
: 52
: 1767
Kayıt tarihi
: 11.11.06
 
 

"İnsan, aslinda gönül gözüyle görmeli dünyayı. Herşey, o iç dünyanin merkez olduğu kişiliğine şek..