Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Şubat '08

 
Kategori
Felsefe
 

"Günü yaşa!.." halleri ve yarattığı çağrışımlar (2)

"Günü yaşa!.." halleri ve yarattığı çağrışımlar (2)
 

"...Kekre bir şey var bu havada
Geçmişle gelecek arasında
Acıyla sevinç arasında
Öfkeyle bağış arasında
Biz kırıldık daha da kırılırız
Doğudan Batıya bütün dünyada
Kimse dokunamaz bizim suçsuzluğumuza
..."
Cemal Süreya

İşte o "kekre şey" bu konudaki ilk yazımın sınırlarını aşan ve beni yeniden bu konuda yazmaya iten bir etki yarattı.

"Geçmiş"in bilge efendiliği ile yarınların "bebeksi süt kokulu umutları"nın el ele, yaratıcı bir üretkenlik içerisinde ve paylaşım ekseninde, bilinçle yaşanan "gün"e, "an"a evet!..Oysa, gerek küresel sistemin evrensel dayatması gerekse insanların bunu bilinçli bir farkındalık gelişterek kavrayamayıp, "... ne yap yap hoş bir kendinden geçmişlik haliyle anı tüket..." atmosferinde yaşamaları karşısında "kendimde olamazsam" eğer!..( Bkz.bu konudaki bir önceki yazımdaki "İlke Veral"yorumu)

"Gün"ü yaşamanın ve "an"ın sımsıcak kucağında, o şaşmaz bilincimin bana söylediklerini, "dün"ü, geçmişi ve "yarınlar"ın varlığını unutursam eğer!..

Eğer, kendimde olamazsam ben, daha neler gelir başıma? Neler yaparım ben, bir bilseniz daha neler?

Ya sonra, ne yaparım ben bundan sonra?

Bilmem kaç "M" "Mall"lardan ya da "saparmarket" raflarından indirerek evimde, yerine bir güzel konaçlandırdığım onca şeyin hem hakkını vereyim hem de hoş bir ambiyans içinde herkese göstereyim desem. Mümkünse bahçe içinde büyükçe bir evi kayıtlı ve vergisi tam ödenen, dürüstçe kazanılmış bir gelirle nasıl temin etmeliyim? Bir defalık alınmayla da bitmiyor ki!..Alıp da yerleş(tirdi)ğiniz anda, acımasızca işleyen bir dijital tüketim ve imaj saatinin hızlı akışı altında, sür'atle demode olmaya başlıyor.Haydi yenisi ve bir üst modeli ya da onarım ve modifikasyonu. Tüm bunları cümle aleme göstermek için evimde sık sık dost gruplara davetler vermem gerek. Peki...iş dönüşü, yorgun argın bu davetlere dayanmak için, bayağı bir “fitness” ve "anti-aging" gerek? Tabii ki onlarınkileri de görmem için bazı geceler tekrar çıkıp onların dayanıklı tüketim mabetlerine de girmem gerek.

Ben içeride miyim yoksa dışarı da mıyım? Yoksa ben aynı anda hem içeride hem dışarıda mıyım?Ben yine nerede olmalıyım?

Dün ve yarınımın öksüz ve yetimliği içerisinde. Fakat şu gerçek ki, bu küresel komut altında, nerede olursam olayım, kan ve ter içinde olsam da “Carpe Diem” yazılı neon ya da lazer ışıkların altında olmalıyım.

“Gösterme” fasıllarımı, “dinlenme” yanılsaması ve bunalıp da “kaçış” gerçekliği ile aynı bagaja koyup menzil tanımadığım anlarda, bayramlarda, seyranlarda ya da hafta sonlarında mutlaka yurt dışında olmalıyım. Yakın akrabalara, eşe dosta, ya internet ya SMS ya da MMS ile “falanca yerde olacağım –ya da oradayım- sevgilerle” demeliyim.Bu arada bin bir güzellikteki coğrafyasını, derin tarihini, folklorunu, kültürünü hiçbir zaman kendimi görünüşte kurtaracak kadar dahi bilemediğimi unuttuğum ülkemi, kısa süreliğine de olsa terk-i diyar eylemeliyim.

Eğer Hoolywood yapımlarında ya da “best-seller” kitaplarda rastlayamadımsa, Toscana vadisini Rönesansın beşiği olduğunu bilmeden, Heidelberg’de Goethe’den, Cenevre’de Calvin’den, Glaskow’da Adam Smith’den, Bonn’da Karl-Marks’dan, Şili’de Pablo Neruda ve Allende’den bi-haber, Saint-Petersburg’da “Leningrad direnişi”nden habersiz dolanmak pahasına da olsa oralarda olmalıyım..Dün, bugün ve yarınımı temsil eden binlerce sayfa, binlerce kitap üreten onca deha, göstermelik kitap raflarımda tozlu uykularını sessizce sürdürürken. Rio’yu sırf karnaval, Küba’yı birazcık “Che” ama bolca puro imalatçısı, Madrid’i gezerken sadece arenalara duyarlı, Federico Garcia Lorca'nın görkemli dizelerinden ve İspanya iç savaşının (1936-1939) hüznünden ırak, belki de Dubai’de paket turlarla ve iri fiyonklu paketler arasında bir güzel dolanarak "an"ı yaşamalıyım!..

Aslında bilinçli bir farkındalık içinde anı yaşamak için de bayağı bir kültür gerek!..

Ne gam!..İşte o zaman ben tam bir profesyonelim; çağımın dayatılan gereği ne ise ona uyarak işimi iyi yapar, iyi kazanır, iyi de harcarım.Bunları başaramayıp da kıskanalar çatlasın!..

İyi güzel de, tüm bu “anlar”ı yaşarken, olur ya, her yıl tekrarlayan müthiş Muson yağmurlarında sele suya karışan mal-mülkleri nedeniyle de olsa, sadece sırtlarında taşıyabilecekleri kadarı ile yaşayan ( o da helalinden) Nepal yerlileri kadar mutlu bir yaşam sürebileceğimin garantisini bana kim, nasıl verecek? Ya da yemyeşil bir ormanın eteklerinde, dolunay ise tepelerinde, önlerinde duru bir göl, rengârenk desenli bir Kızılderili çadırı girişinde, yanan ateşin başında, “Su Üstüne Yazı Yazan Ağlayan Ay”, “Zor Anlarda Fırtınaları Aşıp Yetişen Dost Kartal” , “Dostlarını Fedakârca Sırtlayan Bilge Şahin” , "Sonsuz Mavilikleri Kucaklayan Düşünceli Albatros" ve " Canına Yeni Can Katılan Soylu Ayyıldız " ile doğa, cesaret, dürüstlük ve özveri konuları üzerinde sabahlara kadar süren dost söyleşilerinin mutluluğu yakalanabilecek mi? Ya da Mario Morga'nın o güzel satırlarında “yüreklerinin onları götürdüğü” ve bıraktığı yerde, doğa ile baş başa, sade bir yaşam süren Avustralya yerlileri Aborjin’ lerin iç huzurunun yanına yaklaşılabilecek mi acaba?

Ey şaşmaz bilincim, bu yapay cennetin pırıltılı nimetlerine kanma, soluksuz kalma ve beni bu geçici küresel mevsimlerde “an”a, “bugün”e kanıp sensiz bırakma!..

Not: Yazının ilk bölümü için bkz.: http://blog.milliyet.com.tr/-gunu-yasa-----halleri-ve-yarattigi-cagrisimlar/Blog/?BlogNo=89222 

Fotoğraf:www.netlarus.com

İ.Ersin KABOĞLU,
Şubat 2008, Ankara.

 
Toplam blog
: 366
: 2333
Kayıt tarihi
: 05.10.07
 
 

Samsun/Ladik doğumluyum. Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım babamın görevi gereği ülkemizin Orta ..