Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Mayıs '16

 
Kategori
Blog
 

Blogyani...

Blogyani...
 

Bazı çatlak sesler çıkıyor, şu “Blog” kafesi kapatılsın.. Diyorlar. İyi halt ediyorlar. Yani bazı kafalara bakacak olarsanız. Türkiye Cumhuriyetinin bir çok kentini de işletmeye kapatacaklar ve Türkiye’yi kendi kafalarına göre yönetecekler. Tabii olursa.. Ve herkes yerse..
 
Nedir bu blog ve anlamı… Şöyle kendi kendime soruyorum ve anlamaya çalışıyorum. Biz ne halt ediyoruz burada ve (Her yerde…) Evet, bir bakıma bir yazımızla hop diye dünyanın öteki ucuna gidebiliyoruz. İsteyen okur ağlar, isteyen okur anlar… Yani bu işin bir manası var.
 
Bir ara Blog Blog matitas.. deyip geçmiştik.. Ama öyle değilmiş. Aslında yapılan işin derin bir anlamı varmış. Nedir?
 
Blog deyince bazıları işi oldukça hafifsiyorlar ama siz onlara bakmayın.
 
Benim anladığıma göre Editörlerin gözünde ve bazı ağırbaşlı , vakur duayenlerimizin gözünde aslında “BLOG” bir çeşit “Editorial” yazısı (Türkçesi ne?) Belki de bir çeşit Başyazı. Yani eskiden oturaklı , Yeni Sabah gibi, Tercüman gibi.. bazı gazeteler olurdu ve onların başında da Ahmet Emin Yalman gibi, Yakup Kadri Karaosman gibi dev gibi yazarlar olurdu. Onlar her sabah , bazen gazetelerinin sağ alt köşelerinde (içerde devam etmek kaydıyla…) Dünya ve ülke sorunları üzerine kendi ünlü düşüncelerini açıklarlardı. Bütün ünlü Siyaset adamları da bu büyük Başyazarların ne dediğini dinleyip anlamak için, sabah erkenden gazetelere saldırırlardı. Şimdi nerede…
 
Şimdi neredeyse gazeteler, üç beş tane gazete satabilmek için milletin önünde takla atacaklar. Açıkcası “Gazete” devri giderek kapanıyor. Gazeteler artık eskisi  gibi (milyon..) satılmıyor. Öyle anlı şanlı baş yazarlar da yok… Ne var? İşte bazı lay lay lom’la  günü gün eden; dedikodu yazarları var. Bir de reklamlar, ilanlar… İşte onlar sayesinde medarı maişet motoru dönüyor.
 
Günümüzde dedikoduculuk her şeyden çok para getiriyor. Kim demiş; kim kimin hakkında ne demiş… En iyi dedikodu gazetecileri ( ki çoğu genç bayanlardır..!) televizyonların da baş köşesinde yer alıp, insanı insana düşürmekte birinci rol oynuyorlar. Bir ona, bir buna… Davet ettikleri kişilerle de ortamı bir kızıştırıyorlar. Vay anam vay ..
 
İşte Blogçuluk anlayışında da bu “Blog” köşesi neredeyse sadece duayenlerin yazdığı, ağır Başyazı kıvamında yazılar olsun, diye istendi de… İşe bakın neye döndü. Neredeyse bir eşek masalı anlatmadığımız kaldı burada! Haydaaa…
 
Şimdi gelelim pırasanın erdemlerine..
 
Blogçuluk, Blog … eski ünlü, şanlı günlerine kavuşabilir mi?  Sözgelimi, gazetenin yönetecisi, bütün herkesi eliyle itip, “Arkadaş olmuyor, bundan böyle bu  Blog’daki bütün  Başyazıları ben yazacağım… Ötekilere de ayva yemek düşer..” Diyebilir mi? O zor..
 
O zor… Arkadaş. Şimdinin gazetecileri, Başgazetecileri, sadece gazetecilik yapmıyor ki… Yirmi tarakta bezleri var… Bir bakıma ne yaptıkları… Tarih yazılırken belli oluyor… Örneğin, Necip Fazıl Kısakürek, şiir yazmadığı zaman ne yapıyordu.? Hayatını biraz derinden karıştırın da anlarsınız. Din, iman… Meğer ne büyük pişmanlıkların sonucunda ortaya çıkmış…
 
“Blog Yazısı” Yani “Editorial” yani “Başyazı” belli ki ortada kalmış , bir esnek kumaş gibidir. Nereye çekersen o yana gidiyor. 
 
Aslında Başyazı bile değil, olsa olsa, senin benim gibi garibanların eline terkedilmiş ve cambazlık yapılan bir alana dönüşmüş.
 
Aslında, çoğumuz da burada ne yaptığımızı bilmiyoruz ya… Sadece, galiba, varolmaya çalışıyoruz. 
 
Örneğin, kim bizden güzel bir “Siyaset” yazısı bekliyor. Öyle bir yazı geldiği zaman, yirmi kere düşünüyorlar, otuz kere saklayacak yer bulamıyorlar. Arkadaş siyaset yok… Zaten siz siyaset bilmiyorsunuz… Bilseniz bile yapabilemezsiniz… Onu ancak Dünyada ve Türkiye’de ancak ve ancak bir tek adam yapabilir. Onun üstüne haramdır… Tamam tamam anladık..!
 
Siz istediğiniz kadar konuşun. Boş konuşursunuz. Patron herkesten daha iyi bilir. Şimdiki konu bu. Herkes buna inanıyor…
 
Fakat zamanlar değişir ve bütün o büyük adamların heykelleri güldür güldür yere indirilir ve üstüne üstlük bir de terlikle dövülür…
 
O Stalin’e, Lenin’e ne olduğunu görmedik mi? Heykellerinin yerlerde süründüğünü görmedik mi?
 
Hitler’e ne oldu, Mussolini’ye , komşumuz Irak’da Saddam’a … Heykelleri yerlerde süründü. Bir de terliklerle suratına suratına vuruldu. Bundan büyük hakaret var mı?
 
Boşver… Biz burada böyle büyük meselerle uğraşmıyoruz.
 
Meğer dostlar, alışverişte görsün. Kızmadan, darılmadan bir iki takılma… İşte o kadar…
 
Ne var şu darı dünyada… Bir iki dost kalbinden başka?
 
Hadi kalın sağlıcakla.
 
Toplam blog
: 2579
: 848
Kayıt tarihi
: 24.10.10
 
 

Mesleğim eğitimcilik… Şimdi artık emekli bir vatandaşım… biraz şairlik, biraz hayalcilik, biraz s..