Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Şubat '08

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

Aşk sırtı dönük bir uyku olur

Aşk sırtı dönük bir uyku olur
 

Aşk, üzerine en fazla kafa yorulan ve hissedilen duygudur. Bir çoğumuz aşkın tanımını bile yapamayız. Kısa yoldan sevginin "tutku" biçimi almış şekline aşk deriz gibi tanımlamalarda bulunuruz. Böyle öğretilmiştir. Aşkın kısa bir süre sonra ortadan kalkacağını yerini sağlam bir sevgiye bırakacağını bekleriz. Bugün sokakta kime sorsanız buna benzer klasik cevaplar almanız mümkündür.

"Tutku" kelimesinin kendisi zaten sorunludur. Bir taraftan olumlu bir şeye dönüşürken; yıkıcı oluşunu da biliriz.

Aşk bir duygudur; ancak bu duygunun bedensel şekil alışı olan sevişmenin de çok güçlü bir enerji taşıdığının altını çizmemiz gerekiyor. Üstelik doğanın bize sunduğu bu enerjinin kainattaki en büyük yaratıcı güçlerden biri olduğunu da çoğu zaman hiç bilmiyoruz.

Modern zamanlar için seks dejenerasyona uğramış bir ilişkidir.

Çocukluğumuzdan itibaren yetiştiriliş biçimimiz bizi sekse karşı çok uzak tutar. Ergenlikle birlikte vücudumuzdaki değişiklikler bizleri baskı altına alır. Kapalı toplumlarda bu baskının çok güçlü travmalara yol açtığını görürüz. Türkiye ve benzeri ülkelerde cinsellik hiçbir zaman şu an ifade etmeye çalıştığımız şekilde yaşanamaz; algılanamaz.

Hemen bir paragraf açalım ve cinselliği daha onaltı yaşından itibaren yaşanması gereken deneyim olarak görmediğimi ifade etmeliyim. Burada sözünü etmeye çalıştığımız şey 1968 gençlik hareketiyle başlamış olan cinsel devrim değil. Aksine ondan başka bir şey. Bu kadın ve erkeğin arasındaki örtüyü kaldırmış ama kaba bir çıplaklık anlayışına da dönüştürmüştür. Sevişmek doyasıya fantazilerini tatmin etmek demek değildir. Onun içindeki yaşam enerjisini bulup ortaya çıkarma bilgeliğidir.

Cinsellik, insanın kendisi ile barışık bir hayatın içine doğması demektir. Öncelikle onun içinde çözümlenen bir bilgi.

Üniversitenin son sınıfına kadar uzanan bir eğitim ve öğretim sürecinden geçiyoruz. Kimimiz lisede, kimiz orta öğretimde bu sıralardan ayrılsak da... Ama bir şekilde kademe kademe sürekli öğreniyoruz. Diferansiyel denklemler kurup, üç boyutlu uzayda geometrik cisimleri algılamaya çalışıyoruz. Hayatın bu boyutunda mükemmel olan kişinin hala eksik bir tarafları olmasının; mesai çıkışında psikolog-psikiyatrların kapısına dayanmasının kuşkusuz bir anlamı, karşılığı vardır.

Mutlu değildir.

Kimilerin hayatın içinde mutluluğu bulmak için insandan insana dolaştığını, sevgili değiştirdiğini ama hala tatmin olamadığını da görürüz.

Mevcut evliliklerin zaman içinde bir kısır döngü alışı da modern zamanın arkaik zamandan beri değiştiremediği bir çelişkidir. Evlilikler anne ve babaların yaşamlarının tekrarı gibidir. Evcilik...

Önce deneyimsiz bir merakla başlayan cinselliğin kısa bir süre sonra tükendiğini, dahası insanın tükettiğini tecrübe ederiz.

Aşk sırtı dönük bir uyku olur.

Herkes yorgundur. Görevler ve sorumluluklarla dolu hayatın içinde artık kendimizle ilgili olanı da kaçırmaya başlarız. Kimimiz savrulup bencilleşir; kimimiz de tam tersi bir fedarlığın içine gireriz.

Ama hiçbirimiz mutlu olamayız.

Antropoz ve menepozu bekleyen mahluklara dönüşmek için de zaten zaman gelmiştir.

Oysa kadın ve erkeğin hikayesi başka bir şekilde de yazılabilmelidir. O zaman aşkın tanımını yeniden ve daha güzel yapabilmek de mümkün olabilecektir. Aşkın hiç bitmediği, insanın yaşam enerjisinin kaynağı olan "o yerle" barışık bir hayata merhaba diyebilmek...

Ve sevişmeyi bilmekle...

Bu da bir başka detaylı yazımızın konu başlığı olsun...


Uzay Gökerman

Bu yazıya ilham kaynağı olan yazı:

http://www.indigodergisi.com/didem129.htm
 
Toplam blog
: 2033
: 1268
Kayıt tarihi
: 09.06.06
 
 

"Keyif verici bir yalnızlık" olarak gördüğüm yazma serüvenimin en önemli merkezlerinden bir tanes..