Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Eyüp Halit Türkyazıcı

http://blog.milliyet.com.tr/eyuphalit

18 Ekim '07

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Portre / Yılmaz Öner

Portre / Yılmaz Öner
 

<ı>“Mahkum olduğumuz özgürlük kaçınılmazdır”... 1951’de Türkiye’li genç bir bilimci, kafasındaki fizik, matematik, felsefeye dair sorularla, İstanbul’dan Napoli’ye giden bir gemiye binmektedir. Daha sonraları Herman Hesse’nin sonsuz arayışı anlattığı ‘Siddhartha’ romanını Türkçe’ye çevirecek gemideki bu <ı>“hayalleri olan” insan Yılmaz Öner’dir.

Yılmaz Öner’in bilim-sanata dair çok sayıda çevirisi var ama onu evrensel klasmana taşıyan ünü ‘prodeterminizm’ yani ‘olasılıkçı determinizm’ teorisini kurmasıdır. Prodeterminist teorinin ayırt edici özelliği, evrendeki mikro maddenin, uğradığı ‘arızalar’ karşısında ‘yaşar-kalma olasılığı’ ve bu haliyle evrenin “arızaların yolunu açtığı maddesel devrimler”i yaşamasıdır.

Babası hukuk ve felsefe okumuş üst düzey bir memur olan Yılmaz Öner 1928 yılında İstanbul Bostancı’da doğar. Kendini bir Doğu insanı olarak nitelendirmektedir. Kocası Üsküdar müftüsü olan anneannesinin, onu koluna takıp Fatih Çarşamba semtinin ahşap evlerle dolu kendine özgü mistik sokaklarında gezdirdiğini hatırlar. İkinci paylaşım savaşının Türkiye’yi dışarıdan salladığı yıllarda, 1940-46 arasında İstanbul Erkek Lisesi’nde iken felsefe ve edebiyata olan ilgisi belirginleşmiştir.

Ağır tifo geçirdiği 1946’da İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi’ne kaydolur. Hitler’den kaçmış Musevi bilimcilerin açmış olduğu positivist koridorda, yaşlı ve iyiniyetli hocalar burada modern matematiği öğretmeye çalışıyordur. Ancak Yılmaz Öner, Cahit Araf hariç bütün diğer yerli-yabancı hocalardan memnun değildir. <ı>“Orası bana matematiği aşılayacak ortam değil gibi geliyordu. O dünyayı seziyorsun ama matematiğin ardındaki temeli anlamıyorsun.”

Yine de içindeki heyecanla ilk çalışmasını 1951'de yayımlar. “Metafizik Şuur ve Matematik-Metafizik Hakkında” adlı kitabı, “zaman” kavramı çevresinde dolanan çapraşık dilli bir çalışmadır. Oradaki kaygı ‘zamanı yapısallaştırma’ya yönelik olmasına rağmen bu hedefine sonraki çalışmalarında varacaktır..

O sırada, kuantum fiziğini matrisler halinde förmüle eden ve ‘hiçbir şeyi gerçekte olduğu gibi gözlemleyemezsiniz, gözlemlediğinizde herşeyi değiştirirsiniz’ olarak açıklanabilecek ‘belirsizlik ilkesi’ ile tanınan Nobel fizik ödüllü Werner Heisenberg bir konferans için İstanbul’a gelir ve <ı>“genç bunaklar”a bir şeyler anlatır. Yılmaz Öner etkilenmiş, en azından bir çıkış yolu bulmuştur. Türkiye’nin bilim ortamı artık ona dar geliyordur.

Karaköyde’ki Ankara gemisi onu önce Napoli’ye bırakacak, yolcu ve yük vagonlarının birbirine karıştığı tavuk gıdaklamalarıyla dolu bir tren yolculuğundan sonra <ı>“her tarafın heykellerle dolu olduğu” Roma’ya geçecek, oradan Münih’e ve nihayet kuantum fiziği hocalarının bulunduğu ve dünyanın dört bir yanından öğrencilerin ders gördüğü Gottingen’e ulaşacaktır.

Gottingen Üniversitesi’ndeki 3-4 yıl içinde, aralarında Heisenberg’in de bulunduğu profesörler grubundan katı bir disiplinle verilen, kendi deyimiyle <ı>“positivist bilgilere mahkum olur”. Oysa o, felsefi kuşkularını matematik disipliniyle kuşatıp, peşinden gideceği ‘fanteziler’e ihtiyaç duymaktadır. Bunun üzerine 1956’da İngiltere’ye geçer ve İngiliz kültürünü edinmek üzere Cambridge’de 1 yıl okur. <ı>“İsveçli bir hatun vardı, o yüzden de gitmiş olabilirim” diyen Yılmaz Öner orada matematiğin temellerini öğreneceğine İngiliz edebiyatına merak salar: <ı>“Cambridge Şehir Kütüphanesi’nden çıkmıyordum.” Bu vesileyle Macbeth çevirisi yapar. Ardından Poitiers kentine geçerek Fransızcasını pekiştirir ve 1957’de 6 yıl önce çıktığı Türkiye’ye döner.

Matematik öğretmenliği veya üniversitede asistanlık yapıp maddi sorunlarla cebelleşmek yerine serbest piyasada iş bulup mesai bitimlerinden sonra kendine özgü felsefesini geliştireceği bir dünyaya kapanmayı tercih eder ama “<ı>muhasebeci misiniz?” sorusundan da kurtulamaz. Bu arada üzerinde çalıştığı ‘Almanca/Türkçe Fen ve Teknik Sözlüğü’nü 1964 yılında bitirmiş ve geriye matematik kuramına ilişkin çeviriler ile ‘Felsefe Sözlüğü’nü bırakmıştır.

35 yaşından beri Almanca yazmaya başladığı, zamanın maddesel dünyadaki dağılımı ve uzay haline gelebilmesini araştıran ‘Zamanın Topolojisinin Temelleri’ni 1971’de yayınlar. <ı>“Biz hep şimdiki andayız. Her an şimdiki andayız. Ne geçmişteyiz ne gelecekteyiz. Geçmiş artık fiilileşemeyecek bir dünyadır. Gelecek ise henüz fiilileşmemiş ama her an fiilileşebilir. Ben hep şimdideyim. Yoksa canlılığımın hiçbir anlamı olmaz” derken zamanın yönünü bir başka kanaldan araştırıyordur.

Yöntem araştırmalarına yoğunlaştığı 1975’de Romanya’ya yaptığı bir gezi sırasında ‘olasılık teorisi’ üzerine çalışan Sovyet bilginlerinin geliştirdiği “arıza” kavramı üzerine kurulu matematik kitaplarıyla karşılaşır ve Sovyetler Birliği’nin 20. yüzyıl başlarında olasılık teorisinde bir hayli yol aldığını ve Amerikalıların’da buna dayanarak <ı>“anlatmış olduğun bir fikrin ne dereceye kadar doğru olduğunu tartabilen bir yöntem” olan ‘güvenilirlik teorisi’ni kurmuş olduğunu keşfeder.

1976’da Heisenberg’in ‘Fizik ve Felsefe’ konferanslarını çevirir. Bu, Kuanta teorisi ve felsefi ilkeleri üzerine Türkiye’de yayınlanan ilk kitaptır. Kitabın ikinci bölümü olarak hazırladığı ‘Olasılıktan Determinizme Doğru’ çalışması ile kendi sistemini oturtmaya başlar. Bunu 1978’de biyogenetik alanındaki yeni gelişmeleri irdelediği ‘Canlıların Diyalektiği ve Yeni Evrim Teorisi’ izler. Ancak Yılmaz Öner’in Türkiye’de tartışmaya sunduğu bu zengin malzeme 12 Eylül’den sonra akademilerin ilgisi dışında gelişmeye başlayacaktır. Yılmaz Öner daha sonra 1985’de, tarihsel positivist şartlanmaların köken ve gerekçelerini geliştirdiği ‘Positivizmi Eleştirmek’ adlı kitabını yayımlar.

1990’da yayımladığı ‘Bilimlerde ve Sanatta Diyalektik’ adlı kitabında Yılmaz Öner, “<ı>Özgürlük nedir? Madde’nin genel ontolojik gerçekliğidir, yani bir fiilileşme alternatifleri deposuna sahip olmasıdır. İnsan’ın ise olanaklara sahip olmasıdır. Madde olsun insan olsun, her ikisinin de özü <ı>‘mahkum oldukları bu özgürlüktür’” der.

‘Zaman Enlemi’ kavramını tartışmaya açtığı, zamanı kuanta-kuramsal temellere oturtan matematiksel teorisini 3 gün süren 1992 Oxford Bilim Felsefesi Konferanslarında açıklar ve bütün dünyanın ilgisini çeker. Bu arada1978-96 yılları arasında da Türkiye’nin çeşitli üniversitelerinde konferanslar vermeye devam ediyordur. Cansız doğanın yanısıra insan ve toplumu da, <ı>“arızalar karşısında yaşar-kalma olasılığı ölçüsünde fiilileşen ya da virtüelleşen bir fenomen” olarak yorumlar ve bunları matematiksel kavramlara dayandırır. Nihayet 2000 yılında, Almanca/Türkçe olarak yayımladığı ‘Prodeterminizm- Yaşar-Kalma Olasılığı ve Zamanın Doğası’ çalışmasıyla sistemine son biçimini verir.

Maddenin ve sosyal oluşumun tarihselliğini ele alma, çözümleme ve açıklamada, evrensel boyutta yeni bir yöntem ve düşünce sistemi oluşturan Yılmaz Öner, oluşturduğu ‘virtüel ve aktüel gerçeklik’ kavramlarıyla, <ı>‘ölçememe aptallığı’ olarak nitelediği kaba determinizm yerine, kendi pro-determinizm kuramını, kuantum fiziğinden hareketle temellendirmiş ve bilim dünyasına ‘özdeşleşme yeteneği’ olarak ‘güvenilirlik’ kavramını kazandırmıştır.

2003’de akciğer kanserine yenik düşen Yılmaz Öner’le, ölmeden önce senarist-yönetmen Özcan Alper ve ekibi “Bir bilimadamıyla Zaman Enlemi’nde yolculuk” adlı bir belgesel hazırlamışlar. Türkiye'de değeri bilinmeyen bir bilim insanının zor ve anlaşılamayan çalışmalarını sadelikle ele alan bu biyografik film, İstanbul ve Basel’deki sinemaseverler tarafından ilgiyle karşılanmış.

22’si özgün toplam 61 eseri ve çok sayıda makalesi olan filozof Yılmaz Öner’i, herhangi bir enstitü veya akademi incelemedi. Öldüğünde magazin avcısı Türk basını tarafından kuru bir ilgi dahi gösterilmedi. Oysa, Aydın Çubukçu’nun deyimiyle, <ı>“kendisine özgü bir felsefe ve buna uygun bir dil geliştirmiş olan Yılmaz Öner’i saymazsak, sistem kuruculuk anlamında bir ‘<ı>Türk filozofu’ yoktur, olmamıştır.”

Yılmaz Öner’i anlatan belgesel, yine Yılmaz Öner’den bir alıntıyla bitiyor: <ı>“İnsanı ekonomik davranışlarının ötesinde insan yapan, yani sosyal yalnızlığın duvarlarını yıkmak, insanların atom atom dağılmışlığını yine kendi kararlarıyla toparlamak, sosyalleşme denen bu ihtiyaç, kendine eş, hemdert ve davranış dengi arayışı... Bu değil midir özgürlük denen şu tükenmez ihtiyaç? Bu arayış sevinci bir nevrozla mı ödenmelidir?”

 
Toplam blog
: 5
: 2044
Kayıt tarihi
: 15.10.07
 
 

1959 İstanbul doğumlu. Darüşşafaka Lisesi ve IDGSA Sinema - TV Enstitüsünden mezun oldu. Beyoğlu'nun..