Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Ekim '07

 
Kategori
Doğum Hikayeleri
 

Doğum hikayemiz

Doğum hikayemiz
 

Aysun & Sebutay GÖKSU – Hikmet Eren GÖKSU

Bebeğimiz
: Hikmet Eren GÖKSU

Doğum günü
: 03.11.2005 (Ramazan Bayramı 1. gün)

Doğum saati
: 11:50

Doğum kilosu
: 3.300 g

Doğum boyu
: 50 cm

Hastane
: Kocaeli Tıp Fakültesi Hastanesi

Doğum şekli
: Normal
Sitedeki doğum hikayelerine baktığımda normal doğum hikayelerinin yok denecek kadar az sayıda olduğunu gördüm. Bu nedenle yaşamış olduğum normal doğum macerasını, bebek bekleyen anne adaylarıyla paylaşmak, onlara korkulacak bir şey olmadığını göstermek istedim.

Normal doğumun anne ve bebek için en iyisi olduğunu düşünüyorum. Sağlık açısından bir problem olmadığı sürece tüm anne adaylarının normal doğumu tercih etmesini tavsiye ediyorum. Doğum şeklini annelerin tercihine bırakan doktorları anlamak mümkün değil. Amerika, Japonya, ve daha pek çok gelişmiş ülkede anne ve bebek sağlığını tehdit eden bir durumla karşılaşılmadıkça normal doğum yaptırılıyorken, ülkemizde bu kadar çok sezeryanle doğum yapılması gerçekten de çok düşündürücü. Adı üstünde normal doğum, olması gereken doğum. Kadının yaratılıştan programlandığı doğal bir eylem. Normal doğumdan korkan arkadaşlar! Karnınızı kestirmeden önce iyice düşünün. Doğum sonrası hemen kalkıp yürümek mi, yoksa günlerce dikiş acısı çekmek mi istersiniz? Sezeryanın bebek üstündeki kötü etkileri de cabası.

Planlı bir hamilelikti bizimkisi J Bizim diyorum, çünkü her ne kadar fiziksel olarak bebeği anne taşısa da tüm heyecanı anne-baba birlikte yaşıyorsunuz. İlkleri yaşamaya başlıyorsunuz, yeni bir hayata adım atıyorsunuz. İçinizi kıpır kıpır eden heyecanlarla, sorularla, hayallerle, bazen endişelerle dolu bir hayat. Fazla beklemek istememiştik, evleneli 1, 5 sene olmuştu. Çocuğumuzla aramızdaki yaş farkını daha fazla açmak istememiştik. Artık hazırız dedik ve fazla beklemeden beni 27 yaşımda anne, eşimi 29 yaşında baba yapacak bebişimizin ilk işareti geldi J Hamile olduğumuzu eşimle birlikte evimizde öğrendik, bir çubuk parçasının renk değişimini heyecanla izleyerek. Bir bebeğimiz olmasını çok istiyorduk, ama yine de gözlerimize inanamadık. Tarif edilemez bir mutluluk, açıklanamaz karmakarışık duygular...

Allah’a çok şükür rahat ve sağlıklı bir hamilelik geçirdim. Sadece hamileliğin başında bir ay kadar mide bulantılarım oldu. Hayatında 1-2 kez istifra etmiş olan ben, her gün 2 kez istifra etmeyi artık iyice kanıksamıştım. İşyerinde devamlı kolonya şişesiyle geziyordum. Toplantılarda, sunum yaparken dahi kolonya şişesi bana eşlik ediyordu. Ara ara bir “fıss” sesi duyuluyordu ve herkes o “fıss” sesinin benim kolonya şişemden geldiğini biliyordu J Ama hiçbir şey umrumda değildi. Çünkü ben hamileydim! İnsan hamile olduğunda öyle bir rahatlıyor ki sormayın. Bence bu içgüdüsel bir şey. Dışardaki stresleri bebişinize yansıtmamak için devamlı meditasyon yaparmış gibi geziyorsunuz. Herşey iyi, herşey o kadar güzel ki, Polyanna’nın dedikleri bile solda sıfır kalır. Hep şuna inandım: “Ben ne kadar rahat, stressiz olursam bebişim de doğduğunda o kadar huzurlu olur”.

Kocaeli’de devlet hastaneleri dışında tam teşekküllü olan sadece Tıp Fakültesi Hastanesi’ydi. Özel hastaneler hem tam donanımlı değildi, hem de sezeryan ağırlıklı doğum yaptırıyorlardı. Bu yüzden Tıp Fakültesi Hastanesi’nde doğum yapmaya karar verdik. Doktorumuz da oranın Prof.larındandı. Normal doğuma Prof.lar girmiyordu. Hangi doktorun nöbetiyse, o giriyordu normal doğuma. Tek isteğim normal doğum yapabilmekti, bu yüzden kendi doktorum girmese de fakültede doğum yapmayı tercih ettim.

Doğum ile ilgili maceram hamileliğimin 36. haftasında başladı. 35 haftalık 5 günlükken, sabah kalktığımda bebeğimin hareketlerini hissetmedim. Önce karnım aç olduğundan diye düşünerek birşeyler yedim, ama bebişimde hareket olmadı. Banyo yaptım, yine tık yok. Biraz endişelendim. Hastaneye gitmeye karar verdim. Aklıma kötü şeyler getirmek istemiyordum. Sadece hastaneye gidip bebeğimin kalp atışlarını duyup, rahatlamak istiyordum. Hem doğum yapacağım doğumhaneyi de önceden görürüm diyordum kendi kendime.

Başka herhangi bir şikayetim yoktu. Eşim işteydi, bu yüzden onu telaşlandırmak istemedim. Arabaya atladım, hastaneye gittim. Tabii hamileliğinin 36. haftasında araba kullanmanın yanlış olduğunu belirtmek isterim. Siz sakın yapmayın! Doğum yapmayı planladığım Tıp Fakültesi’ne gittim. Poliklinikte beni NST’ye bağladılar. Bıdık’ımın kalp atışlarını duydum, derin bir oh çektim. Kalp atışları normaldi. Fakat NST sonucuna göre 2 dakikada bir %70 sancım olduğunu söylediler. Sancı seviyesi yüksek olduğu halde ben hiçbir şey hissetmiyordum. Doktor ağrı eşiğimin yüksek olabileceğini belirtti. Yapılan muayenede 2 cm açıklığım olduğunu ve doğumhaneye gitmem gerektiğini söyledi. O an çok heyecanlandım. Doğumhaneye sevk edilecek bir durumum olduğuna inanamıyordum. Büyük bir heyecanla doğumhaneye gittim.

Doğumhanede diğer doktorlar da NST sonucuma baktı, 35 hafta +5 günlük olduğumdan kontrol altına alınması gerektiğini, sancıları durdurmaya çalışacaklarını, hastaneye yatmam gerektiğini söylediler. Hastaneye yatmak beni korkutmuştu. Büyük bir heyecan içinde eşimi aradım. O da hastaneye yatmama çok şaşırdı. Hemen geleceğini söyledi.

Beni sancı odasına yatırdılar. Hızlı bir şekilde sancı önleyici serum ve dil altına sık aralıklarla Nidilat ilacı verildi. NST’ye göre sancılarım %70’lerden %20’lere düşürüldü. Ben hiçbir ağrı hissetmediğim için ne olduğunu anlamakta güçlük çekiyordum. Ultrason muayenesinde 2-3 cm açıklık olduğu ve 15 mm incelme olduğu söylendi. Suyum normaldi. Geceyi hastanede kontrol altında geçirmem gerektiği söylendi. Sancı odasından çıkıp, bölümdeki başka bir odaya geçtim. Sancı odasına kimseyi almıyorlardı. Normal odaya geçince merakla beni bekleyen eşime kavuşmuş oldum.

Geceden sabaha kadar yavaş yavaş 1 tane serum verdiler. 2 saatte bir de NST’de sancılarım kontrol edildi. %30-40 bazen %50 gösteriyordu nadir de olsa. Serum’un yanına bir de ağrı kesici bağlandı. Nidilat da dil altından verilmeye devam etti. Hiç uyuyamadığımız o gecenin en güzel yanı sabaha kadar oğlumuzun kalp atışlarını duymamızdı. Sabah sancılarım NST’ye gore %10-15 civarına düştü. Yani sancılar kesilmiş.

Hep sancı kelimesi telaffuz edilip duruyordu ama ben hiçbir şey hissetmiyordum. Sancı dedikleri şey benim için biraz gerginlik hissiydi sadece. Sabah hastaları gezen doktor heyeti serumu kestiklerinde doğum eyleminin başlayacağını söyledi. Bebeğin kilosu 2900 gr olarak tahmin edildiği için erken doğmasında bir sakınca olmadığı kararına vardılar. Normal doğum istediğim için bebek küçük olduğundan daha kolay çıkarabileceğim konusunda espri bile yaptılar. Serum kesildi. Ben de hastanede değil, evde beklemek istediğimi söyleyince hastaneden taburcu oldum. Nidilatı 6 saatte bir almam istendi. En azından 37 haftayı tamamlarsam Bıdık’ımın sağlığı açısından daha iyi olacaktı.

Nidilat ilacını 5 gün düzenli kullandım. Kendimi hazır hissettiğimde ilaç kullanmayı bıraktım. Doktorum ilacı kesince doğumun başlayacağını söylediği için merakla beklemeye başladık. Günler günleri kovaladı. Ama bizim Bıdık’ın oradan çıkası yoktu. 38. hafta sonunda doktora gittim. Karnımın çok gergin olduğunu 2-3 gün içinde doğuracağımı söyledi. 3 gün oldu, 4 gün oldu, 5 gün oldu… Bizimkinden yine tık yok. Beklemek çok zor oluyordu. Özellikle de doktorumun söylediği gerçekleşmediği için tedirgin olmaya başlamıştım.

Eşim ve ben 40. haftada (39 hafta + 4 günlükken) muayeneye gittik. Gergindim, hem sinirsel olarak hem de fiziksel olarak tabii J Karnım iyice büyümüştü, basketbol topu yutmuş gibiydim. Ortadan ikiye bölünecekmiş gibi hissediyordum. “Ne zaman doğuracağım, Bıdık ne zaman çıkacak? Niye hala yok?” düşünceleri beynimi kemiriyordu. Muayene olurken kanamam başladı. Doktorun söylediğine göre muayene ederken nişanım gelmiş? Dediğim gibi 1 aydır doğuracağımı söylediği için doktora güvenim kalmamıştı, tutumu da sertleşince aramızda gerginlik oluşmuştu. (Bu yüzden sırf doğum başlasın diye doktorun müdahale ettiğini düşünmüyor değilim hani). Neyse, nişanım geldiği için, doktor 2-3 saat sonra sancımın başlayacağını ve hastaneye gitmem gerektiğini söyledi. O anki heyecanımı tasvir etmem çok zor. Daha önce hiç hissetmediğim duygularla doluydum. Hem oğlumuz geliyor diye çok mutluydum, hem de olacaklardan korkuyordum. Çok şükür ki, eşim yanımdaydı ve telkinleriyle, olaya mizah da katarak beni rahatlattı. Allah’ın izniyle oğlumuz yakında aramıza katılacaktı. Evimize gittik.

Ramazan Bayramı arifesiydi. Bayram tatili için eşimin annesi, babası ve erkek kardeşi bize gelmişlerdi. Durumu anlatınca onlar da heyecanlandı. Evde beklemeye başladık. Hiçbir şey olmamış gibi sohbet ediyorduk ama benim aklım hep aynı şeydeydi. “Doğum nasıl olacak? Normal doğurabilecek miyim?”. Hamile kaldığım andan itibaren normal doğurmak istiyordum. Kendimi hep normal doğuma hazırlamıştım. Hep dua ediyordum Allah’a, herşey yolunda gitsin, sezeryanla doğurmayayım diye. Doktorun dediğine göre 2-3 saat içinde sancım başlayacaktı, ama başlamadı. Bu yüzden hastaneye hemen gitmedik. 6 saat sonra damla damla da olsa kanamam devam ettiği için, daha önce tecrübe etmediğim birşey olduğundan tedirgin oldum. Sancım yoktu ama yine de hastaneye gitmeye karar verdik. Gitmeden once son bir kez tartının üstüne bindim. Hamilelik öncesine gore 18 kg. fazlaydım J Hamilelik öncesi 63 cm olan bel çevrem 107 cm idi J. Hastane çantamızı, fotoğraf makinamızı aldık, bilinmeyene doğru yola çıktık. J

Hastane yolu bitmek bilmedi. Kalbim yerinden fırlayacakmış gibiydi. Hastaneye vardığımızda gece 23:00 civarıydı. Beni sancı odasına aldılar, tüm kıyafetlerimi çıkarıp, arkadan cırt cırtlı o kötü kıyafeti giymemi istediler. Altıma da bize aldırdıkları hasta bezlerinden bağlamamı söylediler. Suyumun gelme ihtimalini düşünerek etraf batmasın diyeymiş. Hala çok gereksiz ve saçma bir uygulama olduğunu düşünüyorum. Bütün geceyi o bezin rahatsızlık verici hışırtısı ile, pişik olmamasını dileyerek geçirdim. Tuvalete gidiş gelişlerim de tam bir komediydi. Göbeğinin altını göremeyen ben her tuvalete gidişimde dakikalarca bezi açmak ve bağlamak için uğraş verdim. Canım sıkıldıkça eşimin yanına kaçtım. Hastane koridorlarında birlikte yürüdük, zaman geçirdik.

Çok şanslıydım, . bir gece önce tıklım tıklım dolu olan 10 yataklı sancı odası Ramazan arifesinde boştu. Herkes çocukları bayrama yetiştirmiş diye güldüm içimden J Uzunca bekleyiş başladı. Tek üzüntüm yalnız olmaktı. Sancı odasına kimseyi almıyorlardı. Bütün gece sancımın gelmesini bekledik. Boş ve soğuk odaya arasıra gelip NST sonucuma bakan doktorlar, hemşireler dışında kimse uğramıyordu. Devamlı kendimi rahatlatmaya ve uyumaya çalışıyordum ama nafile. Heyecandan gözüme uyku girmemişti.

Sabaha doğru ikiz bekleyen bir bayanı sancı odasına getirdiler. Doğumun son safhalarındaydı. Karnı büyüktü, benim karnım gibi J Hastaneye ilk gittiğimde karnımı gören hemşireler ikiz olup olmadığını sormuştu. Gerçekten de ikiz doğuracak bayanın karnı ile benim karnım benzer boyuttaydı J. Bayanın hiç sesi çıkmıyordu. Sadece hafiften inlemelerini duyuyordum. Zamanı geldiğinde ameliyathaneye götürdüler. Normal doğuracaktı ama ikiz olduğu için herhangi bir aksilik ihtimaline karşı ameliyathanede doğum olacaktı. Bayan için dua ettim. Bir saat sonra haberi geldi. Bebekler normal doğmuştu. O an, “İkiz bebekler bile normal doğurulabiliyorsa, ben de doğuracağım Allah’ın izniyle.” dedim. Aradan fazla geçmedi, ikizler ve anneleri geldi odaya. Sırayla bebekleri emzirmeye başladı. Ne güzel bir manzaraydı.

Sabahın erken saatlerinde “Doktor Bey, Doktor Bey! Geliyor, yardım edin!” nidalarıyla sancılı bir hamile kadın sancı odasına geldi. Ağrısı hat safhada ki devamlı inliyordu. Hemen bayanın muayanesi yapıldı ve doğuma hazırlandı. “Çabuk olun, geliyor!” nidaları sancı odasını çınlattı. İkiz doğuran bayanın aksine avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Bayanı doğumhaneye zor yetiştirdiler. Doğumhaneye gittiklerinden 10-15 dak. sonra o içimi cız eden bebek ağlaması duyuldu. Tam da doğurmayı beklerken böyle bir bebek ağlamasının sizi nasıl etkileyebileceğini tahmin edersiniz. O an kendimi tutamadım başladım ağlamaya. Ne büyük mutluluktu. “Ben de Bıdık’ımın ağlama sesini duyabilecek miydim?”. Kendimi tutamıyordum, katıla katıla ağladım. Herşey o kadar çabuk olmuştu ki. “Keşke ben de bu kadar çabuk doğurabilsem” diye geçirdim içimden. 15-20 dak. sonra kucağında bebeğiyle o bayan içeri girdi, başladı emzirmeye. Ben de sancı istiyordum artık, oğlumu kucağıma bir an once almak için sabırsızlanıyordum.

Sabaha kadar beklemiştik ama doğumu hızlandıracak seviyede sancı hissetmiyordum. Aslında NST sonuçlarına göre %70 sancım vardı ama ben ağrı hissetmiyordum. Sadece gerginlik olarak hissediyordum sancıları. Açıklık 4 cm. olmuştu ancak.

Ramazan Bayramı’nın 1. günüydü. Sabah olunca hemşire ve doktorlarla bayramlaştık. Doğurmayı beklerken hasta yatağında bayramlaşmak da güzel bir anı oldu.

Suyum henüz gelmemişti. Doktor doğum sürecini hızlandırmak için müdahale ile suyumun gelmesini sağlayacaklarını söyledi. Doğumhaneye gittik ve orada yapılan müdahale sonucunda suyum geldi. Doğum masasına ilk yatışımdı ve çok heyecanlanmıştım. Daha sonar sancı odasındaki yatağıma geri döndüm.

Sabah saat 10:00’da benimle ilgilenen doktor geldi ve daha fazla yorulmamın iyi olmayacağını, suni sancı vermek istediklerini söyledi. Yapacak birşey yoktu, artık iyice sabırsızlandığımız için kabul ettik. Epidural isteyip istemediğimi sordular. Ağrı eşiğimin yüksek olduğuna inanarak istemedim. Doğumu her acısıyla yaşamak istiyordum. Aynı anneannemin, babaannemin, annemin yaptığı gibi doğurmak istiyordum.

10:30’da suni sancı serumunu bağladılar. Yavaş yavaş ilaç verilmeye başlandı. İşte o büyük sınav başlamıştı artık. Anlatılanlar gibi belimde, ya da bacaklarımda bir ağrı hissetmiyordum. Sadece hafif hafif tüm vücudum gerilmeye başlamıştı. Sancılar yüksek seviyelere ulaşana kadar güle oynaya geçti dakikalar. Devamlı sorular soruyordum. Doğum konusunu çok okumuş, tıbbi terimleri dahi öğrenmiştim. Herşey okuduğum gibi mi gerçekleşiyor diye devamlı karşılaştırma yapıyordum. Suni sancıdan mıdır bilinmez, herşey çok çabuk olmaya başlamıştı. 15-20 dak.da açıklığım 7cm. olmuştu. Hiç de kitaplarda yazan gibi değildi gidişat. Sancı ilacının dozajını arttırdılar biraz. 10-15 dak. sonra vücudum iyice gerilmeye başladı. Diş ağrısı, baş ağrısı gibi değildi, ağrı değildi bu. Göbeğimi ortadan çatlatacakmış gibi tarif edilemez bir gerginlik. Önceleri 4-5 dak. arayla geliyordu sancılar. Gittikçe arası sıklaşmaya başlamıştı. Sancı gelse de bağırmıyordum. Ben bağırmayıp sadece hafif hafif inleyenlerdendim. Yatağın demirlerine tutunmak iyi geliyordu. Derin derin nefes alıyordum doktor söyledikçe. Sancılarım sıklaştıkça, uykusuzluğun da etkisiyle iyice yorgun düşmüştüm. Enerji toplamalıydım. Daha önce okuduğum bir yazı sancılar arasında uyumayı tavsiye ediyordu. Hala inanması zor benim için ama gerçekten de aralarda 1-2 dakikalığına uyuduğumu hatırlıyorum. Sancı bittiğinde hiçbir şey olmuyormuş gibi kendimi rahatlatıyor, bebeğimi kollarımda hayal ediyor ve uyuyordum. Sadece 1-2 dakikaydı belki ama inanın bana çok uzunmuş gibi geliyor, rahatlıyordum. Sonra tekrar o müthiş gerginlik. Yatak demirleri yetmeyince, daha iyi nefes almam için taktıkları oksijen maskesini ısırmıştım. İnşallah bir gören olmamıştır J Doktor çok iyi dayandığımı, gıkımın bile çıkmadığını söylüyor bana cesaret veriyordu.

11:30 civarında açıklık 10 cm oldu ve doğumhaneye gitme vaktinin geldiği söylendi. Büyük bir ıkınma isteği duymaya başlamıştım. Vücudum artık büyük bir kuvvetle bebeğimi itmek istiyordu. Doktorum “Daha değil, sakın ıkınma, bekle” diyordu. Allah’ın izniyle oğlumuz gelişi çok yakındı artık. Doğumhaneye yürüyerek gittim. Oğlumun sağlıklı bir şekilde çıkması için durmadan dua ediyordum.

Epizyotomi yapılırken hiçbir şey hissetmedim. Sancılar en baş meseleydi çünkü. Ve doğum masasında ıkınmalar başladı. Sancı geldiğinde tüm gücümle itiyordum. Bir, iki, ve üüççç! Üçüncü ıkınmamda bebeğim sağsalim dışarı çıkabilmişti. O an bütün vücudum rahatlamıştı. Merakla bebeğime bakıyordum. “Ağlamadı, neden daha ağlamadı” diye nidalarım odayı çınlattı. Bebeğimin ağlamasını duyunca derin bir “Ohhh!” çektim ve başladım hüngür hüngür ağlamaya. Bebişimi bana uzattılar. Hayatımda hiç bu kadar güzel bir bebek görmemiştim. “Her anne için bebeği dünyanın en güzelidir” derler ya, işte aynen öyle oldu. O bir melekti. Heyecandan elim ayağım titredi, neresinden tutacağımı bilemedim, incitirim diye korktum. Çok heyecanlıydım, çok tutamadım o anda yavrumu. Temizlemek için yanımdaki masaya götürdüler. Benim dikişlerim yapılırken, yavrumu güzelce temizlediler giydirdiler. Beni de temizleyip, giydirdiler. Sağolsun iyi bir hemşire vardı, çok yardımcı oldu.

Yürüyerek girdiğim doğumhaneden yine yürüyerek çıktım. Sancı odasındaki yatağıma döndüm. Yavrumu kucağıma aldım. Ne büyük bir mutluluktu. Ağzım kulaklarıma varıyordu. Oğlum artık kucağımdaydı. Oğlum doğumhaneden benden önce çıkmış, babasına görünüp gelmişti yanıma. Oğlumla birlikte sevdiğimin yanına gitmek için sabırsızlanıyordum. Suratsız olan diğer hemşire gelip “Hadi emzirsene çocuğunu” dedi kaba bir ifadeyle. Nasıl yapacağımı bilemiyordum. “Ne o, emzirmenin nasıl olacağını daha önce okumadın mı?” dedi doğum anında sorduğum sorulara gönderme yaparak.

Gerçekten de doğum sonrasını okumamıştım. Kitaplarda doğum sonrası bölümlerde yer alan bebek resimlerini görünce heyecanlanıyordum. “Dereyi görmeden, paça sıvanmaz” gibi bir söze uyaraktan, büyük bir cahillikle doğum sonrasını okumaya yüreğim el vermemişti bir türlü. Ne büyük bir hataydı, malesef doğumdan sonra anladım.

Hemşire gerçekten de kötüydü, emzirmeyi doğru düzgün anlatmadı bile. Meme uçlarım olduğu halde “Ayy çok yazık meme ucun yok, yazık olacak bebişe, meme ememeyecek!” dedi. Meme uçlarımın olduğunu, sorun olmayacağını biliyordum, bu yüzden bu kötü sözleri kale almadım. Doğumdan yeni çıkmış bir anneye söylenecek en son sözler olmalıydı bunlar. Ama malesef diğer hastanelere örnek olması gereken Tıp Fakültesi Hastanesi’nde bile böyle kötü hemşireler var. Gerçekten de çok yazık. Nasıl bir insaniyet aklım almıyor. Eren’im süt istiyor ve ağlıyordu. Sütüm daha gelmemişti. Hemşireler elektrikli süt pompasına bağlayacaklarını söylediler. Canımın içi bebeğim, Eren’imle bize ayrılan odaya gittik. Eşim büyük bir merakla kapıda bekliyordu. Bu sefer anne ve baba olmanın mutluluğu ve heyecanıyla sarıldık birbirimize. Ben yine gözyaşlarımı tutamamıştım. “Başardım, Allah’a çok şükür normal doğurdum oğlumuzu!” deyip ağlıyordum.

Beni elektrikli süt pompasına bağladılar. Meme ucu hassasiyetine duyarlı bir pompa değildi. Çok ama çok canım yandı. Az da olsa sütüm gelmeye başlamıştı. Oğluma yetecek kadar süt çıkarabilmiştik. Kaşık yardımıyla ilk sağılan sütleri verdik. Yeni doğan bebeklere çok az da olsa süt yetiyor gerçekten de. Allah’a çok şükür ki hiç mama takviyesine gerek olmadı.

1 gün hastanede kaldıktan sonra taburcu olduk. 2 kişi girdiğimiz hastaneden, 3 kişilik bir aile olarak çıkıyorduk. Bu dünyada insan daha ne ister ki!

Eve geldik, inanın hiç yatmadım. Normal doğum sonrası hiçbir şey olmamış gibi hayatınıza devam edebiliyorsunuz. Alttan dikişleriniz olduğu için sadece ilk birkaç gün oturup kalkarken biraz dikkat ediyorsunuz, o da acı veren ya da hareketlerinizi kısıtlayan bir şey değil.

Doğum sonrası zamanlar emzirme açısından zor geçebiliyor. Hastanedeki elektrikli kötü pompa yüzünden göğüs uçlarım morardığından günlerce elimi ısırarak emzirmek zorunda kaldım. İnanın doğum yaparken bile bu kadar çok ve uzun süre acı çekmemiştim. Tüm annelere doğum öncesi iyi bir pompa edinmelerini ve emzirme ile ilgili detayları iyice öğrenmeden doğuma gitmemelerini tavsiye ediyorum.

Emzirebilmek gerçekten de çok önemli. Anne sütü büyük bir mucize. Bazı anneler göğüslerinin fiziksel şekli bozulacak diye, ya da sütleri başlarda biraz az geliyor diye hemen pes ediyorlar. Bu çabuk pes edilecek bir mesele değil. Yavrunuzun tüm hayatını etkileyecek bir konu, kazanılması gereken önemli bir savaş. Allah’a çok şükür ki ben bu savaşı kazandım ve 20 ay dolu dolu emzirdim yavrumu. (Aslında 2 yaşına kadar emzirecektim ama bizimki memeye çok düşkündü, yemek yememeye başladığından 2 yaşına 4 ay kala kesmek zorunda kaldım.) Zorluklarla karşılaşsanız da, çok canınız acısa da hemen yılmayın. Bebeğinizi emzirmeyi tüm kalbinizle istediğinizde ve tüm gerekenleri yaptığınızda, sağlık durumunuzda bir problem olmadığı sürece başarmamanız için hiç bir neden yok.

Oğlum 10 aylıkken ücretsiz iznim bitiyordu ama işe dönmedim. Oğlumun hayatında çok büyük önemi olduğuna inandığım 0-3 yaş döneminde, O’nu annesinden mahrum etmek istemedim. Şu anda oğlum 23 aylık ve ben iyi ki yapmışım, iyi ki oğluma kendim bakmışım diyorum. Oğlumun karakteri oluşurken, bu zamanları onunla birlikte geçirebildiğim için çok mutluyum. Her gün yeni bir şey öğreniyor. İlklerini görmek, ilklerini söylerken ve yaparken yanında olmak çok güzel.

Hiçbir şey insanın çocuğundan daha değerli değil. Kariyer, daha çok para, yeni bir ev ..vs. Hiçbiri bir çocuğun sağlıklı gelişimi için gerekli şeyler değil. 0-3 yas arası bir çocugun ihtiyacı olan en önemli şey "Annesi". Buna inanıyorum ve herkese de telkin ediyorum. Gelecek için iyi bir nesil bırakmak istiyorsak önce çocuklarımızı en iyi şekilde yetiştirmeliyiz. Onları anneanneye, babaanneye, bakıcıya, yuvaya vermek hem kolaya kaçmak, hem de onların sağlıklı gelişimine zarar verecek bir karar. Ekonomik durumları iyi olduğu, eşleri çalıştığı halde, daha çok para kazanmak adına, kariyer için, evleri olduğu halde bir ev daha alıp onun borçlarını ödemek için çalışarak, çocuklarını başkalarının ellerinde heba eden anneleri görünce çok üzülüyorum.

Tabi bunu anne olmadan önce anlayamıyor insan. Anne olmadan önce "Anneannesi bakar" gibi klasik herkesin uyguladığı yöntemi düşünüyordum. Ama okudukça, psikologları dinledikçe hic kimsenin annenin yerini tutamayacağını anladım. Oğlumla geçirdiğim 23 ayda da bundan emin oldum.


Anne-baba olduktan sonra bizim için büyük anlam kazanan ö güzel sözle yazımı bitirmek istiyorum :

“Allah tüm bebekleri analı babalı büyütsün!”.

Aysun GÖKSU

 
Toplam blog
: 2
: 17851
Kayıt tarihi
: 09.10.07
 
 

30.07.1978 Bursa doğumluyum. Endüstri mühendisiyim. 6 yıllık iş hayatının ardından, çok önemli ol..