Dört adam birer ucundan yapıştık karaya çektik kayığı. Birimiz salataya girişti, birimiz ateş yaktı, birimizi köye ekmek almaya gönderdik. Bana da kırmızı mercanları temizlemek düştü. Livar..
Tuhaf… Mekanı ben kapatırım dedim Kamil ağbiye, "çok oturma" deyip aceleyle çıktı...Bir eliyle aksayan ayağını tuta tuta karanlık, dar sokakta geceye karışmasını izledim...Yenge uyumamıştır..
Ağustos ortasında önce arı kuşları kımıldanır. Arkasından belli belirsiz hissedilmeye başlayan rüzgarın önüne düşer leylek sürürleri.Katar katar uçup geçerler gökyüzünden.Kasabanın üzerinden geçişl..
Maksadım duyarlı gözükmek falan değil. Ölüm hep var, kaçınılmaz...Yıl 1990 bahar yılları, sürekli bir şeylere hazırlandığım fakat neye, niye hazırlandığımı bilmediğim, kafamın karışık olduğu, sorgu..
Gökçeada Tepeköy'deyim. Barba Yorgo'nun girişine, asmaların, yeşil üzümlerin altına konmuş, bakınca yapanı acemiymiş herhalde dedirten, mavi gözlü, anadan üryan heykelle göz gözeyim. Sağ el..
Sıcak. Gökçeada'da Kefalos Plajı'ndayım, hasır bir şemsiyenin kuytusunda miskinliğin doruğundayım. Masmavi deniz, altın gibi kumsal, kış aylarında acaba nasıl oluyor buraları diye geçiriyorum içimd..
İkizler burcunu andıran bir haziran akşamı, yaz görünümlü sonbahar, balkonda oturuyor, geçmişe dönüp neden yazmaya başladım diye düşünüyorum... Neden yazar insan? Neden beyaz sayfan..
Hasır şapkam, yorgunluğum ve terliklerimle teknenin köşesinde elimde olta balık bekliyorum... Sıcak fakat yaz gibi değil, balık da yok zaten, acaba toparlansak mı diye düşünürken, misina titriyor, ..
Sonbahar serinliğinde bir haziran akşamı, evin sundurmasında sırtımı içi samanla doldurulmuş şiltelere dayamış kirli, renkleri solmuş, baklava desenli bir kilimin üzerinde oturuyorum... Evi..
Uyku tulumunun fermuarını çektim, üç paralık çadırın soğan zarından hallice duvarları arasında, dalgaların çakıl taşlarını kucaklayıp kıyıya getirmesini, geriye dönerken, çocuğunu okula bırakan bir..