Bankacılıkta "geri çekme yöntemi"
Merhaba. Finansbank geçtiğimiz yaz beni de fena kazıkladı. Nakit kart diye bir şey ylladılar. Sözde ihtiyacım olunca, düşük faizle kredi kullanabileceiğim bir kart. Kullanmadığım sürece de sorun çıkmayacaktı. Sonra benim adıma, bana sormadan, başka bir kredi kartıma ödeme yapmışlar, ben de bilmeden aynı karta yüklü bir ödeme aha yaptım. benim adıma yapılan ödeme, bana üç ay sonra icra tehtidiyle hatırlatıldı. 80 küsür ytl de faiz olarak tahsil edildi. Sonuçta sizin adınıza ödeme yaptık, kaybettiğiniz bişey yok dedi o 444 ablalarından biri. Olan benim 80 ytl ye oldu. Şimdi mevcut bir finansbank kartım var. Borcu biter bitmez iptal edeceğim. saygılar
18 Kasım 2008 23:17Sorgulamak
Merhaba Ebru. İnsanların içindeki sıcak inanç kırıntıları da, sonunda yok oldu. Bence yaşadığımız toptan körlüğün en büyük nedeni bu. Okuyan da, soran da, çabalayan da, sonunda yaptığının boşa gittiğini fark edince saldı kendini boşluğa. Dünyanın ruhu pislenmiş artık. Yapacak ne var bilmiyorum. Yazmak en akıllıcası bugün, bak siz yazdınız, biz de okuduk. Sesiniz bize kadar ulaştı. Teşekkür ederiz. Saygılar.
17 Kasım 2008 15:03Fenerbahçe'nin İlkeleri ve Aziz Yıldırım'ın misyonu
Aslına bakılırsa, biz futbol severler de, yıllardır aynı yüzleri ve basmakalıp yorumları izleyip, dinlmekten usandık. İşinden sıkılan şirket çalışanlarına dönmüşler. Paraları da var aslında başka uğraşlar edinmeye, ama sahip oldukları iktidarı bırakamıyorlar nihayetinde. Saygılar.
14 Kasım 2008 12:12Alman öğrenciler İstanbul'da
Merhaba Tuğçe. Ben de, senin gibi Bogazici felsefe mezunuyum, ama sanırım senden önce mezun oldum. Dil konusuna takılan biri olarak, kısa bir anımı anlatmak isterim. 99 yılında, felsefedeki ilk derste, karşımızda bölüm başkanı Gürol Irzık vardı. Adam büyük bir aşkla İngilizce parçalarken, biz pratikten uzak bir halde, konuşulanları anlıyor ama söylemek istediklerimizi dillendiremiyorduk. Sonunda Özgür diye bir arkadaş, dayanamayıp Türkçe konuşmaya başladı. Hoca "omnipotent god" derken, bizimki "kadir-i mutlak" mı hocam diyerek adamı deli ediyordu. Bir süre sonra hoca bizi yanıtlamamaya, Türkçe'yi dersten sonra kullanabileceğimizi söyemeye başladı. Ancak düşünerek, ama sonunda konuşarak, tartışarak yapılabilen bir uğraş dil engeline takılıyordu. Mezun olana kadar sessizliği tercih ettim. Sonrasında ne mi oldu, ben formasyon alıp İngilizce öğretmeni oldum. Ekmeğimi öğrenciyken tarzan gibi konuştuğum bu dille kazanmaya başladım. Felsefe de hoş bir uğraş olarak kalmaya mahkum oldu...
27 Ekim 2008 20:56Haftanın ardından üç büyüklerin hocaları
Gözlemlerinizi beğendim. Özellikle Skibbe hakkındakiler, benim de aklıma gelmişti maçı izlerken. Saygılar. Alper
21 Ekim 2008 18:20Özgüven örneği: Acun’un ingilizcesi, Christina Aguilera’nın bacakları
Acun Ilıcalı'nın zor bir hayatı olmuş. Genç yaşta hem annesini hem de babasını, trafik kazasında kaybetmiş biri olarak, hayata sarılması ve oldukça başarılı bir televizyonculuk kariyerine sahip olmas, herkesin kolay kolay altından kalkabileceği bir durum değil. Hayata bakışı ve başarıları sayesinde böylesine bir özgüven sahibi olmasını takdir etmek gerekir. İngilizcesini beğenmediğiniz Acun Ilıcalı'nın, İngiliz Dili mezunu olduğuna dikkat çekek isterim. Adamın İngilizce konuşurken "Communicative Method" kullandığını görmek mümkün. Kurallar ve kalıplara takılıp kalmaktansa, mesajı iletmek önceliği. İşi gereği akcılığı sağlamak zorunda. Bu mesele İngilizce konuşmaya çalışan bütün Türk vatandaşlarının bir türlü aşamadığı bir sorun olduğu için, bu konudaki görüşlerimi yazmak istedim. "İngilizce'yi anlıyorum ama konuşamıyorum" diyenlere Acun Ilıcalı'yı izlemelerini tavsiye ediyorum. "Historical offer" kullanımında bir yanlışlık yok diye düşünüyorum. "Historical novel" gibi...
20 Ekim 2008 13:56Oy Sanem, Oy Sarışelale...
Merhaba. Bu yazıda bugün ne yaşıyorsam onu buldum. Yazık oluyor geçen değerli zamanıma, zamanlarımıza...Bu ortamı yaratanlara hakkımı helal etmiyorum, ne bu dünyada ne de sonsuzlukta!
10 Ekim 2008 13:57