Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Aralık '07

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Paris'te zamanı durdurmak!

Paris'te zamanı durdurmak!
 

Uzun zamandır sabırsızlıkla beklediğim Paris gezisi davetiyem nihayet elime ulaşmıştı.
Pasaportum, uçak biletim, vize onayım işlemlerinden sonra ki iki gün geçmek bilmiyordu .

Hava alanındaki cafe de çay isterken kullandığım cümleye etrafımdaki kültürlü zatlar epeyce güldüler.
One çay please demiştim!
(tea demeliydim)

İlk yabancı dil sınavım başarısızdı! neşem kaçmıştı ama çabuk toparlandım.
Ülkemizde karşılaştığımız turistlerin Türkçesi çok mu mükemmeldi sanki!

Orly havaalanına indiğimizde teneffüs ettiğim değişik hava tüm yorgunluğumu unutturmaya yetti.

Ama üç buçuk hafta sürecek tatilime onca güzellikleri sığdırabilecekmiydim?
Beni karşıladıkları andan itibaren kalan günleri hatta saatleri saymaya başlamıştım bile.
Geçtiğimiz yol üzerindeki köprüler ve en nihayet eyfel kulesinin muhteşem görüntüsü eşliğinde kalacağım mekana geldik.
Hemen bir harita edinmek istediğimi söylediğimde yol yorgunusun dinlen biraz demişlerdi.
Haklıydılar aslında.
Yedi saat süren istanbul yolculuğu sonrasında sabahın dördünde havaalanına ulaşmıştım, oradan da dört saatlik uçuştan sonra Paris'e.
Hemen döneceğim dedim, sadece etrafı dolaşacağım.
Kapıdan dışarıya adım atar atmaz cadde kenarında yere düşürülmüş bir cüzdanı farketmiştim.
Etrafıma bakınıp en yakın karakolu nasıl soracağımı düşünürken içinde önemli bir şey olup olmadığını merak ederek içini açtım.
Para cüzdanı değildi.
İçinde carte orange yazan bir kart ve fotoğrafsız bir tanıtım belgesi vardı.
Ne işe yaradığını öğrenmekte gecikmedim, bu bir şehir içi toplu ulaşım kartı ve bir ay geçerli dediler.
Yanında fotoğraf varsa yapıştırdıktan sonra metro, otobüs ve hızlı tren yolculukları için hemen kullanmaya başlayabilirsin.
Para cüzdanı görünümlü ulaşım kartı kabının içerisine yerleştirilmiş bir de şehir planı haritası vardı ve her türden ulaşım araçlarının güzergahları değişik renklerde çizgilerle anlatılmıştı.

Dil bilmek çok ta önemli değildi aslında!
Ama ulaşım güzergahlarından fazla uzaklaşmamak şartıyla.

Çok dikkat etmeme rağmen bir defasında maalesef kaybolmuştum.
Böylelikle anlaşma düzeyindeki ingilizcemin hiç bir işe yaramadığı belli olmuştu!
Hiç kimse bozuk aksanlı konuşmama tahammül edemiyor sorularımı, no no no diye cevaplayarak yanımdan uzaklaşıyordu.

Hayal kırıklığı yaşadığım bu davranışları canımı sıkmıştı.

Bu olay Türkiyede olsa elinden tutar ilgili ülkenin sefaretine kadar götürürdük mutlaka.

Telefon kulubelerinin önünden geçerken Türkçe konuşan bir kişiyi farketmemle sevindim.
Konuşması bittiğinde pardon birşey sorabilir miyim dememin ardından no no diyerek adımlarını sıklaştırdı.

Fransız vatandaşı numarası yapıyordu!

Yahu borç istemeyeceğim Allahaşkına dur diye bağırdım.
Bana dönerek ne var ne istiyorsun diye sesini yükseltti.
Sadece bir adres soracağım , medon ne tarafta?
Nasıl gideceğim oraya?
Ben kayboldum da!

Kaybolursun tabii ki dedi, şehir dışına çıkmışsın.
Sadece tren çalışır buraya çok karışık, zor bulursun
Ne oluuur ısrarlarıma dayanamayarak, üfff gel tamam diyerek önüme düştü.

On onbeş dakika yürüdükten sonra nihayet istasyondaydık.
Meeehsi diyerek vedalaştım kasıntı Türk arkadaşla.
-Meeehsi ha?
Fransızca biliyorsun ya işte diye alay etti benimle!

Aynı günün akşamı bir sayfa dolusu fransızca kelimeler öğrenmiştim.
Ertesi sabah akşamdan içtiğim kırmızı şarabın damağımda kalan buruk tadıyla uyandım.
Kahvaltı yapmak gelmiyordu içimden!
Hemen dışarıya atmak istedim kendimi.

Otobüs durağı hemen yanıbaşımızdaydı, en yakın metro durağına gitmek için önce otobüse binmeliymişim.
çok az bir süre bekledikten sonra durağa son derece lüks bir otobüs yaklaştı.
Siyah tenli bir bayan şoförün kullandığı kocaman araç yollarda adeta kayarak gidiyordu.
En ufak bir tangırtı tıslama duyulmuyordu, vites geçişlerinde garç sesleri hiç yoktu!
Medeniyet dedikleri buydu galiba!

Tarif edilen durakta indiğimde kalın demirlerden imal edilmiş üç katlı dev bir metro istasyonu karşıladı beni.
Yürüyen merdivenler olduğu halde ben basamaklardan inmeyi tercih ettim.
Çünkü hemen her katta müzisyenler bulunmaktaydı.
Sadece işlerine konsantre olmuş bir şekilde kulakları okşamaktaydılar.
Afrikalı olduklarını tahmin ettiğim bir grubun karşısında uzun dakikalar geçirmiştim .
Daha önce görmediğim uzunlu kısalı kamıştan borular ve çanlardan oluşturulmuş müzik aletleri çalmaktaydılar.
Önlerindeki tenekeden kutu bozuk paralarla dolmuştu neredeyse.

Bir alt kata indiğimde bu defa sarhoş bir adam vardı karşımda .
Ayakta zor duruyor gibiydi, ama kafasındaki fötr şapkasıyla çok kibar bir görüntüsü vardı. sonradan kendi adını taşıyan müzik kasetlerini satmaya çalıştığını öğrenmiştim.
Şehrin bir yakasından diğer yakasına kadar inmedim metrodan, durakların isimlerinden semtleri keşfetmekti amacım.
En son durakta inerek etrafı dolaşmaya karar verdiğime pişman olmuştum.
Adını tati olarak hatırladığım bir alışveriş mağazasından çıktığımda ellerim poşetlerle doluydu.
Dönerken getireceğim hediyeler daha şimdiden hazırdı!
Fiyatlarını sorarken galiba combien diyordum.

Hava ne çabuk kararmış, akşam oluvermişti.
Paris te gece yaşantısının efendiliğinden kuşkuluydum.
Ayık kişilerle bile anlaşamadığıma göre daha ilk günden sorun yaşamamak için eve dönmeliydim.

Eve ulaştığımda korkularımın yersiz olduğunu anladım.
Dönüş yolumdaki otobüs durağında önce bir gencin, sonra dahil olduğu serseri grubun tamamının benden sigara istemesi dışında tabi!

Ertesi sabah uyandığımda kırksekiz saatim çoktaan geçmişti bile!
Gün be gün erimekteydi zaman.
Oysa daha dolaşmam gereken bir çok yer vardı.

Napolyonun av köşkü mesela.. Yok yok önce Eyfel kulesi tabiİ ki!

Trocadero durağında inmiştim metrodan.
En güzel Eyfel manzarası ve şahane fotoğraf pozları için bu meydan rakipsizdir demişlerdi.
Nefeslerin tutulduğu tehlikeli kay kay gösterilerinden sonra uzay giysileri içerisinde bir gencin olağan üstü dansını seyretmeye koyuldum.

Başımı ne yana çevirsem meydanın değişik yerlerinde kümelenmiş insanlarla karşılaşmaktaydım.
En kalabalık olan bölümde olağan üstü bir izdiham yaşanmaktaydı.
Çırılçıplak genç bir kadın manken ile bir kaç kameraman reklam çekimi yapmaktaydılar.
Soğuktan titremekteydi genç kadın!
Arada bir pelerinine sarılmasına tepki gösteriyordu izleyenler,çekimler bittiğinde orada bekleyen minibüse doğru kaçtılar.

Eyfel kulesi gişelerinin önündeki kalabalıktan hiç rahatsızlık duymamıştım, yarım saatlik bir beklemeden sonra nihayet kapıdan giriş yaptım.

Tonlarca ağırlıktaki upuzun dev kule daha ilk bakışta güven veriyordu insana.
Daha çok en üst kattan izlenecek sen nehrinide içine alan Paris manzarası için sabırsızlanmaktaydım.
İlk kat a asansörle diğer katlara yüzlerce merdiven basamağını tırmanarak çıkmıştım.
Dev teleskoplarla bakıldığında aşağıdaki insanlar yanıbaşımda gibiydi sanki!

Ziyaretçi turistlerin Kuleyi çevreleyen korkuluk demirleri üzerine yazdıkları notlar arasına benim duygularımda karışmıştı.

Champ Elyeese bulvarının lezzeti "özellikle gece" daha bir başkaydı tabii ki...

Devamı var; http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=101869

 
Toplam blog
: 1021
: 1607
Kayıt tarihi
: 19.10.07
 
 

Çok eski olmayan bir tarihte tıpkı sizler gibi Melek'lere gülümsermişim uykulu hallerimde!  ..