Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Eylül '06

 
Kategori
Ekonomi - Finans
 

Avrupa 'nın sosyal yalanları

Avrupa 'nın sosyal yalanları
 

İnsan hakları savunuculuğunun bayraktarlığını yapan gelişmiş Avrupa ülkeleri, gözlerimizin içine bakarak tarihin en büyük çifte standartlarından birini yaşıyor ve yaşatıyor bizlere. Peki ama ne için? Ne olabilir ki? Tabi ki para.

ABD ve AB ülkelerinin tamamı, ithal ettikleri ürünlerin üretildikleri şartların insan hakları ve sosyal sorumluluk standartları açısından yeterli koşulları taşıması gerektiğini, aksi halde olumsuzlukların yaşandığı ülke ve firmalardan ürün alımını durduracaklarını farklı şekillerde, defalarca deklare ettiler. “Code of Conduct” diye de bilinen “Sosyal Sorumluluk Şartnameleri” uyarınca, her ithalatçı firma aşağı-yukarı aynı kuralları kapsayan dokümanları çerçevesinde üretici firmalarını denetliyor ve takip ediyor.

Emek yoğun sektörler, özellikle de ülkemiz şartlarında, tekstil-hazır giyim endüstrisi bu konu üzerinde çok daha fazla hassas durmakta. Çocuk işçi çalıştırılması, sigortasız işçi çalıştırılması, asgari ücretin altında işçi çalıştırılması, fazla mesai uygulamaları, iş ve işçi güvenliği uygulamaları, zorla çalıştırma, işyerinde şiddet kullanımı, ayrımcılık gibi konuları ihtiva eden kurallar uzayıp gidiyor.

Sözkonusu uygulamalar, birçoğu zaten ülkemiz kanunları ile de devlet güvencesi altına alınmış konular. Ancak pek çok konuda olduğu gibi bu meselede de devletimiz maalesef gereken etkin yürütme ve denetleme erkini tam olarak kullanmadığı ya da kullanamadığı için aksayan yönler var. Bir anlamda sözkonusu ithalatçı, yabancı firmalar, devletin etkin olarak takip edemediği konuların da peşini aramış oluyorlar. Şartlar yerine getirilemiyorsa siparişlerini çekme yoluna dahi başvurabiliyorlar.

Yukarda birkaç maddesini saymaya çalıştığım sosyal ve iş ve işçi sağlığına ilişkin uygulamalar pek tabii ki son derece faydalı ve gerekli uygulamalar. Her insanın insanca yaşaması gerektiğine can-ı gönülden inanıyorum. Bu uygulamaları denetleyen bir erkin olması gerektiğine de. Tabi bu erk yukarıda anlattığım gibi yabancı firmalar değil de gerçekten bizim kendi devletimiz olabilse.

Ancak meselenin diğer bir boyutu; tüm bu şartların yerine getirilmesi, sağlanması ve devamlılığı pek tabii ki ayrı ayrı birer maliyet kalemi. Zaten, Hindistan, Çin, Bangladeş, Ürdün ve Mısır gibi ülkelerle fiyat rekabeti yapmaya çalışan ve hiçbir şekilde bunu başaramayan imalat sanayiimiz, özellikle de hazır giyimcilerimiz, üstüne üstlük bu haksız rekabet ortamında iyice dibe vurmakta.

İşgücü maliyetlerinin kıyas kabul etmeyecek derecede ülkemizden düşük olduğu bu ülkelerde insanların çalışma şartları ise içler acısı. Hindistan’da Ganj Nehri’nin kıyısında, açıkta yaşayan binlerce insanın nüfus cüzdanları yok. Yani devletleri nezdinde kayıtlı bir vatandaş dahi değiller ki sosyal hakları olsun. Çin’de, Bangladeş’te ve birçok benzeri ülkede de durum çok daha farklı değil. Çocuklar yedi-sekiz yaşlarında çalıştırılmaya başlıyorlar, iş ve işçi güvenliği normları ve uygulamaları evlere şenlik. Bazı ülkelerde köle çalıştırma ya da borcuna karşılık çalıştırma bile mevcut.

Ve dünyaca tanınan, pahalı ve fiyakalı yüzlerce Amerikan ve Avrupa markası; giysilerini, ayakkabılarını, çantalarını ve birçok metayı buralarda, bilerek, göz göre göre ürettiriyorlar. Mesele, para olunca, daha ucuza alıp pahalı satmanın karşı konulmaz çekiciliği karşısında, dem vurdukları insan hakları, sosyal sorumluluklar, etik, güvenlik gibi konular ne yazık ki ikinci plana itiliyor. Kapitalist mantık bir kara bulut gibi çullanıyor.

Kuzey Avrupa’lı, dünyaca bilinen ve yaygın bir giyim markasının Türkiye yöneticilerinden birisi ile yaptığımız bir sohbette, kendisiyle bu düşüncelerimi biraz yumuşatarak ama özüne dokunmadan, tüm açık yürekliliğimle paylaştım ve sordum, bu ne menem bir iştir diye.

Uyguladıkları çifte standardın kılıfı şu: “Bizim için ülke yasaları önemlidir. Mal ya da hizmet satın aldığımız ülkenin kanunları dışında bir uygulama olmamasına dikkat ediyoruz.” Tabi bu açıklamaya kargalar bile gülüyor ama gerçek maalesef değişmiyor. 1800’lü yılların sömürgeci zihniyetinin allanıp-pullanıp daha cici bir havayla aynen devam ettirildiğini görmenin çok da zor olmadığını düşünüyoruz.

Mevcut ülkenin yasası köle çalıştırabilirsin diyorsa ya da erkek işçine 10 dolar, kadın işçine 3 dolar ücret verebilirsin diyorsa; insan hakları bayraktarı olan bu anlı-şanlı ülkelerin, muhteşem ve mükemmel markaları için problem yok, bizim gibi ülkelerden 100 dolara alacakları bir malı oralardan 10 dolara almakta hiçbir beis görmüyorlar.

Sözlerime Russ Ackoff’un muhteşem bir sözü ile son vermek istiyorum, yorumu lütfen siz yapın: “Kar(nema), oksijen gibidir. Olmazsa ölürsünüz. Ancak hayatta nefes alıp-vermenin dışında da yapacak çok şey vardır.”

 
Toplam blog
: 898
: 3759
Kayıt tarihi
: 09.06.06
 
 

İzmir'de yaşıyorum.    Çok uzun yıllar öncesinden başlayıp, hiç ara vermeden bugünlere kada..