Sanki, Müzeyyen Senar’ı taş plaktan dinliyorum… Bu yanılsamayla, yüz yıllık konağın merdivenlerini adımlıyorum… Basamakların sonundaki görkemli aynada kendimi görüyorum… Bu zamana ait değilim… Üzer..
Onu, Anadolu’ nun gözlerden ırak bir ilçesinde tanıdım… Sarp arazileri olan, yolunuz düşmese varlığından haberdar dahi olamayacağın..
Pazar sabahı, göz kapaklarımızdan içimize sızan gün ışığıyla uyandık… Hemen, perdeleri sonuna kadar açtık… Güneş, evimizin penceresinden kollarını açmış; bizi bekliyordu… Her yer güllük gülistanlı..
Gündüz, güneş ışığının peşinde, trenin ve demiryolunun en güzel görüntülerini yakaladıktan sonra, bir de bunu gece çekimleriyle zenginleştirmek ve önümüze nasıl bir dünya serileceğini görmek istiyo..
Kasabanın toprak yolunda bir toz bulutu içinde, ağır aksak süzülüyordu emektar minibüs… Görenler gökyüzünde bulut üzerinde mi yoksa yeryüzünde mi ilerliyor; karıştırırlardı… Onun yo..
Ayan beyan ortadayken herşey, inkâr daha kolaydır… Gerçek, apaçık ortadadır ve sen onu göz ardı edersin… Çünkü elindekiler sana yetmiyordur. Ve o an için duygularını bile bile uyuşturursun…..
Kapıdan çıktığında, nereye gideceğini bilmiyordu… Ama biraz yürüyüş; parkta bir mola ve ardından her zamanki kafede bir kahvaltı kendine gelmesini sağlayabilirdi… Yaşasın rutinlerim..! ..
Ocak 28 itibarıyla, oğlum beş yaşını bitiriyor. Agu yaptığımız günlerin ardından geçen, bu bir elin parmaklarıyla sayılan, senelerin insan hayatında bu kadar etkili bir zaman dilimi olduğunu yakınd..
İşim çıkar da gidemem kaygısıyla, başladığı günün öğleninde, soluğu kapısında aldığım“ Ankara Kitap 2012 Fuarı’na, ikinci günü de mecburen yolum düştü. Çünkü aldığım kitaplardan birisinin basımınd..
Taşındım… Ankara’ nın bir ucundan, diğer ucuna geldim… İlk günlerde, her ne kadar artıları çok olsa da bu değişimin, huzursuz eden yönleri de oldu beni, ama daha iyiyim…..