Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Aralık '07

 
Kategori
Bayramlar
 

İğneada'da bayram ziyareti ve balık avı.

İğneada'da bayram ziyareti ve balık avı.
 

Ağlarda gelen umutlar


Efendim, bir yandan bayram telaşı, diğer yandan yolculuk olunca, insanın ister istemez eli ayağı dolaşıyor.

Hanım ve çocuklar arabaya binmiş beni bekliyorlar. Ben, arabanın bagajına her zamanki gibi ne var ne yok, lazım olur diye bir takım eşyaları tıkmaya çalışıyorum.

Bunu yaparken de halen arabayı değiştiremediğim için kendi kendime kızıyorum.


Vallahi, yük hayvanlarının durumu benim bu arabanın durumundan daha iyidir.


Onlar en azından hedefe gidince yüklerini boşaltırlar. Oysa benim arabanın durumu hiçte öyle değil!

Tatil bitinceye kadar eşyaların büyük bir bölümü (olta takımları-mangal-çizme-yağmurluk-kar zinciri- takım sandığı- ilave ilk yardım malzemeleri vs) arabanın bagajından inmeyeceği kesin. Yarın ahirette yük hayvanları kendilerine yüklenen fazla yüklerin hesabını soracak ya! Hani diyorum, arabalar da bu işe özenir de, bize hesap sormaya kalkarlarsa; yandığımızın resmidir vallahi!


Bu bayram İstanbul'dan erken çıkmaya karar verdik. Arifeden bir gün önce saat 15.30 da İğneada'ya, (Avcılar köyüne) hareket ettik.

Çokbilmiş ukala trafik canavarları arasında kendimizi kollaya kollaya E–5 kara yolunda, kuzey batı istikametine doğru yol alıyoruz.

Malum trafikte seyrederken genelde Çin'ce konuştuğum için çocuklar bana bir şey soracakları zaman, Türkçe’ye formatlanacağım zamanı beklerler!

Efendim, kurallara uymamak gibi toplumsal bir sorunumuz var. Ehliyet almak için çektiğimiz sıkıntıları ne çabuk unuttuk!

Vallahi bu konuda çok dardayım çok sıkıntıdayım. Hey güzel Allah'ım ya ben çok biliyorum veya hiçbir şey bilmiyorum?

Trafik; insanlarımızın zihniyetlerini korkusuzca yansıttığı arena olmuş. Kadehlerin arkasına sığınarak kabadayılık yapan ve yakalanınca ben ettim sen etme diye yalvaran zavallılar! Gaz pedalına basmayı marifet sayan, başkalarının hayatını tehlikeye atan caniler.

Kimlerin canı yanmadı ki bu tipler yüzünden, sorumsuz anne ve babaların şımarık çocukları!

Bu canavarları çok sık görürüz televizyonlarda ne ayakta durabilirler ne polisin elindeki cihaza üflemesini bilirler.

Bira şişeleri arabanın içindeyken içmedim diye yemin edenler, zamparalık yaparken yakalanan külhan beyler! Pis, rezil herif’ler... Her şeyin bir adabı usulü var değil mi?

O zıkkımı içtiysen arabaya binmeyeceksin, Ehliyetin yoksa arabaya binmeyeceksin, zıkkımı içmemiş ve ehliyetinde var ise ( hakkını vererek, bileğinin gücü ile aldıysan tabi) bu kez kurallara uymasını bileceksin.

Bundan otuz yıl önce hadi ya, deme ya diyerek hazırlıksız olduğumuz teknolojinin muhabbetlerini yaparken hayretler içinde kalıyorduk.

Bugün ise sabırsızlıkla "Egotakometre!"nin icat edilmesini bekliyorum.

Bu icat'ta içimizdeki trafik canavarlarını ıslah etmez ise bu kez arabalara özel olarak yerleştirilmesini istediğim, kendini imha eden çip'ler yerleştirilmeli ve limit dolunca

Bu canavarlar arabasıyla birlikte buhar olup yok olmalı!

Neyse, bu konu bitmez biz gelelim kendi konumuza;

Pek akıllıca olmasa da, bu soğuk havaya ve korku salan trafiğe rağmen, köyümüze gitmeye kararlıydık.

Bayramlarımızın insanları birbiriyle kaynaştıran, dargınları barıştıran bu ulvi yapısında rol almak için bu kez ecdadımızın yaşadığı topraklarda olmaya karar vermiştik.

Bayramdan iki gün evvel yola çıkmamız trafik açısından pek sıkıntılı geçmedi. (canavarların yaptıklarını saymazsak tabi)

İğneada'ya elli km kala, kahraman bayırında saat 20.00 suları yer yer, don ve kar'la kaplı zeminde oldukça dikkatli bir şekilde Demirköy'e vardık.

Demirköy'den sonra Avcılar (Korfa) köyüne gelene kadar yer yer don tutmuş buzla kaplı yollardan geçtik.

Dört saatlik bir yolculuktan sonra köye geldik. Bağında bahçesinde, evinin her bir köşesinde emeği olan, o nasırlı parmaklarının izi, kınalı saçlarının kokusunu hissettiğim, rahmetli anacığım geldi aklıma bir an için. Tokat kapısından "oğluuum" diyerek, yalın ayak başıkabak, koşarak boynuma sarıldığı o güzel günlerden bir anı yaşadım ayağımı bahçeden içeri attığım anda.

Gözlerimdeki parıltının asıl sebebi baktığım her köşede anılarımın canlanmasından kaynaklanıyordu. Meğer ne güzel geçmiş o vefasız günler, biz kıymetini bilememişiz!

Tek tek dolaştım ıhlamur ve ayva kokusu sarmış odaların içini. Ne de güzel ustaca sıvanmış kırmızı toprak ile duvarları, ne de güzel yakışmış eflatunu, kırmızısı cam mavisi renkleri.

Kapılar değişmiş ama cam çerçevelerinde halen anacığımın parmak izleri duruyor bunu hissediyordum. Kimisi baston der kimisi gege, vallahi anacığımdan kalan ne bulduysam getirdim eve. Sarımsak döveceği, kahve çekeceği vs.

Birde Şevket var kalmış yadigâr, simsiyah tüyleri ile yemyeşil gözleri; Annem öldükten sonra o da tüketmiş bütün fareleri. Sessiz olmuş konuşmuyor, bir köşede oturmuş yas tutuyor şimdi!

"Hani o traktör dolusu insanlar nerde?" Diye, sordum kardeşime... Sustu.

Bayramlarda ne geleni biterdi anacığımın ne gideni, halen onun kredisi ile itibar görüyoruz hiç tanımadığımız insanlardan!

Keşke onun çeyreği olabilseydik bize yeterdi, hem bu dünyada, hem ahirette diye geçiririm çoğu zaman içimden...

-Arife günü *Kontesin isim babası! Orhan Uyanık ağabeyimle görüştükten sonra yeni kitabını yazmaya ara verip benimle birlikte balık tutmaya geldi.

Ben oltaları yemleyip denize attığımda, Orhan ağabeyim elinde fotoğraf makinesi ile "yalıçapkını" peşinde dolaşıyordu.

Sahildeki kumlar don tutmuş, üzerinde asfalt yolda yürür gibi yürüyorduk.

Soğuk sinsice vücudumun her yerini ele geçirdiğinde, Orhan ağabeyim beni çoktan terk etmişti. Bu kez ziller işlevini unutmuş, koskoca Karadeniz ile birlikte uyumaktaydı sessizce.

Karanlık, yorgan gibi üzerimi örtmeye başladığında daha fazla şansımı zorlamanın anlamı kalmamıştı. Kenardan oltalarımı toplamaya başladım.

Sonuncu yani dördüncü kamışı elime aldığımda bir ağırlık hissettim. Bunun muhtemelen bir çöp olduğunu düşünüyordum ki bana sürpriz oldu.

Sirkülerde tanınan %5 tolerans ile kıl payı günü kurtarmıştım. Gelen erkek kalkan ile yaklaşık on dakika sohbet edip fotoğraf çekildik!

Gürül gürül, meşe kütüklerinin yandığı varil soba kenarında, Kontes ile oynayan, Orhan ağabeyim balık tuttuğumu öğrenince şaştı kaldı. Neden mi? Çünkü balık tutmaya giderken herkesten bir ses çıkmıştı "balık yok" diye. Pöh pöh pöh. Sizi gidi ağcılar, pardon yalancılar sizi! J

Ertesi sabah;

Bayram namazını kıldıktan sonra biz ön safta olanlar olduğumuz yerde kaldık. Diğerleri ön saffın sağ başından olmak üzere bir sıra halinde yürüyerek bizimle tek tek bayramlaşmaya geldiler.

Bu güzel geleneğin kaybolmamasına direnenlerin olması beni oldukça sevindirdi. Bayramlar dargınların barışması için vesiledir. Buna rağmen barışmak için el vermeyenleri, barışmak için gururuna kibirine ve hatta cahilliğine yenik düşenleri görmekteyiz!

Herkes bayramlaşınca bu kez fert fert mezarlığa gidildi. Daha sonra mülayim! Kurbanlar kesildi. Konu komşu ve akrabalar ile bayramlaşma yapıldı.

Öğleden sonra İğneada'ya akraba ve hasta ziyaretine gittik.

Bayramın ikinci günü, Cuma namazını köyde kıldıktan sonra çoluk çocuk hep birlikte arabaya doluşup bu kez, Beğendik köyüne girmeden hemen sağa saptık ve yapımına ara verilen liman bölgesine geldik.

Güneş olmasına rağmen hava bıçak gibi kesiyordu. Ben oltaları yemleyip denize attıktan sonra, çocuklar ile bölgeden odun, tahta, çalı çırpı toplayıp bir çoban ateşi yaktık.

Yaklaşık iki saat içinde bir tane 25 cm boyunda inat bir kaya balığı yakaladım.

Şunun için inat diyorum; yem olarak kocaman bir iğneye yarım istavrit takmıştım.

Kaya balığı ağzına aldığı yemi sıkı sıkı tutmuş bırakmıyor, iğne istavritin içinde gizli olduğu için balığa saplanmamıştı.

Pense ile başa yakın yan yüzgeçlerinden tuttuğum anda, yemi bıraktı ve olta ağzından kurtuldu. Daha sonra kaya balığını aynı bölgeye salıverdim.

Başkada av olmayınca tası tabağı toplayıp İğneada’ya döndük. Geceyi İğneada da geçirdik sabah 06.00 da kalkıp, Gürkan Tolukan ile tekrar balığa gittim. Bu kez avlandığım bölgeyi kıyıdan ağlar ile sarmışlar saat 10.00 kadar hiç bir şey vurmayınca balık tutmaya son verdim.

Ağlarını çekmeye gelen balıkçı, arabasından kasık çizmelerini giydi “Yardım lazım mı” diye sorduğumda “hayır sağol ben hallederim” dedi ve kumda yatan teknesini denize salıverdi.

Benim kıyıdan rahatlıkla uzanıp alabileceğim yerlerde kefal balıkları ağa takılmışlardı.

Tekneden, denizdeki ağı elleyerek gelen ve tutulan balıkları ağdan kurtarıp tekneye atan balıkçının, sabaha kadar hayal ettiği boyutlarda olmasa da gelen balıklar onun geçim kaynağı, umudu idi.

Zaruriyetten yapılan bu balıkçılık, benim emekli olunca yapmayı hayal ettiğim işlerden biriydi.

Kendisine Gürkan Tolukan ile birlikte yardım ederek, kayığı denizden karaya çıkardık. Yaklaşık on kg, kefal vardı. Kısa günün kar’ı Allah bereket versin.

Ey gidi koca Karadeniz sayende ne insanlar ekmek yiyor, kundaktaki bebelerin, sokaktaki kızancıkların karnı doyuyor.

Büyük şehirlerde okuyanlara burs, askerde vatan bekleyenlere harçlık hep senin bağrından çıkan bu balıklar sayesinde oluyor.

Allah bize sonsuz nimetlerinden faydalanacak sabrı, zamanı, sağlığı eksik etmesin.

Hayde more deyip takımları toplayıp İğneada’ya kahveye hareket ettik. Yine özel,

Çelik kamyon jantlarından yapılan sobanın etrafında otururken, yanan meşe kütüklerinin çıkardığı sesler eşliğinde tazecik çaylarımızı içtik.

Az önce tuttuğu balıkları satmaya gelen arkadaşımız da sobanın etrafındaki çemberin içindeydi. Balıklar ise dışarıda çivide asılı alıcılarının gelmesini bekliyordu.

Çemberin içinden bir arkadaş; Mert Gölünde kendi ağlarının olduğunu ve gidip o ağlardaki balıkları alabileceğimizi söyledi. Hiç yoktan iyidir deyip Gürkan Tolukan ile Mert Gölüne gittik. <ı>

Hayatımda ilk defa gölün böyle buz tuttuğunu gördüm. Göl tamamen buz tutmuştu. Bu durumda ağ çekmek hayal olduğu için evimize dönmek zorunda kaldık.

Kahvaltıdan sonra yakınlarımızla vedalaşıp İğneada’dan ayrılıp Avcılar köyüne geldik.

Burada eşyalarımızı tekrar arabaya yükleyip karnımızı doyurduktan sonra geri dönüş başlamıştı.

Bugün bayramın üçüncü günüydü. Güneş, gülümseyen yüzüyle bizi uğurluyordu. Trafiğe takılmadan bir gün önceden İstanbul saat 20.00 suları döndük çok güzel bir bayram geçirdik. Soğuk olmasaydı belki balıkta biraz daha takılabilirdim ama kısmetten ziyade olmazmış.

İnşallah İğneada da birlikte kamp yaparız bir gün.

Dip not:

Balık sevdalısı insanları anlayana kadar haset gözlerle bakanlara veya amatör olta balıkçılığı yapanlara karşı tavrı olanlara, söyleyecek bir sözüm var. Siz bizi takip edin! Eğer biz sizi takip edersek işiniz çok zor altından kalkamazsınız? Bizler paylaşmayı seven, sevginin dostluğun peşinde koşan çevre dostu insanlarız. Merhameti olmayan ben balıkçıyım diyemez!

* (kedi)

 
Toplam blog
: 438
: 826
Kayıt tarihi
: 07.01.07
 
 

Milliyet Blog'a hangi vesile ile kayıt olduğumu doğrusu hatırlamıyorum!  Bende birçoğunuz gibi ya..